Sarı Lale

Melike Sülev Aydın

Nisan ayı olanca güzelliğiyle kendini hissettirmeye başlamıştı. Yaz kış yeşil kalan Neum şehrinde de çiçekler açmış, kelebekler kozalarından çıkmak için gün sayıyorlardı. Havada baharın kokusunu duyan çocuklar neşe içinde okulun bahçesinde oynuyordu. Okul, köye nazaran biraz daha tepede kaldığı için hava henüz ısınmamıştı buralarda. Serin esen rüzgar, Elmir'in altın sarısı saçlarını okşuyordu. Elmir, gözlerinde hep hüzün taşıyan çocuklardan biriydi. Ne kadar mutlu olursa olsun, gözlerine sinen hüzün bir an olsun bırakıp gitmezdi onu.

Ders zili çalmıştı, öğrenciler aceleyle sınıflara yönelirken okula doğru hızla koşan bir kız çocuğunu fark ettiler. Bu kız Elmir'in kardeşi Mirna'dan başkası değildi: "Abii abii!" diye bağırdı. Nefes nefese kalmış Mirna bir yandan ağlıyor, bir yandan da konuşmaya çalışıyordu. "Abi geldiler, Sırplar geldi, herkesi götürdüler, ben bahçedeki kulübede oynuyordum, askerleri görünce korkup saklandım, beni görmediler." Elmir duyduklarına inanamadı. Ne yapması gerektiğini bilmiyordu fakat kardeşini rahatlatması lazımdı. "Gel hadi gidiyoruz" dedi. Arkalarına bile bakmadan ormana doğru koşmaya başladılar. Yanlarında hiçbir şey yoktu. Okul çantasını bile alamamıştı Elmir. Sadece ninesinin ölüm döşeğinde ona emanet ettiği kurutulmuş sarı lale duruyordu boynundaki muskanın içinde. Muskayı sımsıkı tuttu koşarken. Bu laleyi ninesi ölüm döşeğindeyken, kendisinden istediği Kuran-ı Kerim sayfalarının arasından bulmuş: "Al bunu oğlum ve sakla, bir gün gelecek..." Sözlerini tamamlayamadan şehadet getirerek ruhunu teslim etmişti.

Babasının annesine, komşu köylere gelen Sırp askerlerinin köydeki erkekleri toplayıp götürdüklerini anlattığını duymuştu geçen gün. Kadınları ayrı olarak mahzenlere kapattıklarını da duymuştu. Onlara kötülük yaptıklarını da. O kadar çok korkmuştu ki, babasına bizim köye de gelirler mi, diye soramamıştı bile.

Kız kardeşini onlardan korumalıydı Elmir. Koştular, koştular…

Çocukluğu bu ormanda geçtiği için neresi ağaçlık neresi çalılık çok iyi biliyordu. O yüzden kestirme bir yol bularak deniz kıyısına inmeyi planlanmıştı.

"Abi çok yoruldum" dedi Mirna. Elmir, henüz altı yaşındaki kardeşine sarıldı. Sakın korkma, ben seni hiç bırakmayacağım, diye teskin etti onu. Çok geçmeden deniz kıyısına vardılar. Uzakta bir tekne duruyordu. Bu tekneler Neum şehrinin bereketli topraklarında yetişen taze meyve ve sebzeler için buraya uğrar, köylüleri ihya ederek ülkelerine doğru yola koyulurlardı.

Teknenin sahibi bir Sırp ya da Hırvat da olabilirdi. O yüzden temkinli olmalıydı. O sırada teknenin yanında bulunan orta yaşlardaki adam, onları fark etti. Yanlarına gelerek: “Hava birazdan kararacak, bu saatte ne yapıyorsunuz burada?” diye sordu. "Biz, biz kaybolduk diye cevap verdi Elmir. Annemiz ve babamız öldü. Sadece kardeşim ve ben kaldık." Adam kuşkulu gözlerle etrafına baktı, çocukların peşinde birilerinin olup olmadığından emin olmak ister gibiydi. “Gelin benimle” diye sözüne devam etti. Elmir'le Mirna birbirlerine baktı o an ve başka çarelerinin olmadığını düşünerek adama güvenmeyi seçtiler.

Tekne o kadar da büyük değildi aslında. Kendilerini tekneye çağıran orta yaşlı adamdan başka, biri genç diğeri oldukça yaşlı olan iki adam daha vardı teknede. Başka kimse görünmüyordu. “Aç mısınız?” diye sordu adam. İkisi de başlarını önlerine eğdi. "Oğlum, dolaptan iki sandviç iki de ayran kap gel" diye bağırdı. Genç olan adam koşarak içeri girdi, çok geçmeden elinde iki sandviç ve ayranla döndü. Elmir ekmeği ısırırken istemsizce "Bismillah" dedi. Adam bunun üzerine: “Siz Müslüman mısınız?” diye sordu. Bu soruya evet mi, hayır mı diye cevap vermeleri gerektiğini bilmiyorlardı.

