“Bana öyle bakma. Bunu benden isteme. Kıyma baba gençliğime…”
Hiçbirini söyleyemedim bunların. Okula devam edeceğimi, edemeyeceksem Ahmet’le evleneceğimi söyleyemedim. Oturup benim pazarlığımı yaparlarken, ağlayamadım bile korkumdan. Daha 15 yaşımda bile değildim. Köyümün dışına adım atmamıştım. Doya doya kırlarda koşamamıştım. Çocukluğumu yaşayamadan kadın olmak istemiyordum. İstemiyorum diyememiştim… 15 koyun parasına anlaştıklarında, annem odada duramamıştı. Küçük kardeşimi emzirmeye başlamış, benim yüzüme bakamamıştı. Arka arkaya 9 çocuk doğurmuş bu yüzden hiçbirimizi gereği kadar emzirememiş, bunun mahcubiyetinden hiç kurtulamamıştı. Şimdi kaderini bana emanet ediyordu istemeyerek. Gözlerinde kendi pazarlığının yapıldığı günün acısı, elinden bir şey gelmemesinin çaresizliği ile başını yerden kaldırmıyordu.
Kayseri otobüsünün kalkmasına 3 saat kala, babam beni evden çıkarmak için başı ile kalk dediğinde dizlerimde derman kalmamıştı. Bir destek beklemiştim ama elimden dahi tutmamıştı. Müstakbel kayınpederim 15 koyun parasını babamın eline sayarken bende artık umut kalmamıştı. Son kez anneme yalvaran gözlerle baktığımda annemin gözlerini bulamamıştım. Ah anneciğim, elinden bir şey gelmediği gibi, ayrılırken bana sarılamamıştı bile. 52 yaşımda bir çocuğum ve o gün bugündür annemi göremedim hiç.
Kayseri’ye geldiğimizde bizi kimse karşılamadı. Elime tutturulan içinde bir takım kıyafet bulunan çanta ile küçüldükçe küçülüyor, bir tırtıl gibi kendime doğru kıvrılıyor, merak ettiğim bu şehre kafamı kaldırıp bakamıyordum. Başka bir ilçeye gitmek için bineceğimiz minibüse doğru yürürken bu şehri bir daha göremeyeceğimi bilmiyordum. Bilseydim dönüp dönüp bakmaz mıydım, havasını içime içime çekmez miydim hiç?..
Peynir ve koyun kokulu iki araba değiştirip geldiğimiz köyde artık üstümden büyük bir yük kalkmış, bir saat önceki korkularım da kalmamıştı. Kaderimi yaşayacağımı kabullenip, hayallerimi, ailemi, çocukluğumu, genç kızlığımı yanıma almamıştım eve girerken. Kapıda uzun boylu bir adam vardı, gülmüyordu… Biraz korktum ama belli etmedim...
Kocam hiç kibar bir insan olmadı. Zaten çok da akıllı biri sayılmazdı. Köyde ona Deli Musa dediklerini öğrendiğimde, içimde kopan teli bağlayacak bir şefkat eli bulamamıştım. 10 yıllık evliyken, yediğim son dayaktan sonra, bir daha ona boyun eğmedim. Babasının onu, onun beni dövüp durduğu copu kırıp attıktan sonra artık ben ben değildim. 3. çocuktan sonra bir daha doğurmadım. Kocamın, babam gibi bir baba olmasına izin vermedim. Güzeldim, akıllıydım bu yüzden kocama sözümü nasıl geçireceğimi -10 yıldan sonra da olsa- öğrenmem zor olmadı. Çocuklarımın okuması için elimden geleni ardıma koymadım. Emeklerim de boşa gitmedi çok şükür. Hepsi okudu, işinin gücünün sahibi olup kimseye muhtaç olmadılar. Babaları öldüğünde ben kaderime ağlarken, neden ağladığımı bildiklerinden teselli etmediler beni.
Hayat beni 15 yaşımda bıraktığında, ben ölüme yemin etmişken, 3 çocuğun beni hayata bu denli bağlayacağını bilememiştim. Anneydim, anneliğin tadını zerrelerine kadar biliyordum ama evlat olmak ne demek tadamamıştım. Yüzüm okşanmamış, elim tutulmamış, saçlarıma teller duvaklar takılmamıştı. İçimde ne kaldıysa böyle, tadı kekremsi, tadı buruk, tadı acıydı, içimde bir irin kuyusu kaynayıp duruyordu, ama yine de bir tarifi yoktu. 52 yaşıma gelmiştim ve hâlâ çocuktum çünkü beni köyden gönderirken çocukluğumu yanıma vermemişlerdi. Çocukluğum köyümde, çocukluğum annemin dizleri dibinde, bana arkası dönük, benim değildi çocukluğum. 52 yaşımda bir çocuktum ve annemi bir daha hiç görmemiştim…
Hacercftc