Kol Saatim

Alime Büşra Hamzayev

Kelimeler: Terlik, Kavanoz, Kuruntu.

Zorluk: Önce dört veya daha fazla farklı şairden (olabildiğince şiirsel olmayan) birer adet mısra belirleyeceksiniz. Sonra, öykünüzün metninde bu dört mısranın hepsi de geçecek.

Kol Saatim

Döndü. Ayağına terliğini giydi. İki yana kollarını açtı. Bu akşam bilmediği bir âlem içindeydi. Belki de sabahki enerjisi ondandı. Pencereden sızan ışık gözlerine çarptı. Kendi etrafında dönüp dururken yavaşça durdu. Ellerini göğsünün önünde birbirine kenetledi. Yaşadığı heyecandan omuzlarını kaldırdı. Gülümsemekten kendini alamadı. Ya rüyada seyyah olmalıydı ya da semavi bir Çin’deydi şuan. Bu heyecan gerçekte yaşanmayacak kadar güzeldi onun için.

Her sabah kalkar kalkmaz yatağını düzeltir, bir süre boş boş yatağında oturur, karşı duvarı izlerdi. Bugün böyle olmaması onu çok mutlu etmiş olmalı ki ilk olarak pencereyi açtı. Hemen geri girdi. Çalışma masasındaki aynayı aldı. Şöyle bir saçını düzeltti. Heyecandan eli ayağı titriyordu. Perdeyi hızlıca çekti. Pencereyi de sonuna kadar açtı. Aşağı baktı. Sağına ve soluna. Sokakta kimse yoktu. Aysel git başımdan, ben sana göre değilim, diye bağırdı. Fakat bağırırken çılgınca gülüyordu. Hayatı boyunca ilk kez söyleyebilmişti bunu. Pencereyi kapatıp perdeyi çekti birden. Onu bu hale getiren Aysel’den kurtulmanın vakti geldi diye düşündü. İyileşeceğine inanmadığı bu dönemde, Allah’tan geleceğine inandığı işaret bu sabah gelmişti. Gün ışığı gözlerine çarpmış, midesiyle göğsü arasındaki ağrı hafiflemişti. Belki de ölümü birden olacak, seziyordu. Fakat her şeyden habersiz, her şeye yüklediği anlamlarla devam ediyordu hayatına. Ölüm ona göre çok uzaktaydı. Ama unuttuğu bir şey vardı yaşı seksen beşti.

Kalktı. Kapının yanındaki boy aynasına baktı. Son yıllarda her şeye yüklediği anlamlardan kurtulmak için her yüklediği anlamı bu aynaya yazıyordu. Çünkü bazı insanlar yazarak kurtulurdu ancak. Şöyle bir baktı. Ne çok yazı vardı. En son yazdığını okudu. Hem kötüyüm, karanlığım biraz çirkinim. Neydi bu, kime görseydi? Neyin anlamıydı bunlar? Aysel’in onda bıraktıkları mı yoksa? Bunlar boş kuruntular dedi. Oysa Aysel, onun bilekliğindeki iki harften ve ona yüklediği anlamlardan başkası değildi.

Oturdu sakince. Buruşmuş ayaklarına bakmak için eşofmanının paçasını çekti. Ayaklarını kaldırdı. Mavi terliklerinin gizlediği ayakları. Gizlenmesine rağmen nasıl da belliydi yaşlılık buruşuklukları. Bu terlik, Aysel’in evine gittiği ilk gün ayağına geçirdiği terlikti. O gün kapıdan girer girmez Aysel eğilip bu mavi terliği giydirmişti ona. İlk kez dokunmuştu. İlk kez bu kadar yakındı. Bir daha da olmadı işte. Görücü usulü evliliğin ardında gizli kalmış gerçek âşıklardı onlar. Aysel, Kadri’nin askerden gelmesini bekleyecekti. Beklemek ona değil ama ailesine zor gelmişti. Seferberlik yıllarıydı. O yıllar, dünyanın tımarlanmış ruhlara teslim edildiği günlere aitti. Uzadıkça uzamıştı askerliği. Kadri her geçen gün daha da korkuyordu. Ya olur da Aysel ondan vazgeçer diye. Ki öyle de olmuştu. Aysel’in ailesi Kadri’den ümidi kesmiş ve Aysel’i kuzeniyle evlendirmişti. Kadri o günden sonra bir daha o şehre gitmemiş ve hiç kimseyi sevememişti. Aşka inanan biriydi. Bütün bunların ardından hayallerini değiştirip hukuk fakültesine gitmişti. Aşkı bambaşka bir davaya kondurmuştu. Hayal kırıklığını da yanına alıp o koca şehirde tek başına yaşamaya başlamıştı. Aysel’e yazdığı şiirler yerini devrim şiirlerine bırakmıştı.

Yıllar geçmişti. Kadri hep aynıydı. Hukuk fakültesinin ardından memur olmuştu. Devlet işlerinde çalışmış. Bir sürü eleştirilere maruz kalmış. Çok sesi çıkmış, konferanslar vermiş, şiirler okumuş, nasihatler etmişti gençlere. Sesi kısılsın istendi. En son tek başına kalmıştı. Ne arkadaşı ne öğrencileri herkes varlığını unutmuştu. İstifa etmiş ve bir otel odasına yerleşmişti. Burayı evi bellemiş ve hayatını yazmalara adamıştı. Yazdıkça yazmıştı. Yazdıkça daha çok âşık oluyordu. Herkesi ve her şeyi unutmuş ama Aysel’i ve onunla bulduğu davasını asla unutamamıştı. Ne olduysa o gün olmuştu.

