Benden Beri

Hacer Noğman

Ahir zaman dedikleri şey neydi bilmiyorum. Ama burasıydı. Neresi diye sorsanız bura derim. Olduğum yer; kaçtığım yer. Ahir zaman benim.

Yürümek denen eylem günlerimi aldı. Yürümenin biten bir şey olmadığını anlamam ise kırk iki yılımı. Bunu altı gün önce fark ettim; Tacettin Dergâhında sabah namazını kılmak için durduğumda, namazdan sonra yürümeye devam ettiğimde.

Yürüdüm, gece oldu, ayla konuştuk. Yürüdüm, sabah oldu, güneşle gülüştük. Adımlarım, sanki ardımda bir şey varmışçasına hızlandı. Her gün bir önceki günü arattı; öylesine hızlandı adımlarım. Bir şeye, bir yere varma isteği içimde vuku buldu. Nereye yahut neyeydi bu istek bilmiyordum. Günler öyle çabuk geçti ki, hızlanmak fiilini kullanacağım bir eylemim yoktu artık. Koşuyordum, normalince. Tam da o zaman, normalince koştuğumu fark ettiğimde; içimdekinin bir yere varma hissi değil; kaçış hissi olduğunu anladım. Anlamak bazen telaştı, bazen ferahlık, bazense korkunç bir girdap.

Baktım, bir kırlangıç eşlik ediyordu bana. Ne zamandır benimleydi bilmiyorum. O da kaçıyordu belli ki. “Ben kaçmıyorum, arıyorum.” A benim cahil başım. Kuş neden kaçsın. Ah bir kuş olabilseydim, süzülseydim uçsuz bucaksız semada. Kimisi beni kaçıyor sansaydı kimisi arıyor… Neyi arıyorsun diye soramadım kuşa. “Mana âlemindeyiz, kendimizi arıyoruz.” Peki ben kaçıyor muydum, arıyor muydum?

Koştum. Daha hızlı koştum. Ayaklarım ne zaman ki hareket etti, o günü unuttum. Ben olmayı, kendimi aramayı niyetlendiğimde benden geride bir ben olmadığını gördüm. Baharın sonu geldi. Kar taneleri yeryüzüne indi. Çiçekler tomurcuklandı. İnsanlar ilk dediler bahara. Sonra yaz dediler mevsime. Mevsim ne bilsin yazmaktan dedim içimden, koşarken, kaçarken. Mevsim okumaktan bilir, yazmaktan bihaberdir dedim yine içimden. Ayaklarıma, ellerime bakmadım koşarken. Ama kuşla konuştum. O anlattı ben dinledim. Beni bir gölün kıyısına götürdü. Durduk. Baktım ardıma, kaçtığım şeyi gördüm. Nasıl dedim içimden, kaçamamışım. Kapattım gözlerimi. Allah’ım dedim, kaçamadım ondan. Sıkıca düğüm edilmiş bir iple bağlanmış gibi; kaçamadım. Benliklerim geldi gözümün önüne. Vah dedim halime. Daha neye yanayım. Yapamadım dedim seslice. “ ‘ben’ deme.” Yine vah dedim halime. Sen kimsin âdemoğlu.

Gölün serinliği yüzüme vurdu. Geldiysek buraya, hikmetinden sual olunmaz dedim, içimden. Girdim gölün içine. Balıklar yaklaştı, beni yemeye başladılar. Yesinlerdi. Benden geri ne kalır ki. Birkaç kemik belki. Doymak bilmeyen nefis. İnsan kemik midir, değildir. İnsan nefis midir. Bilmem. Baktım bitmiyorum balıklar yedikçe. Dedim ben neymişim. “deme.” Vah dedim halime. Girdim suyun altına. Belki bir umut ölürüm diye. Neyime güveniyorum dedim kendime. Hiç. Korktum. Suyun dışında bekleyen nefsimden, benden korktum. Korktukça ufaklaştım. Girdim bir balığın karnına. Beklemeye başladım. Aylar, haftalar, dakikalar geçti. Zaman manasını yitirdi. Baktım ki balığa dönüştüm. Çıktım balığın karnından. Baktım ona, küçücük bir balıktı. Nasıl sığmışım karnına diyecektim içimden. “Sen nesin ki?” dedi bir ses. Kırlangıç değildi bu. Baktım, karnından çıktığım balık bendim. Çıktım gölden. O balık gölde kaldı. Etrafa baktım; peygamberler şehriydi. Nefsim buralarda bir yerdeydi; kötü kokusu burnumdaydı. Hayat deryasında yürümeye başladım yine. Beni arıyordum; kendimi. Görenler bana derviş diyordu. Ben ise kim olduğumu bilmiyordum.

Hacer NOĞMAN

(Ek zorluk kullanmadım.)