Dünya’ya Dönüş

Mehmet Faruk Kurt

Mehmet Faruk Kurt

I

Aynanın karşısında üzerinde büyük yeşil yaprak desenleri olan beyaz gömleğimin düğmelerini ilikliyorum. Uzun zaman oldu dışarı çıkarken güzel bir elbise giymeyeli. Hatırlamakta zorlanacağım kadar uzun. Sertiga’nın ilk kurallarından biriydi bu. İstisnai durumlar haricinde üniformasız dışarı çıkmak yasaktı. Pencereye bile. Bu yüzden perdeler ancak dışarı çıkarken, kimse evde olmayacaksa açılabiliyordu. Gelir gelmez de kapatılıyordu. Aksi halde her an biri üniformasız halimizi görüp yargılanmamıza sebep olabilirdi. Dünya’dan buraya sınırsız özgürlüğümüz için gelmiştik. Arzuladığımız şeyler konusunda birtakım özgürlüklere kavuştuk, evet. Fakat karşılığında hiç de küçük şeyler vermedik.

Alt kata iniyorum. Küçük kızım önündeki deftere bir şeyler çizmekle meşgulken ablası ipe boncuk dizmekle uğraşıyor. Bu boncuklar buraya, bu gezegene gelirken getirdiğim en kıymetsiz şeylerdi. Oysa şimdi her bir tanesi ayrı kıymetli. Çünkü hükümetin ürettikleri dışında bir şey üretmek yasak. Dünya’dan yanında getirenler haricinde birkaç boncuk tanesine erişmek imkânına bile hiç kimse sahip değil. Ah Dünya…

Bodrum kata iniyorum. Kilerin kapısı beni görünce açılıyor, ışık yanıyor. Köşedeki masanın örtüsünü kaldırıp altına eğiliyorum. Bir insan girecek genişlikteki kapağı tutamağından tutup kaldırıyorum. Merdivenden aşağı iniyorum. Birkaç metre aşağıda loş sarı bir ışıkla aydınlatılmış küçük bir dehliz var. Kocam burada bizi dönüş yolculuğuna çıkarmak için uğraşıyor. Burada tek başına ama bu iş için mücadele eden, haftada bir kez bir araya geldiği arkadaşları var. Kocama selam veriyorum. Bana bakıp gülümsüyor. Yanakları içe çökmüş, yüzü solgun. Aylardır aynaya bakmıyor. Kendi hâlinin farkında değil. Bugünler geçip Dünya’ya döndüğümüzde ona kendi ellerimle en güzel yemekleri yapacağım. Burada yapamıyorum. Burada yemek yapmak yasak.

Kocam bizi buraya getiren uzay gemisini tasarlayan ekipte yer alıyordu. Sertiga’nın, şirket olan Sertiga’nın, dünyanın en zeki mühendislerini bir araya getirerek galaksiler arası yolculuk yapacak bir gemi tasarlama fikrine hizmet edenlerden biriydi yani. Birkaç sene süren çalışmaların sonucunda ilk gemi yola çıktı. Önce içinde bulunduğumuz galaksiye, sonra da bu gezegene geldi. Bütün yaşam koşullarının insan yaşamına uygunluğu tespit edildi. Gezegene şirketin bayrağı asılıp adı verildikten sonra gemi ve mürettebat geri döndü. Gezegen öyle cezbediciydi ki, bir gün bu gezegene taşınma fikri bütün insanların rüyalarını süslemeye başladı. Ancak elbette sadece şanslı azınlığın elde edebileceği bir nimetti bu. Ne şans ama!

İlk önce birkaç tane yük gemisi üretilerek peş peşe bu gezegene yollandı. Gelen gemilerden inen iş makineleri ve ustalar, gezegenin en güzel yerine Sertiga’nın hükümet binasını, etrafına da yatay mimari esasıyla on binlerce ev inşa ettiler. Her biri son teknolojiyle donatılmış müstakil evler. Her birinin mimarisi, boyutları ve renkleri aynı olan evler. Çünkü bu gezegende her şeyden önce eşitlik esas olacaktı. Bu müthiş bir ütopya gibi görünüyordu gözümüze. Oysa eşitliğin özgürlük ve adalet getirmediğini öğrenmemiz, ancak bu gezegene geri dönüşü olmayacak bir şekilde gelişimizden sonra mümkün oldu.