Kısa süren sessizliği Elmir bozdu: “Evet Müslümanız amca” dedi, Boşnak'ız biz. Demek öyle, ben de Türk'üm, İstanbul'a gidiyorum, ismim Necmettin, diye cevap verdi adam. Elmir'in mavi gözleri sevinçle parladı. Tedirginlikle baktığı adama gülümsemişti ilk defa. Bunun üzerine Elmir, okuldan çıkışından itibaren olanları anlattı. Necmettin Bey, duruma çok üzülmüştü: “Korkmanıza gerek yok, lütfen rahat olun” diye ekledi. Elmir'le Necmettin Bey muhabbet ederlerken yaşlı adam tekneyi çoktan hareket ettirmişti bile.

İki kardeş bilinmeze doğru yola çıkmışlardı. Sandviçleri bitince Necmettin Bey çocukları bir odaya alıp, yorgunsunuz hadi uyuyun diyerek yalnız bıraktı. Mirna, abisinin dizine başını koyar koymaz uyudu. Elmir, bundan sonra ne yapacaklarını düşünüyordu. Bugüne kadar değil Bosna’dan, köylerinden bile dışarı çıkmamıştı. İstanbul'da ne yapardı, onlara kim sahip çıkacaktı.. Bu düşüncelerle uykuya daldı.

Sabah martı sesleriyle uyandı Elmir. Kalkıp odada gezinirken, cam kapaklı bir dolap dikkatini çekti. Dolabın içinde irili ufaklı şamdanlar vardı. Yanında renk renk tespihler, köstekli saatler ve çini vazolar… Mirna hâlâ uyuyordu ona seslendi: “Hadi uyanman lazım kardeşim, sabah oldu” dedi. Birlikte odadan çıktılar. Ufukta kara görünüyordu. Demek ki Türkiye'ye varmışlardı. Necmettin Bey çocukların yanına geldi, iyi uyudunuz mu, diye sordu. Yine başlarını eğdiler.

O sırada dışarıdaki masanın üzerine kırmızı topa benzer bir şey gördü Mirna ve ona merakla bakmaya başladı. Necmettin Bey, onun daha önce hiç elma şekeri görmemiş olduğunu fark etti. “Bu bir elma şekeri kızım” “Elma şekeri mi?” diye tekrarladı Mirna. Daha önce böyle bir şey görmediğine emindi. Eline aldı. “Yiyebilirsin, bakalım beğenecek misin?” diye gülümsedi Necmettin Bey.

Elmir'in odadaki eşyaları merak ettiğini tahmin etmiş olmalı ki: “Ben bir antikacıyım evlat” dedi. “İçeride görmüş olduğun eşyalar benim. İstanbul'da bir dükkanım var, sık sık Bosna Hersek'e gelirim. Orada hatırı sayılır müşterilerim var” diye ekledi.

Elmir'in aklındaki soru işaretleri böylelikle kaybolmuş oldu.

İstanbul'da tanıdığım bir dostum var. Onu arayıp sizden haberdar edeceğim, dedi. Elmir minnetle gülümsedi. Mirna koşarak abisinin yanına gelip, abi bu çok güzel bir şey, muhakkak sen de yemelisin” diye seslendi. O kadar mutlu görünüyordu ki…

Sonunda tekne kıyıya yanaştı. Burası İstanbul olmalıydı. Ne kadar gürültülü ve kocaman bir yer diye düşündü iki kardeş. Necmettin Bey onları evlerinde misafir etti ilk gün. Eşi Nermin Hanım ve üç çocuğuyla birlikte yaşadıkları evde.

Necmettin Bey ertesi gün sivil toplum kuruluşunda çalışan arkadaşını arayarak, Elmir ve Mirna'dan bahsetti. Kısa zamanda mülteci çocukların yaşadığı yetimhaneye yerleştirildiler.

Elmir ve Mirna o günden sonra memleketlerinde olanları, yapılan zulümleri, öldürülen insanları ve kaybolan yüzlerce çocuğun haberini televizyondan öğrenebildi. Atalarının topraklarında, insanlık tarihinin en büyük soykırımı yaşanıyordu: Srebrenitsa… Türk halkı birçok yardım kampanyası düzenliyordu Bosna’daki kardeşleri için. Dünya ise bu katliama sessiz kalıyordu…

Yıllar su gibi akıp geçti. Savaş sona erdi, yaralar sarıldı. Elmir Türkiye'ye geldiğinde yedinci sınıfta okuyordu. Şimdi ise üniversite öğrencisiydi. Hem de en çok okumak istediği Tıp fakültesinde. Mirna ise bir yandan eğitimine devam ediyor, diğer yandan ise büyümüş olduğu yetimhanedeki çocuklara gönüllü ablalık yapıyordu.

