Yetiş Ak Sakal Efendi

Alime Büşra Hamzayev

Kelimeler: Kaçmak, Balık, Derviş

Yetiş Ak Sakal Efendi

Hava serin. Derviş, hüzünlü ve yalnızmış. Dünya, kalabalık ve hissizmiş. Tam elli altı yıl önce derviş Akdeniz köylerinin birinde dünyaya gelmiş. Asıl adını unutalı çok olmuş. İlginç hayat serüveni daha kundakta bebekken başlamış. Doğduğunda beyaz sakalıyla doğmuş. Bir yaşına gelmeden konuşmaya başlamış ama büyük bir bilgin gibi konuşurmuş. Görenler şaşırır, bu çocukta bir anormallik var, inli mi cinli mi derler ve asla yaklaşmazlarmış.

Dervişin ilk macerası daha iki yaşlarındayken başlamış. Bir gün annesi akrabalarıyla yufka eyliyormuş. Derviş ise çocukların yanında beşikte uyuyormuş. Aniden kulağında ‘’Yetiş ak sakal efendi!’’ diye bir ses duymuş. Kendini sesin sahibinin yanında bulmuş. Göl kenarında balık tutan bir adamın yakaladığı balığın onu yutmaya çalıştığını görmüş. Derviş bir şeyler okumuş ve adamı kurtarmış. Hatta adamı kurtarırken kolunu balık ısırmış ve dişlerinin izi kalmış. Her ne olduysa olanlara anlam verememiş. Diğer tarafta çocuklar dervişin kayboluşunu ve geri gelişini korkuyla izlemişler. Olanları koşarak ailelerine anlatmışlar. Dervişin annesi derhal oğlunun yanına gitmiş ve ne olduğunu sormuş. Derviş olanları anlatmış ve kolundaki izi göstermiş. Annesi zaten çocuğunun normal olmadığının farkındaymış fakat işler iyice sarpa sarmaya başlamış. Annesi bunun böyle devam edemeyeceğini düşünüp köyün ocak evine gitmiş. Çocuğunun halini anlatıp yardım istemiş. Ocaksa böyle bir duruma müdahale etmenin ocağa zarar vereceğini düşünüp anneyi geri çevirmiş. Anne bu kez köy merkezindeki imama gitmiş. İmam bu durumun çocuğun ermişliğine delalet ettiğini söylemiş ve bunun iyi bir şey olduğundan bahsetmiş. Anne imamın cevabından tatmin olmamış. Bu kez cinci hocaya gitmiş. Daha kapıdan girerken hoca bağırmış sakın sakın bu eşikten atlamayın, çocukta bir şeyler var, demiş. Anne derin bir nefes alıp bu duruma sevinmiş ve çocuğun Allah tarafından korunduğunu düşünmüş. Derken anne ve oğlunu görenler ilçe radyosuna duyurmuş. Bu olay oradan da ulusal haber ajanslarına yayılmış. Anne henüz evine ulaşmadan evlerine gelen habercileri öğrenmiş. Bu işi kurcaladığına ve merkeze gittiğine bin pişman olmuş. Anne: ‘’Oğulcuğum bu durum büyür de büyür. Önce sana paralar sonra vaatler verirler. Her yerde kullanırlar seni. Sen kendini bulmadan onların kalıbını kendin sanırsın. Özel gücün seni koruyacaktır. Derhal buradan kaç. Ben de senin yolda öldüğünü söyleyeyim. Her üç yılda bir erenler yolundaki Yalnız Armut’un altında buluşalım. Dikkat edesin insanlara görünmeyesin.’’ Derviş:’’Anacığım doğru dersin. Sakın ha beni merak etmeyesin.’’ demiş ve vedalaşmışlar. İşte hikaye bu ya derviş o gün bugündür insanlardan kaçarmış.