Hükümet her şeyden önce gezegendeki hükümet üyeleri dışındaki her ferdin eşitliğinin sağlanmasından kendini mesul tutuyor. Bunu da, başta robotların desteğiyle büyük bir ustalıkla gerçekleştiriyor. Ancak eşitliğin sağlanması için feragat edilen bir sürü şey insanların huzurunu bozuyor. Mesela hükümet görevlileri dışında hiç kimse, bir başkasının görebileceği bir yerde üniformadan başka kıyafet giyemez. Çünkü bu durum eşitlik ilkesine aykırıdır. Bu yasaya yasayı çıplak dolaşarak protesto eden ama yasal olarak suçlu bulunamayan birkaç kişiden sonra üniformayı giymiş olma zorunluluğu da eklendi sonradan.

Her gün her evde aynı yemekler pişiyor. Yemek pişirme işi mutfaktaki robotlar maharetiyle gerçekleşiyor. Bulaşıkları toplayıp yıkayanlar da onlar. Evin süpürülmesinden çamaşırların yıkanmasına kadar her şey duvarlardan çıkan robot kollar maharetiyle hallediliyor. Evin herhangi bir yerine fırlatılıp atılan kıyafet ertesi sabah yıkanmış, kurulanmış ve ütülenmiş bir halde giysi dolabında bizi bekliyor.

İş meselesi mi? Kimsenin işi yok. Ekim, dikim, toplama işleri; besleme, büyütme, sağma, kesme, doğrama işleri; dikme, biçme işleri gibi aklınıza gelebilecek her türlü ihtiyaç şirketin imkânlarıyla herkese eşit olarak sunuluyor. E 5397 yılının teknolojisi, o kadar olsun. Dünya’da hâlâ insanların çalıştığı kabahat.

Peki bütün bunlara rağmen bizi huzursuz eden ne? Eşitlik vurgusu öyle aşırı bir halde ki. Mesela herkes belli saatler arasında evden çıkmakla yükümlü. Aksi halde güneş ışığından eşit şekilde istifade edilmemiş oluyormuş. Elbette birtakım özgürlüklerimiz var. Dışarı çıktığımızda bisiklet sürmek, yürümek ya da bahçede oturmak gibi seçeneklerden birini seçebiliyoruz. Eksik olmasınlar, lütuf buyurmuşlar.

Bütün bunları bilmiyor muyduk buraya gelirken? Bilmiyorduk diyebilir miyim bilmem, sanki düşünememiştik daha doğru bir kullanım. Çünkü şirket eşitlik propagandasını öylesine kuvvetli yapıyordu ki, eşitliği matah bir şey zannedip sözün büyüsüne kapıldık.

Şimdi içinde bulunduğumuz bu durumdan kurtulmanın peşindeyiz. Bu dehlizi bahçe küreğiyle kazarak kocamla açtık. Kocam burada aylardır geri dönüş için bir uzay gemisi tasarlamakla uğraşıyordu. İşinin sonuna gelmiş. Önünde duran istif edilmiş bir yığın kâğıdı birazdan arkadaşlarına teslim edeceğini söyledi. Son rütuşları yapıyormuş. Dönüş gemisi için bütün çizimler tamammış. Ona sarıldım.

II

Dün gece 5401 yılına girişimizi kutlarken kapının altından bir not atıldı. Geminin inşasının tamamlandığı haberi gelmişti. Hem geminin inşası, hem de böyle büyük bir şeyi hükümetten gizlemek kolay olmadıysa da sonunda başarılmıştı. Sabah erkenden hazırlanıp arabamızla yola çıktık.

