Bab-Al Rahaba

Zeynep Şahin

*Kelimeler: Şeker, lale, şamdan

**Ek zorluk: İdlip/ Halep’te yaşanan iç savaşın etrafında bir öykü yazmak.

Bab-al Rahaba[1]

-Buraya gel görecekler seni. Sakın sesini çıkarma tamam mı?

Abim elimden tuttu. Duvar dibinde sessizce ilerledik. O durunca ben de durdum. Çok yakınımızda olmalıydılar, konuşma seslerini duyuyordum. Boynumdan göğsüme doğru bir ter damlası aktı.

Biliyordum ki abime güvenirsem vurulmazdım. Ona baktım. Elindeki silahı tam bir asker gibi kavramış tetikte bekliyordu. Ben de onun gibi kaşlarımı çatıp nefesimi tuttum.

-Bir. İki. Üç. Koş Affan!

Bağırış çağırışlarla herkes birbirine ateş etmeye başladı. Sonra silah diye kullandığımız terlikleri bir kenara bırakıp dövüşmeye başladık. Kimin kime vurduğu belli değildi. Uzun bacaklara saldırmaya başladım. Nereden geldiğini anlamadığım bir tekme beni yere savurdu. Tekrar ayağa kalkıp abimle dövüşen çocuğun tişörtünü çektim. Eymen, Mubarak ve Abdulbaki yardıma koştular. Elebaşlarını rehin aldık. Biz kazanmıştık.

Motor sesini duyunca hepimiz sevinçten çılgına döndük. Saffet Abi. Üç tekerlekli kırmızı motorunun arkasına yüklediği kolilerle tozu dumana katarak geliyordu. Çığlık çığlığa peşine takıldık. Bazıları motorun paslanmış kırmızı demirlerine tutunup binmeye çalışıyordu. Saffet Abi motorun arkasına binenlere kızardı. Ben de bunun yerine doğrudan Saffet

Abilerin dükkanına koştum. Dışarıdan bir depo gibi görünen bu demir kepenkli dükkanda her şey bulunur. Eksik bir şey varsa Saffet Abinin not defterine yazması yeterlidir. Bir keresinde ayakkabı geldiğini bile görmüştüm. Kim bilir “dışarıdan” neler getirmişti bu sefer?

Vardığımda kolileri yerleştirmeye başlamıştı bile. Ona yardım ettim. Un çuvallarını sürükleye sürükleye içeri taşıdım. Büyüyünce ben de onun gibi motora binebilmek, dışarıyı görmek istiyordum.

-Maşallah Affan, aferin.

Bütün paketleri yerleştirdikten sonra geriye ufak, pembeli mavili bir karton kutu kaldı. Onu da tezgaha yerleştirdi Saffet Abi. İçinde ne olduğunu çok merak etmiştim. Kutuya baktığımı görmüş olmalı ki “Affan.” dedi. “Al bakalım. Bu senin.”

Kutunun içinden parlak bir kağıda sarılmış ince bir çubuk çıkardı.

“Ama kimseye gösterme, sonra herkes bedava şeker ister.”

Elimdekine bakakalmıştım. Uysalca başımı salladım. Ona yeterince teşekkür edemeyeceğimin farkındaydım. Omzumu sıktı, sırtıma hafifçe vurdu.

Şekerin kağıdını nasıl açacağımı bilemedim. Dişimle parçalamaya çalıştım. Abime mi götürseydim? Yok. Diğerleri de görür. Babam hala dönmediği için bu şekeri parayla almadığımı herkes anlar. En iyisi neneme götürmek. O her şeyi bilir.

Yan yana iki kişinin bile sığamadığı daracık koridorları koşa koşa geçtim. Eskiden, hepsi birbirine benzeyen iki yanı odacıklarla sıralı bu dar geçitlerde kaybolmaktan çok korkardım. Burada her aile tek bir yerde yaşar. Önceden bizim bölmede halamlar da kalıyordu. Sonra Kerim amca diğerlerinin de desteğiyle kendilerine bir oda ekledi. Perdeyi aralayıp bizim eve girdim. Nenem tesbih çekiyor bir yandan da beşikteki minik Hifa’yı uyutuyordu. Yanına çömelip Hifa’yı izledim. Şimdiye dek gördüğüm en güzel şeydi.

-Çok küçük değil mi nene?

Nenem mırıltılarının arasında bana tebessüm edip başını salladı. Elleri birden başımı buldu ve kendine çekti. Kuru dudaklarıyla önce alnımı sonra da kulağıma yakın bir yeri öptü. Anneme baktım, hâlâ çok hastaydı.