Dışarıdan bakkal çırağının sesini duydu. Hemen pencereye gitti. Sepet sarkıttı. “Kavanoz camdan olsun. Şeffaf, beyaz camdan olsun.” dedi çocuğa. Sessizce kendine: “Ki beni görebilsin.”dedi. “Kadri Amca küçük mü büyük mü?”dedi çırak. Kadri bir durdu. Kafasını yukarı kaldırdı. Gözlerini kapattı. “Fedakârlığımı anlıyor musun çırak? Ondan vazgeçeceğim. Vazgeçtim toprak olmaktan. Vazgeçtim çiçek olmaktan. Ne kadar büyük olursa o kadar olsun.”dedi. Çocuk, “Tamam amca nasıl istersen.” deyip gitti. Kadri arkasına döndü. Aynaya baktı. Eline mavi mürekkepli kalemi aldı. Her şeye yüklediği anlamların kuruntu olduğuna inanmıştı artık. Aysel’in son mektubunda dediği gibi her şeye bu kadar anlam yüklememeliydi belki de. Otel gören defterler adını verdiği yazılarını da aldı. Oturdu masaya. Bir bir karalama başladı. Bir, iki, üç… İyi de karalasam ne faydası var, dedi. Kalktı sepete baktı. Çırak kavanozu getirmişti. Oldukça büyüktü kavanoz. Aldı eline. Açtı kapağını. Bütün kuruntularını yazdığı otel gören yazıları tek tek kavanoza koydu. Bütün yüklediği anlamlar birleşirse Aysel onu daha iyi görür, insanlar bu kez içinde ne olup bittiğini anlarlar diye düşündü. Katarken gözü sürekli sağ kolundaki bilekliğine takılıyordu. En çok anlamı ona yüklüyordu, biliyordu. Fakat her şeyden vazgeçse de ondan asla vazgeçemezdi. Sağ eliyle bileğini kavradı. Varım yoğum her şeyim sende aslında. Ki bilesin nerde Kudüs? Ben Kudüs’ü kol saati gibi taşıyorum, dedi. Her konferansta dediği gibi. Ayağa kalktı. Sağ elini yumruk yaptı. Kaldırdı. Aşık olun çocuklar. Aşksız yaşanmaz. Bir ağaca bir şehre bir insana aşık olun, dedi. En son konuşmasında bunları söylemişti. Ne şaşalı cümleler kurar ne sloganlar atardı. Devrimi devreştiren bir devinim olmaktır amacım derdi. Ama hep yanlış anlamışlardı. Devleti devirmek değildi bahsettiği. Asıl bahsettiği yüreğindekini devirmekti. Bir ton anlam yükleyip sanmalardan yarattığı sevdiğini sevdiğinin dediği gibi aklından da kalbinden de çıkarmalıydı. Fakat o büsbütün içindeydi ve bunu kimseciklere fark ettirmedi. Bütün kağıtları koydu kavanoza. Ondan bir şey kalmasın istedi. Etrafta mavi olan ne varsa onları da koydu. Bir terlikleri kalmıştı. Onlara nasıl veda edebilirdi ki. Ona onun elleri değmişti. Çıkardı ayağından. Elleriyle bağrına bastı. Gözyaşlarını tutamadı. Kendini sıka sıka ağladı. Yıllardır ağlayamıyordu. Ağladıkça daha da derinleşti duyguları. Anıları geldi gözlerinin önüne. ‘’Aysel git başımdan, istemiyorum. N’olur git.’’ diye bağırdı. Sonra onları da koydu beyaz cam kavanoza. Aysel, benim yağmurumda gezinemezsin, üşürsün sen dedi. Aldı eline siyah mürekkebi. Kavanozu onunla doldurdu. En sevdiği renk maviydi Aysel’in. Bunu öğrendiği günden beri bütün yazılarını mavi mürekkeple yazardı. Bütün mavileri siyah yaptı. Kurtuldum işte. Kurtuldum senden, dedi.

Kalktı. Camı açtı. Kafasını yukarı kaldırdı. O an donakaldı. Masmavi gök karşısındaydı. Ellerini birleştirdi göğsünde. Ağrı nüksetti. Bir tebessüm aldı yeniden yüzünü. Seksen beş yaşındaydı. Kuruntularıyla, anlam yüklemeleriyle sevdiği Aysel, altmış beş yıl önce ayrıldığı insan değildi. O olamazdı. Sağ elini yumruk yapıp havaya kaldırdı.

Ki bilesin nerde Kudüs.

Ben Kudüs’ü kol saatim gibi taşıyorum.

Dedi.

Alime Büşra İnce

1.Şiir

Ben Senden Önce Ölmek İsterim - Nazım Hikmet

Kavanoz camdan olsun,

şeffaf, beyaz camdan olsun

ki içinde beni görebilesin

Fedakarlığımı anlıyorsun

vazgeçtim toprak olmaktan,

vazgeçtim çiçek olmaktan

senin yanında kalabilmek için.

2.Şiir

Kötü Şiirler - İsmet Özel

Dünyanın tımarlanmış ruhlara teslim edildiği günlere ait.

Uçsuz bucaksız gözyaşları.

3.Şiir

Aysel git başımdan - Atilla İlhan

aysel git başımdan ben sana göre değilim

ölümüm birden olacak seziyorum

hem kötüyüm karanlığım biraz çirkinim

aysel git başımdan istemiyorum

benim yağmurumda gezinemezsin üşürsün

4.Şiir

Cennet ve cehennem - Faruk Nafız Çamlıbel

Bu akşam bilmediğim bir âlem içindeyim,

Ya rüyada bir seyyah, ya semavi Çin'deyim

5.Şiir

Anneler ve Kudüsler - Nuri Pakdil

Tûr Dağını yaşa

Ki bilesin nerde Kudüs

Ben Kudüs’ü kol saati gibi taşıyorum.