Şirket buraya sadece seçkin aileleri getirdiği için henüz büyük bir güvenlik sorunu oluşmamıştı. Oluştuğu takdirde de cezalandırmak hükümet için oldukça kolaydı. Her ailenin eşitlik şartlarından kaynaklı olarak sadece bir evi bulunduğu için, bir olaya karışma durumu söz konusu olduğu takdirde suça karışan kişinin evindeki her türlü işleyiş bir süreliğine durduruluyordu. Robotlar çalışmadığında temel ihtiyaçların bile görülmesi mümkün olmadığı için birkaç saat içinde insanlar yeteri kadar pişman olmuş oluyorlardı. Başka evlere sığınmayı deneyenler, kendileriyle beraber sığınmaya cüret ettikleri evin fertlerini de yakmış oluyorlardı. Hal böyle olunca kimse kolay kolay ne suç işleyebiliyor, ne de hükümet aleyhinde herhangi bir eyleme katılabiliyordu. Güvenlikle ilgili denetimler bu yüzden oldukça gevşekti. Bu sayede şehir dışına çıkarken herhangi bir olumsuz durumla karşılaşmadık.

Dar yollardan, patikalardan, ormanların içinden geçerek ilk hedef noktasına ulaştık. Sonrasında eşyalarımızı omuzlanıp yolun geri kalanını yürüdük. Bu yürüyüş dinlenme ve uyumalarla beraber bir güne yakın sürdü. Sürekli tepelerde dolaşan hava araçlarının belli bir alandaki yoğunlaşmayı fark etmemeleri gerekiyordu. Sonunda uzay gemisinin inşa edildiği yere vardık. Farklı şehirlerden otuz kadar aile de aynı şekilde buraya ulaştılar. Geminin yapıldığı yer çok geniş bir oyuktu. Gemi kalkmaya hazır olduğunda tepenin açılması için hazırlıklar yapılmıştı. Tepeye gemiden geniş bir branda çekilmişti. Brandanın iki ucu tavana saplıyken iki ucu da geminin diğer tarafında yere saplıydı. Kocamın söylediğine göre birazdan tepeyi patlatacaklardı. Tepeden düşecek kumlar ve parçalar çapraz yerleştirilmiş bu brandadan kayacaktı. Hükümet olayı fark etmeden branda açılıp gemi harekete geçecekti.

Bütün aileler gemiye yerleştik. Dışarıyı gösteren pencereler yoktu. Sadece bir gözümüzle bakabileceğimiz küçük delikler vardı. Bu yüzden kalkışı takip etmek mümkün değildi. Birazdan, önce bir patlama sesiyle irkildik. Sonra motorlar çalıştı ve havalandık.

Hareketten bir saat kadar sonra delikten baktığımda arkamızda bıraktığımız güneş sistemini gördüm. Bu galaksinin güneşi, yani Ufulza ortada, gezegenler onun etrafında birer boncuk gibi görünüyorlardı. Birkaç günlük yolculuğun ardından Samanyolu galaksisine girdik. Benim oturduğum yerdeki delikten gezegenler ve Güneş görünmüyorlardı. Ancak en fazla birkaç saatlik yolumuzun kaldığını biliyorduk. Gemi Dünya’ya doğru yaklaşıyordu. Herkes büyük bir heyecanla inişimizi bekliyordu. Birkaç saat sonra delikten Güneş’i görmeye başladım. Artık sadece birkaç dakikamız kalmış olmalıydı. Birkaç dakika geçti. Birkaç on dakika geçti. Birkaç saat geçti. Güneş’in etrafında tur atıp duruyorduk. Birazdan bir anons yapıldı. “Sayın yolcularımız! Dünya yerinde yok. Bulamıyoruz. Bu galakside yaşanacak başka bir gezegen yok. Sertiga’ya dönmemizin mümkün olmadığı da malum. Yaşamak için tek şansımız başka bir galaksi bulmak. Bu ise günler, haftalar, aylar alabilir. Hazırlıklı olun.”

Anonsun henüz başında başlayan uğultu, sonunda kendini ağlamaların, çığlıkların yerine bırakmıştı. Gemi Güneş’ten yavaş yavaş uzaklaşmaya başladı. Birazdan uzay boşluğunda öylece durdu. Delikten dışarı baktım. Karşıda bir başka gemi görünüyordu. Az sonra bir anons daha yapıldı. “Sayın yolcularımız! Sertiga tarafından gönderilen uzay gemileri tarafından etrafımız çevrildi. Telsiz üzerinden kurduğumuz iletişimde söylediklerine göre beş yıl önce Dünya’yı parçalayarak yok etmişler. Birazdan da bizi yok edeceklermiş. Lütfen son duanızı edin.”

Delikten gördüğüm gemiden kırmızı bir ışı