Ayna

Alime Büşra Hamzayev

Kelimeler: Boncuk, dönüş, ayna.

AYNA

Tam üç ay önce bu aynanın ötesinden geldim buraya. Tek başıma nasıl yaşayacağımı düşünmeye fırsatım bile olmadan. Bu ayna bana bahşedilmiş bir hayat diyorum ama yalnız başıma kimsenin olmadığı bu küçük dünyada ne için bahşedilmiş olabilir ki. Şans eseri mi gelmiştim buraya, sahiden bilmiyorum. Üç ay önce, o korkunç günde fırtınadan kaçarken ayna beni kendine çekip buraya getirmişti. Tesadüflere anlam yüklemeyi dünyada bıraktığım için buraya geldiğim günden beri nedenli soruları cevaplamıyorum.

Çatı katından oluşan aynanın içi tıpkı dünyadaki gibi. Çatı katı diyorum ama aşağıyı göremiyorum. Bir hayal alemi gibi. Sağ tarafında bir kapı, oradan çıkınca yaklaşık bir dönümlük tarla var. Bazen, kendimi bir bilgisayar oyununda gibi hissediyorum. Kapının girişinde tohum paketleri var. Nasıl ekileceği Allah’tan üzerinde yazıyor yoksa ben böyle şeylerden hiç anlamazdım. Neyse işte, geldiğimden bir on gün kadar sonra tohumları ektim. Sulamak için tarlanın başında bir kuyu vardı. Pakette yazdığı gibi düzenli aralıklarla suluyorum. Her gün, biraz daha büyüyen bu bitkilerle konuşuyorum. Yalnızlığımdan mı bilmiyorum ama sanki bana cevap veriyorlar, hissediyorum. Acaba ne çıkacaklar merakla da bekliyorum. Aslında çıkmaları için üç ay uzun bir süre. Sebze ise eğer bir buçuk ay içinde vermesi gerekmez mi? Gerçi ben pek anlamadığımı söylemiştim.

Bu arada beni kim buraya getirdiyse terasta diğer kapının ardındaki mutfağa her şeyi koymuş. Denemediğim tarif kalmadı üç ayda. Burada ne kadar kalacağımı bilmiyorum. İlk başlarda kendi kendime olmak, yalnız kalmak çok iyi gelmişti. Fakat gün geçtikçe sıkılmaya başladım. Daha doğrusu boğulmaya. Her şeyin normale döneceği o gün için ümidimi de kaybediyorum. Son günlerde hiçbir şey yapmak gelmiyor içimden. Sadece yatıp vaktin geçmesini istiyorum. Burada farklı farklı kitaplar da var. Okumadığım öykü kitabı kalmadı. Sanırım biraz da her şeyin bittiği ana yaklaşıyorum.

