“GÖRÜLEN GEÇMİŞ ZAMANIN AŞIRI UÇLARI”
“ Bektaş mayıs böceği kadar yalnızdı,
Esaretinde hürriyetinde sevdasında,
Üç yaşında da yalnızdı, on beşte de, seksende de,
Yağmurların altında, bulakların kenarında.
Türküsünde, koşmasında, şarkısında,
Tamamda da noksanda da,
Papatya gibi yalnızdı, kuşyemi gibi yalnız.
…..
Mavi gök kubbenin altında sessiz kanat çırpınışlarımız yankılanıyor. Semada hoş bir melodi. Rüzgâr tenimizi yalıyor, yeni bir günün getirdiği güzelliklerle bizi şenlendiriyor. Sonsuz bir dehlizde umuda uçuyoruz. Sonsuz bir dehlizde sonsuzluğun yalnızlığını paylaşıyoruz. Takımlar halinde süzülüyoruz gökyüzünde. Selamlaşıyoruz, dağ ile taş ile. Selamlaşıyoruz, kâinatın fertleri ile. Bir mukaddes mekân vardır ki orayı selamlamak yetmez. Kubbesinde saatlerce öter, bütün ulvi duyguları hissederiz her bir zerremizde. O zaman bütün kâinat sussun isteriz. Sessizliğin içinde varoluşumuzu dinleriz.
Burası Filistin. Esaretin şehri. Yalnızlığın şehri. Filistin. Yeryüzündeki acıların gökyüzünde çığlıklara dönüştüğü ülke. İnsanoğlunun yolduğu bir güvercin. “İnsanoğlu bir savaş alanıydı. Ceket, gömlek, pantolon ya da etek giymiş, kravat takmış, tıraş olmuş, kokular sürmüş bir savaş alanı. Gülümseyen bir savaş alanı. Öpen hatta okşayan, konuşan, susan, çiçekler alıp çiçekler veren bir savaş alanı. Peki, bir barış bahçesi olamaz mıydı aynı insan? Şöyle, güllerin kuş cıvıltılarına, kuş cıvıltılarının güllere karıştığı, mutlu yüzlerle dolu rengârenk bir barış bahçesi.” İnsanoğlu her gün biraz daha eksilttiğinde Filistin’den o zaman anlamıştım bunun uzak bir masal olduğunu. “Yani, insanın karışmadığı her şey bir masaldı.” Filistin başka bir masalın hürriyeti olacaktı ama henüz o masal yaratılmamıştı…
Çok önceden buralar kalbinde vefa, dillerinde dua olan insanların elindeydi. Ne güzeldi o günler. Her gün huzurla açardık gözlerimizi. Ateş açan insanlar yoktu, yakıp yıkan, vahşi insanlar yoktu. Sevgi vardı, merhamet vardı, kardeşlik vardı… Bir de çok sevdiğimiz lale bahçemiz vardı. Her gün oraya uğrardık. Rengârenk laleler içinde ötüşür dururduk. Komşularımız ile muhabbet eder, lalelerin anlattığı hikâyeleri dinlerdik. Lale Bahçesinin yanında küçük bir kulübe vardı. Yaşlı bir amca otururdu burada. Camına konar, ilahilerini dinler dualarına ortak olurduk. Çok sevdiği bir şamdanı vardı. Karısından kalma. Duyduğumuza göre karısı her gece bu şamdanda mum yakar, kocasıyla beraber gecenin sessizliğine şiir yazarmış. Kocası o öldüğünden bu yana her sabah en sevdiği şekerlerden hazırlar şamdanın yanına koyarmış. Bizler çok severdik bu yaşlı amcayı. Her gün yanına uğrar, üzüntüsüne ortak olurduk. Ta ki o güne kadar.
O gün semada yankılanan dua sesleri ile uyandık. Sabahın erken saatleriydi. Filistin’de hüzün bulutları geziyordu. Ne olduğuna anlam verememiştik ilk başta. Yoğun duman ve barut kokuları… Ben hemen lale bahçesine doğru uçmaya başladım. Laleler kokularıyla hıçkırıyordu, renkleriyle çığlık atıyordu. Her yer savaş alanıydı. Silah sesleri. Acı acı inlemeler. Laleler. Gözyaşlarımın çaresizliği. Masum canların son sözleri.
Lale bahçesi gözlerimizin önünde yok olmuştu o gün. Sadece lale bahçesi de değil. Yaşlı amca. Her bir yanı yaşanmışlık kokan kulübesi. Onu en son gördüğümde yerdeydi. Elinde şamdan ve o şekerler. Sımsıkı tutuyordu onları. Yerdeydi. Yer ağlıyordu. Yerdeydi. Yer kendinden nefret ediyordu. Yaşlı amca mutluydu. Son kez bakıyordu lalelere. Yitip giden lalelere. Elinde şamdanı. Sımsıkı tuttuğu şekerleri. Bir çift ayak. Yaşlı amcaya nefretini kusuyordu. Yaşlı amca ne yapmış olabilirdi? Peki, bu lale bahçesi. Onların suçu neydi… İşte o gün anlamıştık Filistin’de bir lale bahçesi bile olamazdı. Çünkü onlar durmayacaktı. Filistin’in her bir zerresi yok olmayana dek durmayacaklardı.
Filistin’de her bir köşenin bir hikâyesi vardır. Her bir ağacın, her bir insanın. Filistin kendi hikâyesini yazana dek kanayan yarası durmayacaktı.
“ Mintanı ile yalnızdı, çarığı ile yalnızdı,
Bilinmez düşünceleri, Tanrısı ile yalnızdı…
Köyde, şehirde, kasabada, dağda
Beş on kelimesi, diliyle.
Yalnız insanların o garip haliyle;
Yalnızdı Bektaş yapayalnızdı…
…
İğneden ipliğe işte Bektaş, yapayalağuzdu…
Şiir alıntısı: Turgut Uyar/ Göğe Bakma Durağı /YALAĞUZ
Diğer alıntılar: Hasan Ali Toptaş/ Ben Bir Gürgen Dalıyım
Başlık: Mustafa Kutlu / YA Tahammül Ya Sefer kitabından.