Yarınya

Ahmet Can Altun

Uyandı. Çoğu hikaye böyle başlar. Hayatımız gibi. Önce uyanılır. Uyanılmasa bile sabahtır. Bir aydınlık vardır. Sonra ya tavana ya halıya bakılır. O da uyandı bir sabah. Halıya baktı. Ayılana kadar. Bilekliğinde kalan son boncuk tanesine baktı. Uzandığı yerde oturur pozisyona geçti. “Çok az kaldı” dedi. Kalkıp yüzünü yıkamak için banyoya geçti. Yüzünü yıkadı. Aynaya baktı sonra. Aynada saçına baktı. Saçında kalan tek siyah tele baktı. “Senin için de az kaldı” dedi aynadaki saçının içinde kalan tek siyah tele. Yüzünü kuruladı. Odasına gidip üzerine bir hırka aldı. Sonra mutfağa geçti. Ketıla su doldurdu. Dolaptan kahvaltılıkları çıkarıp masaya koydu. Sonra mutfaktaki televizyonu açtı. Tam zamanında. Açar açmaz haberler başlamıştı. Hep böyle olur. “Günaydın. Dünya’dan haberlerle karşınızdayız. Pardon ağız alışkanlığından yanlış söyledim kusura bakmayın sayın seyirciler. Yarınya’dan haberlerle karşınızdayız.” Dünya değildi artık. Dünya yoktu artık dersek daha doğru olur. Yok olmuştu. Puf diye. Orada kalan insanlar da yok olmuştu.

Ketılın tuşu attı bu arada. Sallama çayı bardağa koyup üstüne suyu döktü. Sonra masaya oturup kahvaltısını yaptı. Robot arılardan yapılan balı, klon ineklerden sağılan sütle yapılmış peyniri ve yoğurdu yedi.

Şimdi “Neresi bu Yarınya ve nasıl bir yer?” dediğinizi duyar gibiyim. Açıkçası ben de bilmiyorum. Sadece Dünya’nın yok olacağını anlayan bilim insanlarının ve onlara inananların geldiği bir gezegen. İsmini de; Dünyadayken bu gezegen bulunduğunda “Yarınımızı bu gezegende yaşayacağız” demelerinden dolayı ve Dünya ismine de espritüel bir yaklaşımla koymuşlar. Bir de yukarıda söylediklerim var. Bu kadar. Şuanlık başka bir şey bilmiyorum gibi. Devam edelim.

Kahvaltısını yaptı. Ama kalkmadı masadan. Çayını tazeledi. Haberleri izlemeye devam etti. “Bir zam haberi ile devam ediyoruz. Boncuğu biten ve saçları tamamıyla beyazlayan insanların ölümden kaçmak için girdikleri odaların konaklama ücretine yüzde üç zam geldi. Yapılan zamma tepkiler sürüyor.” Haberi duyduktan sonra acıyarak gülümsedi televizyonda görünen insanlara. “Ne kadar enteresan. Ölümden kaçmak isteyen insanları yumuşak duvarlarla örülü, tek kişilik bir odaya tıkıyorlar. Odadaki insanların boğazından tüm malzemeleri optimum konulmuş olan çorbadan ve sudan başka bir şey geçmiyor. Önceden yemek veriyorlardı. Yemek birinin boğazında kalıp ölünce sıvıdan başka bir şey vermemeye başladılar. Tuvalet ihtiyaçlarını kaplara yapıyorlar. Baya sefil bir hayat aslında. Şimdi orada yaşıyor mu oluyorlar yani? Hem bir yere tıkılı kalıp, sadece durarak kaçmak nerede görülmüş?” diye düşündü.

Dünya'nın yok olacağını bildikten sonra insanların da ne zaman öleceğini bilebilir miyiz diye sorgulamış bilim insanları. Ani gelişen hiçbir şey olmazsa -buna her türlü kaza ve intihar denilebilir- insanların hangi sene öleceğini buldular veya bulduklarını sanıyorlar. Bunu bulduktan sonra insanların doğum gününde doğduğu saatte kaybolan boncuklar yaptılar. Herkesin ne zaman öleceğini hesaplayıp ne kadar yılı kalmışsa o kadar boncuk verdiler üstüne ölümü daha da fazla hatırlatmak için yine insanların doğum gününde doğduğu saatte saçlarından bir telinin beyaza dönüşmesine neden olan bir ilaç verdiler. Bu olanlar yüzünden artık kimse doğum günü kutlamıyor Yarınya’da. Kimse doğru düzgün sevinemiyor bile. Bir boncuğun daha kaybolmasını atlatana kadar diğer boncuğun kaybolma zamanı geliyor. Aynaya her baktıklarında saçlarının beyaza dönüştüğünü görüyorlar. Kimisi buna dayanamayıp intihar ediyor. Aslında insanlar Dünya’da da öleceğini biliyordu ama çoğunlukla hiç ölmeyecek gibi yaşıyordu.Şimdi ölmelerine kaç yıl kaldığını biliyorlar ama her an ölecek gibi üzüntüyle yaşıyorlar. Gerçekten garip. Neyse.

O da sona yaklaşıyor. Bir boncuğu ve beyaza dönüşmeyen bir saç teli kaldı. Yaklaşık bir saat sonra son kalan boncuk kaybolacak, siyah saç teli de beyazlayacak. İçinde korku var aynı zamanda bir teslimiyet, rahatlama da var. Artık bazı şeyleri gerçekten son defa görecek duyacak, tadacak, yaşayacak olmanın hüznü de var.

Dün işe istifasını verdi. Son aylarını veya haftalarını, günlerini, saatlerini sevdiği şeyleri yapmak için harcayacak. Denize gidecek, sahilden deniz taşları toplayacak, teleskopla gözlem yapacak; dolunay olan bir gece ormanda kalacak mesela, gecesinde yıldızları, Ay’ı seyredecek; sevdiği tüm yemekleri yiyecek, tatmadığı yiyecekleri tadacak; klonlanan atlara binecek… Bunların bazılarını normal zamanında da yapıyordu. Ama artık belki de son kez yapacak.

Kahvaltı masasını topladı. Odasına gidip çantasını hazırladı. Küçük bir ayna da koydu. Gideceği yerde kendisine saçlarına bakabilmek için. Sahilde kiraladığı eve gidecekti. Artık boncuğunun kaybolmasına ve siyah saç telinin beyaza dönüşmesine çok az kalmıştı. Kapıya doğru gitti. Ayakkabılarını giydi. Kapıyı açtı. Boncuğuna baktı. Üç. İki. Bir. Sıfır.

Ahmet Can