Çilek Kokusu

Hacer Çiftçi

Elindeki aynayı sakince bıraktı somyanın üzerine. Kaneviçe işlemeli yastıkları düzeltti, perdeyi çekti, camı açtı sabahın mahmurluğu evin üzerinden de kalkıp gitsin diye. Bir gölge gördüm sandı, üşengeç üşengeç tekrar baktı ama bir şey göremedi, sonra yaprak hışırtıları geldi kulağına, perdeyi aralayıp sesin geldiği yöne baktı. Yine oradaydı. Sessizce evden çıktı “Bu defa kaçamayacaksın benden!” diye söylendi.

Yaprakların üzerinden yavaşça yürüyordu fark edilmemek için; başını kaldırdığında ufacık bir an donakaldı. İşte göz göze gelmişlerdi sonunda. Günlerdir tavşan kaç tazı tut oynuyorlardı. Gözlerine baktı Mahmut’un. Çakmak çakmak yanıyordu. Eline terliği kapıp, “Seni gevurun dölü, hadi şimdi de kaç bakalım!” diye gürledi Gülizar. Mahmut başını hızlıca iki yana çevirdi, etrafı kolaçan edip ne taraftan daha kolay kaçacağının hesabını yaptı hemencecik. Gülizar neye uğradığını anlamadan, kedi hızıyla yanından fırlayıp kaçtı… Bahçenin duvarını aştığında derin bir nefes aldı. Terden sırılsıklam olmuş bedenini bulduğu ilk ağacın gövdesine yasladı. Eliyle boynunda asılı duran hacı boncuğunu kontrol etti. Çok şükür yerindeydi. Kırmızı akik taşından yapılma kolyenin ortasında büyük kalp şeklinde bir taş, etrafında da siyah değersiz boncuklar vardı. Sürekli boynunda taşırdı bu kolyeyi Mahmut, bu yüzden adı “Kız Mahmut”a çıkmıştı. Aldırmıyordu, annesinden kalan tek yadigardı bu kolye. İçerde annesi kefene sarılmış sabah olsun da gömsünler beni diye beklerken, aynanın önünde bulmuştu Mahmut kolyeyi. Küçücük ellerine almış, bir süre donuk gözlerle bakmış, bir daha çıkarmamak kararı ile boynuna takmıştı. Babası, babaannesi, anneannesi defalarca ikna etmeye çalışmışlardı ama nafile. Babasından yediği dayaklar da kâr etmemişti. Sonunda herkes kabullenmişti Mahmut’un bu boncuklarla yaşayacağını. İşte 16 yaşındaydı ve herkes onu “hacı boncuklu kız Mahmut” diye tanıyordu. Eliyle bir iki defa boncukları çevirdi, yerli yerinde olduğundan emin olduktan sonra biraz daha dinlenmiş buldu kendini ve döşüne topladığı çileklerden birkaç tanesini dalıyla yaprağıyla attı ağzına. Kıvırıp torba haline getirdiği tişörtünün pembeye boyanmış olmasına aldırmadı.

Gülizar hırsından tırnaklarını yiyordu. Dönüp dönüp camdan bakıyor, en ufak kıpırtıda yerinden yekiniyordu. Kollarındaki boncuklu bilezikleri sallanmasınlar diye dirseklerine doğru çekti. Saçlarını hırsla topladı. Somyanın üzerine bıraktığı aynayı aldı eline, sağına soluna döne döne baktı kendi yüzüne. Sonra gururla aldığı yere bıraktı. Kaneviçe işlemeli yastıkları eliyle sıvazladı. Annesinin el emeği göz nuruydu bu örtüler. Yıkar ütüler yeniden serer, karşısına geçer izler, gülümser, elleriyle yeniden ve yeniden okşaya okşaya düzeltirdi. Annesi öldükten sonra babası yeniden evlenmiş, yeni kadın Gülizar’ı istememiş, o da anneannesinin evine gelmişti. Gelirken de evden hırsız gibi yastıkların üstündeki örtüleri alıp beline sarmış, üstüne gömleği indirmişti. O gün bugündür somya aynı somya örtü aynı örtüydü… Ama Gülizar bambaşka bir Gülizar’dı. Sahipsizliği başına hep bela olmuş, kendisine kafayı takmış olan bakkal Rıza’nın oğlu bir gün okul yolunda Gülizar’ı arabasına atıp ortalıktan kaybolmuştu. Günler sonra saçı başı dağılmış halde anneannesinin kapısını çalmıştı Gülizar. Bu dönüş bir terk edişti aslında, çocukluğunu, genç kızlığını, anne kuzusu Gülizar’ı zorunlu bir terkedişti. Öyle bir dönüş ki, ne kapıyı çalmaya, ne ağlamaya ne de hayatın bir ucundan tutmaya mecali kalmamıştı. Anneannesi Gülizar’ı bir güzel yıkamış, karnını doyurmuş, yolunmaktan tortop olmuş saçlarını ağlaya ağlaya, okşaya okşaya taramış, günlerce Gülizar’ı evde saklamıştı. Bakkal Rıza’nın oğlu o hafta sözlüsüyle evlenmiş, Gülizar’ın adı “Dul Kız”a çıkmıştı. . Anneannesi öldükten sonra babası arada uğrar halini hatrını sorar olmuştu ama Gülizar’ın yalnızlığı kaneviçelerle birlikte her gün biraz daha solmuştu. Onu hayata bağlayan tek şeydi neredeyse bahçesi. Rengarenk sardunyalar, ortancalar ve mis kokulu çileklerle uğraşmak onu oyalıyor, bir nebze unutturuyordu ona insanların kötülüğünü.

Mahmut 16 yaşında, Mahmut delikanlı, Mahmut öksüz, hacı boncuklu kız Mahmut… Gülizar 27 yaşında, Gülizar yaşı geçmiş, Gülizar öksüz, Dul kız Gülizar… Hayat ikisini bu bahçede, ikisinin de çok sevdiği çilek kokusunda birleştiriyordu her gün. İkisi de hayatla kavgalıydı, ikisi de birbiri ile kavgalıydı. İkisi de gizliden birbirine sığınıyor, Gülizar Mahmut’un yolunu gözlüyor, Mahmut Gülizar’a yakalanmadan bahçeden çıkmıyordu. Kim kaçıyor, kim kovalıyor belli değildi; ama hayat ikisini birden aynı yerden yakalamış, kim kime geç kalmış, kim kime erken gelmiş umursamamıştı…