Tırtıl Etkisi

Ahmet Can Altun

Kabus görmemek için uyumak istemiyordu.Ama göz kapakları hafifliğini kaybetmiş onu dinlemiyordu. Bir yandan da sırtındaki yaralar, başının ağrıması uyumasına izin vermiyordu. Bir de rüyasında dövülmek istemiyordu artık. Yara olmayan tek bir yeri kalmamıştı.Yatak çocuğun canı yanmasın diye daha yumuşak olmak istedi ama olamadı.

Buna dövmek denmez sanırım. Baba baba değil ki. Hiç arkasında durmadı çocuğun, sevinciyle sevinmedi, mutluluğuyla mutlanmadı. Tırtılı eve getirmek dövme sebebi olmaz değil mi? Yani olmamalı.Gerçi bu adamın dövmesi için sebebe gerek yok çünkü dövmediği tek gün bile yok.

Mesela çocuk o gün bahçede o tırtılı görmüş olmasaydı, eğilip sevmeseydi, onunla konuşmasaydı, sonra “Acaba babama göstersem bu güzelliği, bana aferin der başımı okşar mı?” diye düşünmeseydi, sonra bunun hayalini kurmasaydı mesela. Sonra o hayalde babasının da kendisinin de çok mutlu olabileceğini görmeseydi, o mutlulukla tırtılı eve getirmeseydi, babası gelene kadar tırtıl aç kalmasın diye bahçelerindeki dut ağacından düşen yaprakları toplayıp götürmeseydi evin içine, yapraklarla beraber biraz toprak da gelmeseydi acaba dövmez miydi? Dövmezse olmaz. İçi rahat etmez bir kere. O gün bir şeyler eksik kalmamalı babası için. Hani belki eve getirmeseydi tırtılı veya görmüş olup sevmeseydi ve bunu babasına da söylemeseydi belki copla vurmazdı. Vurmadan önce de aşağılamazdı “Erkek adam hayvanlarla, çiçeklerle konuşmaz; yumuşak olmaz öyle.” diye. Sonra copu ellettirip “nasıl sert değil mi?” diye sorduktan sonra copla ayaklarından başlayıp kafasına kadar vurmazdı. Cop da o kadar sert olmak istemedi ama yapamadı. Her çocuğa yaklaştığında copun feryadını duyan kimse yoktu. Belki çocuk… Neyse. Çocuğun babasında insanlık namına bedenden başka bir şey kalmamıştı. Çünkü bir çocuğu acısından bayılana kadar dövmek insanlık işi değildi. Daha fazla bir şey söylemeye gerek yok sanki.

Çocuğun çocukluğu kalmamış. Çocukluk yapamamış doğru düzgün. Hayaller kuramamış veya dayak yemediği hayal olmamış. Bir tırtıl ki tırtıllığını yaşamadan, kozaya girmeden kelebek olmaz. Zorlasak da dövsek de olmaz. Yaşaması mümkün değil ama bunları yaşayan bir çocuk, çocuk olmadan, ergen olmadan, ölmeden nasıl olgun olmaz? Şimdi yatağında, içinden kan, irin akan yaralarının acısından uyuyamıyor. “Ne yapmalıyım ne yapmamalıyım, ne yaparsam babam beni dövmez, ne yaparsam beni sever bilmiyorum. Orada oturma diyor oraya oturmayıp ayağa kalkıyorum, ayakta durma diyor bu sefer oturuyorum ama yine olmuyor.” Ağır olan kalp acısı, vücut acısı değil.

Her hikaye sabah uyanınca başlamıyor ve bu yüzünden aydınlık da olmuyor bazı hikayelerin başları.

Göz kapaklarının ağırlığına daha fazla dayanamadı. Göğsünde oluşan o kırılganlığa da. Geçiçi bir uykuya dalmadı çocuk. Artık uyanmayacak.

Gasilhanede çocuğun vücudunu yıkayan adam ağlamadan duramadı. Ellerini yaralarından geçirmek istedi kıyamadı. “Bir çocuğa bunu yapamazlar!” Küfür etmek istedi edemedi. Sonra tabuta koydu çocuğu ondan sonra toprağa, yatağına değil. Toprak kabul etmek istemedi. Yapamadı. Çiçekler içeri doğru çıkmak istedi olmadı. Ama tırtıllar çiçek kökleriyle yalnız bırakmadı çocuğu toprağın altında.

Çocuk; kelebek olamayan, kozasına giremeyen, evresini tamamlamayan, bir ayağın altında kalıp hayatta kalmayı başaramayan bir tırtıl. Acaba ölen çocukların toprağın altına girmesini kozasına girmiş ve kelebek olacak bir çocuk diyemez miyiz?

Ahmet Can