Dervişin Yalnız Armut’a on sekizinci gelişiymiş. Soğuk kış günü 56 yaşında bir insan için oldukça sertmiş. Derviş iki yaşından sonra hiç bıkmadan her üç yılda bir bu yalnız armuta gelir anasını beklermiş. Fakat on sekiz gelişin birinde bile annesi buraya hiç gelmemiş. Derviş yıllardır yetiş ak sakal efendi diyen herkesin yardımına koşmuş. Yardım ettiği insanlar olanlara anlam veremez etrafında aranır ve dervişi bulamazmış. En sonunda da maharet kendilerinde sanır etraflarına ballandıra ballandıra anlatırlarmış. Derviş her seferinde bu olanlara kırılırmış ama gün geçtikçe bu duruma alışmış. Artık insanlara yardım etmeyi sevdiği için değil, yardım etmeye alıştığı için yardım yaparmış. Herkes ‘’Yetiş aksakal efendi’’ sözünü düstur edinir ama bu düsturun güç verdiği kaynağı kendileri sanırmış. E tabi derler ya insan biraz da sanmaktan yaratılmıştır. Dervişin dusturu ise kaçmakmış. Henüz iki yaşındayken annesinin ona nasihat ettiği gibi. Derviş yalnız insanlardan kaçmazmış. İnsanlardan kaçarak çıktığı bu yola bir süre sonra her şeyden kaçarak devam etmiş. Derviş, korkularından, çocukluğundan, oyunlardan, duygulardan, sıcaktan ve soğuktan, evlerden ve vatanlardan yani her şeyden kaçmış. Bu hissiz dünyasında yalnızlık ve hüzünden gayri bir şey hissetmezmiş. İyilikse onun için yemek yemek kadar dünyaya ait bir eylemmiş. İyiliği sadece yapması gerektiği için yaparmış. Derviş elli altı yıl boyunca kendini arayacağını düşünmüş fakat hiç de öyle olmamış.

Hava öyle serinmiş ki ısınmak için armut ağacının gövdesine yanaşmış da yanaşmış. Derken yalnız armudun gövdesinde bir yumuşama hissetmiş. Bakmak için kafasını çevirmeye koyulamadan ağaç dervişi içine çekivermiş. Dervişin nutku tutulmuş. Ağacın içinde başka bir dünya varmış. Bu dünya yemyeşil koca yapraklı bitkiler, rengarenk çiçekler, çeşit çeşit meyve ağaçlarıyla çevriliymiş ve bütün bunların arasında yeşilliğin yansıdığı bir göl varmış. Gördükleri karşısında şaşkına dönen derviş yavaş yavaş göle doğru inmeye başlamış. O da ne? Derviş gölete yaklaştıkça renk renk balıklar zıplamaya başlamış. Derviş bu görsel şöleni görünce gülmeye başlamış. Öyle ki mutluluktan içinde bir şeyler uçuştuğunu hissetmiş. Biraz sonra gözlerinden istemsizce yaşlar dökülmüş. Gözyaşları göle değdikçe gölden daha farklı balıklar sıçramaya başlamış. Derviş birden kahkahaya bürünmüş. Balıkların arasında bebekliğini görmüş. Annesiyle evlerinin bahçesinde koşturduğunu, kardeşlerini, akrabalarını, annesinin yemeklerini görmüş. Burnuna enfes kokular gelmiş. Her koku yeni bir görüntüyü gösteriyormuş. Derviş yavaşça eğilmiş ve gölete ellerini sokmuş. Elleri gölete dokundukça gölet tıpkı armut ağacının dışındaki göller gibi kapkara dupduru oluyormuş. Birkaç kez denemiş ve her seferinde aynısı olmuş. Derviş elini çekmiş ve etrafına bakınıp birilerini aramış.