Elmir fakültede okurken "Gökyüzü Doktorları" isminde bir yardım kuruluşuna dâhil olmuştu. Buradaki Tıp öğrencileri, farklı ülkelerde yaşayan insanları ücretsiz olarak muayene ediyordu. Arkadaşları hafta sonu Bosna Hersek'e gidecekti. Elmir, kimsesi olmasa da doğup büyüdüğü yerleri tekrar görebilmek için bu göreve katılacaktı.

Sabırsızlıkla beklediği gün gelip çattı. Uçak, Saraybosna havaalanına indiğinde kalbi duracak gibiydi. Yıllar önce korkuyla, gözyaşıyla ayrılmış olduğu memleketine bu şekilde döneceğini asla tahmin etmezdi. Yirmi yaşlarında genç bir çocuk onları havaalanından almaya gelmişti. Birlikte araca binip yola koyuldular. Önce bir yetimhaneye gideceklerdi.

Çocukluğunda hiç kaybolmayan hüzün, tekrar gelip oturmuştu yüzüne. Yetimhaneden içeri girdiklerinde gözleri yaşarmıştı çoktan. Arkadaşları Elmir'i yalnız bıraktılar. Elmir kendini toplamalıydı. Koridorda gezerken bir kütüphane gördü. Biraz oturup sakinleşeyim, diye düşündü. Kendini sandalyeye bırakıp başını masaya koydu. İçinde bir yerlerde büyük bir acı hissediyordu.

Bir müddet sonra başını kaldırıp, kitapları incelemeye başladı. O an kütüphanenin ortasındaki kitaplığa dikkatlice baktı. En üst rafta cam fanus içinde sarı bir lale duruyordu. Hem de ninesinin yıllar önce kendisine verdiği ve onun hâlâ sakladığı lalenin aynısıydı bu. Koşarak çıktı ve kendini karşılamaya gelen genci buldu.

“Bakar mısınız, kütüphanede bir lale gördüm, çok merak ediyorum kimin olduğunu. Lütfen beni sahibine götürür müsünüz?” dedi. Genç çocuk: "Tabii, gelin benimle" diye cevap verdi. Müdür odasının kapısına geldiler. Çocuk kapıyı tıklattı: "Babacığım sizinle görüşmek isteyen bir bey var."

Elmir kapıdan içeri girdi. Kalbi durmak üzereydi. Kır saçlı, mavi gözlü, güler yüzlü adam: "Buyrun, beni görmek istemişsiniz" Elmir'in karşısında duran adam babasıydı. "Ben... Ben Elmir. Baba, babacığım” diye bağırdı. Hasretle kucaklaştılar. Gördükleri karşısında şaşkınlığını gizleyemeyen genç ise Elmir'in savaşta doğan kardeşiydi.

Bugün, ninesinin ölüm döşeğindeyken yarım kalan sözü tamamlanmış oldu: "Al bunu oğlum ve sakla, bir gün gelecek bu lale sizi birbirinize kavuşturacak"

Melike Aydın

Bosna Hersek Savaşı’nın acı tablosu:

- - Savaşta hayatını kaybeden sivil ve askerlerin sayısı tahmini olarak 150 bin ile 260 bin olarak belirlendi.

- - 28 bin Boşnak, 14 bin Sırp ve 6 bin Hırvat askeri savaşta hayatını kaybetti.

- - 17,689 kayıp kişiden, sadece 999 tanesine ulaşıldı.

- - Savaşta öldürülen çocuk sayısı 17 bin olarak kayıtlara geçerken, savaş boyunca yaralanan çocukların sayısı 35 bini buldu.

- - 1991'den bu yana 4 milyon kişi yer değiştirmek zorunda kalarak, evini terk etti.

Aliya İzzetbegoviç, 4 yıl süren savaşta halkının liderliğini yaptı. Saraybosna bombalanırken burayı terk etmeyerek halkına destek oldu.

Birleşmiş Milletler’in koruması altındaki Srebrenitsa’da 8 bin insan Temmuz 1995’te katledilirken Aliya İzzetbegoviç, dünyanın sağır ve dilsiz haline karşı şu cümleleri söylemiştir:

''Her şeye kadir olan Allah’a ant olsun ki; köle olmayacağız. Ben Avrupa’ya giderken kafam önümde eğik gitmiyorum. Çünkü çocuk, kadın ve ihtiyar öldürmedik. Çünkü hiçbir kutsal yere saldırmadık.

Oysa onlar, bunların tamamını yaptı hem de Batı’nın gözü önünde; Batı medeniyeti adına. Nefrete nefretle cevap vermeyin. Bosna için nefret çıkmaz sokaktır. Nefret sadece bizim ruhlarımızı zedelemiyor, Bosna’nın özünü de zedeliyor.''

Bosna Hersek Milli Marşı:

https://www.youtube.com/watch?v=szTQBheOO1M