“ Bırak onu yerine!”
Annesinin sesiyle irkildi Maria. Yatak odasındaki komodinin başındaydı. Öfkeliydi. Elinde tuttuğu şamdanı hızla yerine bıraktı. Ne aradığını bilmiyordu. Aslında aradığı bir nesne de değildi zaten. Maria cevap arıyordu. “ Kimdi o?”
“Okuldakiler benden nefret ediyor.” dedi annesine.
“Ah sarı lalem...” diyerek ona yaklaşan annesini durdurdu.
“Bana böyle hitap etmenden nefret ediyorum.” dedi. “Ben çocuk değilim. Senin küçük sarı lalen de değilim.“Kimim ben anne?” diyerek odasına koştu ve kapıyı hızla çarptı.
Sonya kızının arkasından gözü yaşlı baktı. Maria artık 15 yaşındaydı ve basit cevaplarla onu geçiştiremediğinin farkındaydı ancak anlatmaya gücü yoktu.
“Ah sarı lalem…” dedi tekrar “seni çok seviyorum…”
Kendi çocukluğunu hatırladı Sonya… Sanki üstünden asırlar geçmiş gibiydi. Babası, evlerinin en güzel yeri, bahçede çiçekler yetiştir, annesi yemekler pişirirdi Sonya ise tüm gün oyunlar oynardı. O güne kadar… O büyük yıkıma.
Her şey biranda başlamadı tabi ki... Bosna da bahçeli güzel bir evleri ve birlikte okula gittiği, oynadığı her milletten komşuları vardı.
Nataša Teyze mesela. Gözlerinin yaşına engel olamıyordu. Onlarca ilaç, onlarca terapi yetmemişti Sonya’ya. Hala içinde bir yerlerde duruyordu, bir daha hiçbir şey aynı olmayacak hissi.
Her sabah okula giderken kendisine en sevdiği şekerlerden veren Nataša teyzenin savaş çıktıktan sonra nasıl bu kadar acımasız olduğunu hiçbir zaman anlayamadı. Neydi bu insanları bir anda canavara dönüştüren?Sadece vatan sevgisi toprak hırsı olamazdı diye düşündü. İçinde farklı çeşitlerin bir arada olmadığı hiçbir şey güzel olmazdı ki. Yemekler, bahçeler hatta vatan bile. Ağzındaki şeker tadını geçiştirmek için hızlıca tükürdü birkaç kez. Kendini soydaşlarına ihanet edenlerden sayıyordu o şekeri almakla. Sanki onlara fırsat vermese ya da bu kadar sevmese belki de hiç fark etmeyeceklerdi onları. Keşke kalbimizi de kapımızı da bu kadar açmasaydık onlara…
Babasının bahçesindeki en güzel çiçeklerdi sarı laleler. Kızına sarı lale demesinin sebebi de buydu işte… Kaybetmediğini, bir yerlerde yeniden yeşerdiğini hissediyordu böylece. Bir yerde laleler açıyorsa umut hep vardır.
Dün kızının okulundan aramışlar ve kayıt için bazı formların doldurulması gerektiğini söylemişlerdi. Bundandı demek ki Maria’nın hırçınlığı. Artık bazı şeyleri fark ediyordu. Kimliğinde baba adı yerinde yazan o çizgiyi mesela… O dümdüz çizgiyi…
Yerinden kalktı. Kızının odasına gitti, kapıyı çalarak odaya girdi. Kızı yatağının üstünde ağlıyordu.
“İyi misin?” dedi
Ve anlatmaya başladı:
“Ben de senin yaşlarındaydım. Okula gidiyordum. Öğretmen olacaktım. Sonra mahallemize, okulumuza askerler gelmeye başladı. Ülke savaşa girmişti. Henüz bize kadar ulaşmamıştı ancak çok sevdiğimiz komşularımız bize düşman gibi bakıyorlardı. Bir de fısıltılar vardı… Kadın ve kızlara yapılanlarla ilgili… O günlerde verdi anneannen o şamdanı bana. Kendimi korumak için yanımdan ayırmayayım diye. 16 yaşındaydım, elime silah bile almamıştım ve şimdi kendimi korumam gerekiyordu .Ama yapamadım…Koruyamadım .
Önce babamı vurdular gözlerimin önünde, bahçesinde… Kanı çok sevdiği çiçeklerini suluyordu. Ve annem gitti sonra. Yapayalnız ve korku içinde beklediğim bir gün bana her sabah gülümseyerek bakan, bana en sevdiğim şekerlerden veren Nataša teyzenin sokakta gezen Sırp askerlerine bizim evi işaret ettiğini gördüm. Gerisi... korkunçtu.
16 yaşındaydım. Dünya sağır olmuştu bizlere.
Sonrası ise bir sürü acı. Bizleri Medicanaya götürdüler. Hamileydim. Ne yapacağımı bilmez haldeyim, korkuyordum, ölmek istiyor ama ölemiyordum. Karnımda sen elimde şamdan öylece bekliyordum…
Ve sen doğdun. Bayılmışım seni doğururken. Babam geldi rüyama elinde de bir sarı lale. Korkma dedi bana ben hep senin yanındayım…
Ve işte sonrası… seni büyütmem gerekiyordu. Büyüdün işte buradasın. Seni çok seviyorum. Sen benim geçmişim, şimdim ve geleceğimsin. Sen benim bahçemin sarı lalesisin…
Maria şimdi daha çok ağlıyordu… Duyduklarını idrak etmesi zaman alacaktı biliyordu. Ama asıl öğrendiği anne hayattı, anne vatandı.