Hüsnü Kuruntu Aklı Kırıntı

Sefa Fırat

Bizim mahallenin çocukları iyidir. Kötü alışkanlıklarımız. yoktur. Kimseden dayak yemedik daha. Mahalle maçları açık ara farkla biter hep. Aslında bu durum bazen canımızı sıkar. Yenmenin ve üstünlüğün dokunulmaz sıkıcılığı. Doyumsuz haz. Bu yüzden bazen kendi aramızda dövüşürüz. Ama maç yapamıyoruz çünkü onda da dövüşüyoruz. 15 yaşıma bastığımdan beri düşüncelerim değişti ve ben bu gücü ve hırsı bir yerden aldığımızı düşünür oldum. Hatta birkaç ipucu ve kanıtım olsa öznenin Dede Korkut olacağına hüküm vereceğim. Hüküm, babam hakim. Kahvaltılarda ve masa başında. Cezaevi 7 yaşındaki bir çocuk için çok şey ifade eder oldu bizim evdeki ve mahalledeki. Ben, sır tutamayan bir çocuğum. Babam sırra kalem basar, ben kalemi alır duvara at resmi çizerim. Babam çok kızar ama evde terlik giymediğinden bir şey yapamaz. Huylanır babam. Gider anneme söyler beni, konuşur müzakere ederler bunu. Annem mutfağa gider, kavanozu açar ve biraz menemen koklar. Koridora geçer, ben o sıra kapı önünde olurum. Nişanı alır ve beni gafil avlar. Babam görmezden gelir, çünkü babamın cübbesinin cebi yoktur, olayları cebine atamaz. Kafası zaten doludur. Abim güler, kıs kıs. Komik mi lan gerzek! Ali. Ondan öğrendim bunu. Alt mahalledeki Sami'ye söylemişti. Kaleci Sami. Küçük Nooyer. Bir bacakları var, ahtapot gibi. Kıs kıs. Ben çoğunlukla forvet olurum. Abim kanat. Topu içeri sokar. Gol atmaz, antrenör gol atanları sevmez. Pas atar. Bana. Antrenör annemdir. Annem abime bana iyi davranması için sürekli nasihat eder. Abim kızar. Ama transfer olacak kadar iyi oynayamaz. O yüzden gidemez de. Sanırım ben tüm olanlardan çok memnunum. Babam küçükken beni memnunlar idaresine götürmüş, orada öğrenmişim memnun olmayı ve suratsız olmayı. Avukat ve hakimler suratsızdır. Babamın gözü yok, ağzı da. Tokmağı var. Elinde. Babamın ismi Suratsız. Köy yerlerinde bu isimler olurmuş. Baya afilli bence. Cezaevi kaçağı gibi. Ya da Kulaksız Necmi gibi. Necminin kulakları çok incedir. Cam gibi. Dokunsak kanıyor hemen. Sarı sarı kan. Necmi bir saman destesi. Ata verilen hani. Kulaksız Necmi. Kıs kıs... Buraya kadar ki metni gözüm yazdı. Ben yazamam zaten. Benim ellerim yoktur. Yakın bir zamanda da gözlerimi kaybettiğim için daha fazla bir şey söyleyemiyorum. Ama gözlerimi nasıl kaybettiğimi bilmeniz gerek. Buna hakkınız var.

Gözlerim İster Söylemeyi

Yolda biri ayağıma takılıp düşebilir. Gövdem kısa, ayaklarım uzun. Nasıl yürüyorum hiçbir fikrim yok. Yürüyor muyum onu da bilmiyorum. Belki sürünüyorumdur. Demiş miydim: “Gövdem kısa, ayaklarım uzun”…

1-Tam o anda yolda biri ayağıma takılıp düştü. Selam, nasılsın? Ben de iyiyim. Bunlar mı, onlar benim gözlerim. Ne kadar küçük değiller mi? Ne? Kanalizasyon deliği mi, hayır gözleriimm…

2-Sahne: “Tam o anda yolda biri ayağıma takılıp düştü. Hayırsız. İnsan bir özür diler değil mi? Elindeki siyah kare çantası, boynundan sarkan kravatı batsın. İşe gidiyor gevşek. Git bakalım, da ben niye gidemiyorum. Bu sandalye de ne? Hoopp, kim tutuyor beni sandalyemden, sandalye benim kardeş. Nereye götürüyorsun beni?” Annem’le ilk tiyatromuz. Benim hareketlerimin kısıtlı olduğu doğrudur... Acıdıysanız gözyaşı butonuna basmayı ve acımıza abone olmayı unutmayın.

3-Yolda biri ayağıma takılıp düşmedi. Selam, nasılım?

Bunu ellerim yazdı. Ah ne de güzeldi ellerim. Değil mi gözlerim?...

Başlık bile atmışım. Gözlerimin kaybediş öyküsüne. Canım mahallem, canım kırıntılarım benim.

Not casusu: Bu öykü ekmek kırıntılarıyla oynayan çocuğunu izlerken Hüsnü Haydergil tarafından yazıldı. Hişşşş, sessiz olun. Aramızda.