O korkunç günün sabahında yurtta kızlarla kahvaltı yapmak için yemekhaneye çıkmıştım. İlk Büşra gelmişti. Büşra’ya ben çok korkunç bir rüya gördüm dememle Büşra’nın da benimkinden daha korkunç olamaz demesi ve ikimizin de aynı rüyayı görmüş olması bizi oldukça şaşırtmıştı. Biz konuşurken Zehra gelmişti. Ne gariptir ki Zehra da o gün rüyasında savaş görmüştü. O günler sürekli kötü haberler görüyorduk. Doğa olayları, devletlerin güç yarışları. Büyük ihtimal bunların etkisiydi ama o rüya hala aklımdan çıkmaz, çok etkilenmiştim. Saat altı buçukta Kızılay’da ingilizce kursum vardı. Sınıfta altı kişiydik. Bir arkadaşım okulların üç hafta tatil edildiğini söyledi. Bu durumu bekliyorduk ama üç hafta ne de uzundu. Türkiye’de ilk vaka bir gün önce çıkmıştı. O an beynimin durduğunu hissetmiştim. Olaylar o kadar ilginç şekilde ilerliyordu ki sahiden anlam veremiyordum. Dersin bitmesine az kalmıştı. Ders çıkışı arkadaşlarımla yemeğe gitmiştik. Mekandaki televizyonda haberler vardı. Polatlı’da korkunç bir kum fırtınası olduğu, internet ve elektrik bağlantılarının kesildiği, şehrin karanlığa büründüğü yazıyordu. Bu o gün aldığımız bilmem kaçıncı kötü haberdi. Uzmanlar bu fırtanının kötü sonuçlara neden olacağını söylüyordu. İran-Amerika savaşları, bir yandan Suriye’deki İsrail, Rusya ve Türkiye çatışmaları, Uçak, çığ kazaları, virüs illeti ve bizim yaşama çabamız. Bu kadar olayın üstüne sokağa çıkma yasağı ihtimali. O an zihnim nasıl durduysa yemek yerken dalmıştım. Ankara’da anonslar geçmeye başlamış, ben duymamıştım. Arkadaşım: Nermin diye diye beni dürtünce kendime gelmiştim. Fırtınanın merkeze yaklaştığını hemen eve gitmemiz gerektiğini söylemişti. Hemen buradan çıkıp durağa doğru koştuk fakat otobüsü kaçırmıştık. Taksiler geçiyordu fakat hiçbiri durmuyordu. Trafik öyle kalabalıklaşmıştı ki bu şekilde yurda gitmemiz imkansızdı. Üzerimize gelen fırtınanın farkındaydık. Genzim yanmaya, başım da ağrımaya başlamıştı. İnsanlar oradan oraya koşturuyordu. Bense öyle kala kalmıştım. Etrafıma bakındım. Gözüme, mağazaların önünde kocaman bir ayna göründü. Daha önce burada değildi, eminim. Sanki bir çekim gücü vardı ve beni kendine çekiyordu. Ne olduğunu anlamadan ona doğru koşmaya başladım. Son adımımı atmadan korkunç bir ses duydum. Tam adımımı atarken başımı çevirdim. Öyle korkunçtu ki ya dünyaya bir meteor çarpmış ya da dünyanın sonu gelmişti. Gözlerim yerinden çıkacak gibiydi. Fakat son adımımı atmamla uykuya dalmam bir oldu. Uyandığımda işte tam buradaydım. O gün bu gündür ne olduğunu merak ediyorum ama anlamam için geri dönmem gerekiyor. Geri nasıl döneceğimi ise asla bilmiyorum. Sabretmek ve umudumu kaybetmemekten başka yapabileceğim bir şey yok.

Her sabah kalkar kalkmaz ilk işim, bahçeyi sulamak oluyor. Suladıktan sonra bir iki lokma bir şeyler yiyip, elime çayımla bitkilerle konuşmaya gidiyorum. Bir uzmanın açıklaması vardı. İnsan, kendi kendine eşyalarla konuşuyorsa sıkıntı yok ama konuştuklarından cevap duyuyorsa o zaman bir sorun olabileceğini söylemişti. Ben, henüz cevap alamıyorum. Hissediyorum aslında cevap veriyorlar ama duyamıyorum. Fakat cevap alacağım günü sabırsızlıkla bekliyorum. Yalnız başıma cevap almadan konuşmaya çalışmak beni çok sıkıyor. Sanırım bugüne kadar yaşadığım her şeyi anlattım onlara. Bugün biraz biraz tomurcuklanmışlar. Bu beni ziyadesiyle mutlu etti. Ahh bitkilerim, dünyada İran Amerika’ya savaş açmıştı. O gün her şey bitti, dünyanın sonu geldi demiştim. Fakat şu halimize bakın. Burası neresi, biz nasıl geldik. Hiçbir şey bilmiyoruz. Belki de o savaş ardından gelen kazalar ve son olarak virüs felaketi. Dünyanın sonu dediğimiz şey, küçücük bir oyun olmasın. Allah, sonumuzu getirmediği halde insanlar sonu ister gibi hırsa bürünüp kurdukları oyunlarla bizi bu hale getirmiş olmasınlar. Belki şu an bile ben dış minnakların bir deneyi içinde olabilirim, kim bilir. Çin’in Amerika’ya Amerika’nın Çin’e attığı top belki de her ikisinin ortak mahsulüdür.

