Lâmekân

Gözde Yılmaz

Lale, Şeker, Şamdan

Zorluk: Uygur Türkleri

LÂMEKÂN

Kahverengi kabanımın önünü bağlayıp caddede ilerlemeye devam ettim. Acelem yoktu, yalnız hava biraz soğuktu. Ellerim üşümüştü bu yüzden. Ceplerime sokup ısıtmaya çalıştım. Bu sırada, gideceğim dükkanı bulabilmek için başımı kaldırıp etrafa bakındım. Hava neredeyse kararmak üzereydi. Yoldan geçen tek tük insanlar haricinde fazla bir hareketlilik yoktu. Herkes evlerine çekilmiş olmalıydı. Aileleriyle birlikte aynı sofrada akşam yemeğini yiyorlardır belki. Dedeleri ya da nineleri torunlarına hatıralarını da anlatıyordur. Belki küçük çocuklar kardeşleriyle birlikte yarınki okul ödevlerini yapıyorlardır. Havalar da gittikçe soğuyor. Anneleri çocukları üşümesin diye ellerine eldiven de örüyordur kesin. Benim annem de örerdi çünkü. Bakmayın şimdi ellerimin üşüdüğüne, ailemin yanındayken üşümezdi. Ailemin yanındayken yalnız da yemek yemezdim ben. Hep birlikte otururduk sofraya. Kocaman yer soframız olurdu. Kalabalık bir aileydik biz. Şimdi tek başımayım.

Urumçi'den ayrılalı beş yıl oluyor. Koskoca beş yıl. Henüz Çin zulmü bu kadar artmamıştı sanıyorum. Mısır’daki El- Ezher üniversitesini kazanmıştım. Okumam için zar zor izin alabilmiştik. O zaman bile Çin'in baskıları yüzünden ülkeden çıkmak çok zor olurdu. Çıkış iznini nasıl aldığımızı bilmiyorum. Babam bir şekilde halletmişti. Yasak gelir endişesiyle de hemen uçak biletimi alıp yollamıştı beni. Çok sürmeden de yasaklar gelmeye başladı. Baskılar arttı. Uygurlar ağladı. Çığlıkları semayı inletti. Gözyaşları nehirler taşırdı. Tanrı dağları bu acıya dayanamadı, insanoğlu dayandı. İşte bu zamanlarda başladı vatanımın en çetin imtihanı.

Benim gibi yurtdışında yaşayan herkesi Çin hükümeti ülkeye geri çağırmıştı. Ailelerimizle tehdit etmişlerdi. Sevdiklerine zarar gelmesinden korkan çoğu kişi geri döndü. Ancak geri dönenlerden de hiç haber alamadık.

Yaklaşık bir buçuk yıl Kahire’de kaldım. Çin’in baskısına direnemeyen Mısır hükümeti, Uygur Türklerini terörist ilan etmişti. Ben de diğer Uygurlarla birlikte üniversiteden yardım istedim. Kimse destek çıkmadı. El- Ezher de bizim terörist olduğumuzu kabul etmişti. Aman Ya Rabbi. Nasıl bir müslümanlıktı ki bu?

O günlerde kaldığım yurttan apar topar çıkmak zorunda kaldım. Ülkede artık terörist durumuna düşmüştük. Devlet, bizi gördüğünde ihbar eden vatandaşlarına para vermeye başlamıştı. Kahire'de çok aç insan vardı. Fakiri, dilencisi çoktu. Bir de onlardan saklanmam gerekiyordu. Bir gece sokakta yatmıştım. Ertesi gün Türkiye uçağına bilet almayı başardım. Ancak gidebilecek miydim bilmiyordum. Havaalanına geldiğimdeyse yaşadığım korkuyu asla tarif edemem. Endişeden dudaklarımın etini yolup kanatmıştım. Ellerim sıkmaktan ağrımıştı.

Nasıl oldu bilmiyorum ama Allah'ın yardımıyla İstanbul'a ulaşmayı başarmıştım. Zorlu bir yolculuktu. Hayatım boyunca Rabbimin yardımını en çok hissettiğim an bu an olacak sanırım.

Düşünüyorum da, zaman nasıl da vicdansızmış böyle. Nasıl da akıp gidiyor hemen. Vatanıma gitmek isteyip de gidemediğimde anlamıştım bunu.