-Nene, anneme şeker vereyim mi? Saffet Abi verdi, bak.

-Annen şimdi halsiz Affan’ım. Yese de tadından birşey anlamaz zaten. Saffet şeker mi getirmiş?

-Evet nene kolileri taşıdığım için bana hediye etti. Nasıl açılıyor?

Nenem çubuğa takılı şekerin parlak kağıdını büküp açtı. Ortaya kafamdan daha yuvarlak kırmızı bir şeker çıktı. Önce biraz ısırdım, kırılmaz bir şeydi. Sonra emmeye başladım. Neneme de uzattım. “Yok kuzum sen ye” dedi. Mavi kağıdın kenarlarındaki çiçekleri göstererek “Nene bunlar ne?” dedim.

-Çiçek bunlar. Sana genç kızken çeyizim için işlediğim çiçekleri göstermiştim, hatırladın mı?

-Adı var mı bu çiçeğin?

-Gül, yasemin, menekşe. Baharda her yerde mis kokulu yaseminler açar. İnşallah bir gün dışarı gidip kendin görürsün.

-İnşallah nene. Babam dönünce bu sefer çalışmak için beni de yanında götürmesini söyleyeceğim.

-Sen gidersen bize kim sahip çıkacak Affan?

-Abim size göz kulak olur ya nene.

Annemin öksürükleri odayı doldurdu. Yüzü beyaz tülbentiyle aynı renkteydi neredeyse. Elimdeki şekeri ona götürdüm. Öksürmek onu epey yormuştu.

-Affan…

Sadece tebessüm edip ıslak gözlerinin ardından bana baktı. Annemi öptüm.

-Nene, Saffet Abiye söyleyelim ilaç getirsin anneme.

Nenem mırıltılarıyla Hifa’nın beşiğini sallamaya devam etti.

- * *

Herkes uyuyunca odaya aydınlık veren şamdana üfleyip abimle dama çıktık. Şimdi bütün odalar ayaklarımızın altında. Burada abimle konuşarak uyumayı daha çok seviyorum, sanki gökyüzünde bir yerde yaşıyor gibiyiz. Abim bana yıldızları saymayı öğretiyor. Uzaktaki dağ heybetli. Ellerimi birleştirip yüzüme yaklaştırarak dua etmeye başlıyorum. Nenemin bize öğrettiği gibi önce bir fatiha okuyup savaşta ölen bütün akrabalarımın isimlerini sıralıyorum. Allah’tan onları cennette tekrar görebilmeyi istiyorum. Sonra annemin hemen iyileşmesini ve babamın gelip bizi de yanında götürmesini diliyorum. Peygamberimize salavat getirdikten sonra ellerimi bir mektubu kapatır gibi yüzüme sürüyorum. Böylelikle daha hızlı gideceğini söylemişti nenem: “Eğer salavat-ı şerif getirirseniz duanız daha hızlı ulaşır, göz açıp kapayıncaya kadar.”

-Abi sen hiç lale gördün mü?

-Yok görmedim.

-Dışarıdaki bir çiçekmiş.

Abim bana gülümseyip iç çekti. Aklımdaki bütün soruları ona sorma vakti olduğunu anladım.

-Dışarısı nasıldır abi?

-Dışarıda yollar o kadar büyüktür ki insanlar bir yere gitmek için otobüslere biner. Tek başına gitsen kaybolursun.

Göz kapaklarımı açık tutamıyordum. Ama sormaya devam ettim.

-Anneme hiç iyileşmez mi demiş doktor?

Abim geceye bakarak kaşlarını çattı.

-İnandın mı abi?

-Annem iyileşecek Affan. Babam geldiğinde bizi de alacak, annemi başka doktorlara götüreceğiz.

Sessizlik oldu. Abim koluyla beni sardı. Yorgunluktan gözlerim kapandı.

- * *

Rüyamda annem ayağa kalkmış bana gülümsüyordu. O kadar neşeliydi ki hasta olduğunu kendi bile unutmuş gibiydi. Elinde yanan bir şamdan tutuyordu. Birlikte yolları aşıp bir bahçeye vardık. Anneme renk renk çiçekler topladım. Tam ona verecekken elimde bir avuç kum tanesi olduğunu fark ettim. Sonra babam bir motorla yanımıza geldi. Acelemiz varmış meğer. Beni okula götürmesi gerekiyormuş. Başkalarıyla konuştu. Kendimi tekrar burada buldum. Nenemin sandığının içinde okul çantam varmış onu almaya gelmişim. Ama karanlık, bir türlü bulamıyorum kitaplarımı. Biri şamdana üflemiş demek ki. Püffff...

________________

[1] ferahlık, genişlik kapısı