‘’Sen takma kafana Nermin, senin savaşın sana yeter.’’

O da kim? Sanırım biraz önce söylediğim şey gerçekleşti. Artık cevaplar duyacağım. Etrafıma bakınıyorum ama hangisinden bu ses.

‘’Buradayım Nermin, yanındaki ilk tomurcuğun içinde. Henüz dönüşümüm tamamlanmadı, sana görünemiyorum.’’

-Kimsin sen nasıl konuşuyorsun?

‘’Senden beslenen bir boncuk bitkisi.’’

-Boncuk bitkisi mi? İlk defa duydum.

‘’Bu çok normal. Çünkü biz laboratuvarda üretilmiş tohumlarız. Yıllardır ekilmeyi bekliyorduk. Üreticimiz bizi ürettiği zamanlar her şey gizliydi. Bizi dünyada kötülüğü azaltmak için üretmişti. Deneyler başarılı olursa bir gerçeği ortaya çıkaracaktık. Fakat diğerleri bu olacaktan korkup üreticilerimizi öldürdüler.’’

-Üreticileriniz kimdi??

‘’Muhsin Okuyucuoğlu, Esad Koşan ve daha birçoğu.’’

-Onları biliyorum. Suikasta kurban gittiklerini de ama böyle bir durum olduğunu bilmiyordum.

‘’Yakın arkadaşları hariç kimse bilmiyor.’’

-Peki beni buraya çeken neydi?

‘’Kendi içine geldin. Ayna senin içinde gizlediklerine çekti ve sen onların yakın arkadaşısın. :)‘’

-Ama onlar yıllar önce öldü. Hiç tanışmadık.

‘’Ah küçük dünyalı, öğrenecek çok şeyin var. Her şey maddesel değildir. Duygusal bağlar da vardır. Bunlar görünmez, o ayrı.’’

-Pekii… Dönüşüm dedin, neye dönüşüm?

‘’Boncuklara. İnsanları robotlaştıracakları çiplere karşı masum boncuklara. E tabi sen de bizim üreticimiz olacaksın.’’

-Nasıl?

‘’Bitkiden boncuğa dönüşümü tamamlanan her fideyi toplayıp boncuk dizeceksin. Fakat dönüşümümüz biraz uzun sürebilir.’’

-Ne kadar mesela?

‘’Bilmem bekleyip göreceğiz.’’

-Üç ay oldu ben geleli. Gerçekten umudumu kaybetmiştim. Üzülme ama sizi bekleyebilir miyim bilmiyorum.

‘’Başka çaren yok ki. Ne yapacaksın? Dünyanın bile ne durumda olduğunu bilmiyorsun. Her şeyin normale dönmesini istiyorsun ama her şeyin normale dönmesi için öncelikle sabretmen gerekiyor. Yaşadıklarını gözden geçirdin, peki dersini aldın mı? Bu dünyanın kuralı bu, ders almak. Fakat öyle özlü sözler edip ders aldım deyip her şey normale döndüğü gün, hiçbir şey olmamış gibi davranmamalısın.’’

-Her şey normale dönecek mi bilmiyorum ama sanırım dediğin gibi sabretmekten ve ders alarak beklemekten başka çarem yok. Belki senin dönüşümün, boncukların birliğine ve birliğin gücü de imkansızın olmadığını gösterecektir bize. Dünyayı, yalnız ben değil ama benimle dönüşen koca bir biz kurtarabilir belki de. O halde güzelliklere ve iyi bir dünyaya niyet alalım boncuk.

‘’Dönüşümüz; Güzelliklere ve iyiliklere olsun.’’

Alime Büşra İnce

bu cümlede hata var gibi. tam çözemiyorum ama.