Ben daha sevdiklerime doyamadan, onların özlemiyle yanarken, şimdi ne durumda olduklarını bile bilmeden geçip gidiyordu hayat. Kardeşlerim ben yanlarında olmadan büyüyorlar. Anne ve babam daha da yaşlanıyor. Ama iyi ki büyüyorlar. İyi ki yaşlanıyorlar.

Geçenlerde, Urumçi’den babamın bir arkadaşı ulaşmıştı bana. Gizli saklı bir yolunu bulup mesaj atmayı başarmış, ailemden haberler vermişti. Dediğine göre babam iyiymiş. Çin'in inşa ettiği bir toplama kampında tutuluyormuş. Sağlıklı ve en önemlisi hayattaymış. Bizi merak edip de dönmeye kalkmasın demiş benim için. Kardeşlerim de iyiymiş. En büyük erkek kardeşim Urumçi’deki küçük fırınımızı işletmeye devam ediyormuş. Küçük kardeşlerim ise ülkenin başka bir tarafındaki toplama kampında kalıyorlarmış. Kaldıkları yer babama uzakmış ama zor da olsa onlar hakkında bir bilgiye ulaşabilmiş. Benim ailemden haber almam ise senelerimi almıştı oysaki. Annemden hiç bahsetmemiş ama. Niye ki? Ulaşamamış olabilir mi diye düşündüm. Kötü düşünmek istemiyorum çünkü. Çin’in Uygurlu kadınlara yaptıklarını da düşünmek istemiyorum. Benim annem çok iffetli bir kadındı. Çok utanır, çok haya ederdi. İbadetleri de çoktu. Uzun uzun namaz kılar, dua ederdi. Benim annem kaldıramaz ki Çin’lilerin yaptığı zulmü. Dayanamaz hiç. Bunları düşünmeyeceğim şimdi. Bir yolunu bulup Kanada'ya gidebilirsem eğer nasıl olsa gelecekler yanıma. Annem, babam, kardeşlerim yine hep beraber yaşayacağız orada.

Sonra babamın arkadaşına ben de hemen bir mesaj gönderdim. En başta annemi sordum. Yine haberdar etmesini istedim. Ama biliyorum, hemen cevap alamayacağım. Bu haberleri almam bile senelerimi almıştı benim. Kim bilir mesajıma ne zaman cevap verecek.

Yine attığım her adımda dua etmeye devam ettim.

******

Neyse ki çok uzak değilmiş. Aradığım dükkanı bulabildim. Uygur Türkü bir ailenin dükkanıymış burası. Hediyelik eşya satan bir yerdi. Oldukça da büyüktü. Dükkan demek yanlış olurdu herhalde. Rengarenk, çeşit çeşit eşyalar. Hepsi çok güzellerdi. Büyük ve gösterişli şamdanlarla süslenmiş, bu yüzden her taraf ışıl ışıldı. Akşam yemeğine buralarda yaşayan Uygurlu bir aileye davet edilmiştim. Gitmeden bir şey almak istiyordum onlara. İyice bakınmaya başladım. Raflardan birinde lale desenli fincan takımı gözüme çarptı. Bizim oraların fincanlarından. Eskiden buna benzeyen bir takım da bizde vardı. Deseni aynı böyleydi. Laleleri de çok severdi annem. Kırarız diye çok kullandırmaz anca bir misafiri gelirse çıkarırdı. Bir tebessüm kondu dudaklarıma. Kasaya gidip ödemesini yaptım.

Uzun zaman sonra geçirdiğim en güzel akşam yemeği olmuştu. Beni çok sıcak karşılamışlardı. Geç saatlere kadar oturduk. Bana limonlu cam şekerlerden de ikram etmişlerdi. Çok hüzünlenmiştim buna. Küçük kardeşim Kahire'ye gideceğim zaman limonlu şeker getirmemi istemişti. Çok severdi. Her gidenden isterdi mutlaka. Sanırım kardeşime istediğini götürmeden ben de yemeyeceğim limonlu şeker.

Gözde Yılmaz

***Yarım kaldı gibi oldu. Biraz daha uzatıp sonuca bağlarım herhalde.