“Ne arıyorsun ak sakal?” diye bir ses duymuş. Derviş kendi etrafında 360 derece dönmüş ve sesin sahibini bulamamış. “Ben, yalnız armut.” demiş aynı ses. Derviş, sen nasıl konuşuyorsun, burası neresi? demiş. “Yalnız Armut, senin bütün yaşadıkların normal bir ben mi garip geldim şimdi.” deyip, kahkaha atmış. Derviş biraz korkmuş ve geri dönmek istediğini söylemiş. Armut ise “Ya hu derviş, korkuna kendini yedirme. Kendine gel, etrafına bak. Kuru ve yaşlı bir armut ağacı sandığın benim içimde nelerin olduğunu görmüyor musun?” demiş. Derviş, “Görüyorum ama hayatımda hiç yaşamadığım duyguları yaşadım. Bu yüzden korktum.” demiş. “İnsan yaşamadığı duygudan korkar. Gizlediğinden ve kaçtığından da korkar. Ben, sen bana uğramadan önce kendi hâlimde bir ağaçtım. Bana hayat veren senin kaçtıkların.” demiş Yalnız Armut. Derviş şaşkınlıktan oturup kalmış ve yine anlam verememiş. Ağaç devam etmiş anlatmaya. Sen buraya geldiğinde ve bana sırtını dayadığında yalnızlık hissinden uzaklaştım. Burada gördüklerin, senin içinde gizlediğin dünyan. Bu balıklar da duyguların. Ağlayamamaların, gülememelerin, sevememelerin, söyleyemediklerin ve daha birçoğu. Elini göle soktuğunda suyun kararması ise daha kendini bulamamışken yaşadığın dünyadan, gerçek dünyana müdahale etmenden dolayı oluyor. Kaçman seni yalnızlığa ve hissizliğe hapsetti ama bir yandan da bana hayat verdi, demiş. Derviş, ağacın anlattıklarına hak vermiş. Yüzündeki hüzün yerini tebessüme bırakmış. Ehh Yalnız Armut demiş. Yıllardır kendim için kaçıyorum sanıyordum. Dünya içinde, ruhum için koşuyordum. Meğer kendimden kaçıyormuşum. Gülmek ve ağlamak ne kadar normal şeylermiş. Hele üzülmek, gözyaşlarını dışa dışa akıtmak. Bak, yalnız armut sakallarımdan süzülen yaşlar ömrümde ilk kez dökülüyor ellerime. Oysa ‘’yetiş ak sakal efendi’’ diye beni çağırdıklarında insanların bunu acizlik ve anormallik olarak saydığını görmüştüm. Erkekler ağlamaz, kadınlar ağlar ve bu yüzden güçsüzdürler. Dışarıda hayat böyle kalıplara sıkıştırılmıştı. Oysa ağlamak kuvvetlendirirmiş. Baksana ağlıyorum ama bir şeyim de eksilmedi. Herkes üzerine düşeni yapmak zorunda yalnız armut. Annem de benim üzerime düşen dervişliği yapmam için beni terk etti. Peki, bu üzerimize düşen görevlerin vericileri insanlarsa? ‘’Tabii’’ demiş, yalnız armut. Derviş, insanlar neden tembelliklerini ve sanmalarını kalıplara sıkıştırır ki. Ben 56 yaşındayım. Ben, hiç ben olmamışım. Çocukken ermiş. Büyüyünce derviş. İnsanların üzerime giydirdiği kıyafete amenna demişim, demiş. Yalnız armut, dervişe asıl gücü yıkanın ümitsizlik olduğunu söylemiş. Şimdi her şeye yeniden başlama ve mücadele etme vakti, demiş. İnsanlar ermeden ermiş yaparlar, kaçmadan kaçak. Ölmedense öldürürler, derviş bey. Mücadele etmezsen kabul edersin. Haydi, al balıklardan kendini. Duygularınla, yeri gelip ağlayarak yeri gelip kahkaha atarak zamansız ve mekansız ümidinle mücadele et, demiş. Derviş, göle eğilmiş,elini göle sokmuş ve balıklardan gücünü almış. Her balık yeni bir his vermiş dervişe. Derviş ayağa kalkmış Ağacın gövdesine doğru yürümüş ve gözlerini kapatmış ve...

-inga ingaaa… (Yetiş anacım.)

‘’Ah benim minik bebeğim, şu yufkayı da pişirdim mi hemmen geliyorum. Maman da ısındı ocağın yanında. Tam senin minik ağzına layık. Oyy anasının cennet kokulusu.’’ demiş annesi dervişe.

Alime Büşra İnce

Merhaba. İlk paragrafta anlatılan bizim memlekette yaşanmış olarak anlatılan bir hikaye doğru mudur bilmiyorum. Armut ağacı da ak sakal efendinin uğrak yeri olarak biliniyor. Kelimeler bana bu olayı çağrıştırdı. Tabi diğer olaylar benim eklediğim kurgular. :)