Kelimeler; Kaçmak, Balık, Derviş
Hacer Noğman’ın zorluğunu kullanmaya çalıştım.
Zorluk:
-Haftanın zorluk kelimeleri( örneğin;papağan, ceviz, kumaş) hiç yazılmadan metnin kurgu temelinde bulunacak. Kelimeler kullanılmadan, zorluk yerine getirilecek. Metin okunduğunda, ”Bir papağan vardı, ceviz ağacında yuva yapmış ne hikmetse, hem de cevizi hiç kullanmamış adam öyküde, yeteneğe bak. Bi de kumaştan elbise yapmışlar papağana. Hem de şarkı söyleten kumaş. Bak sen işe. Kumaş kelimesini de kullanmamış adam. Ama metnin asıl karakter kelimelerinden. Çok iyiydi be.” gibi bir yorum yaptırıyorsa, ki bu biraz değişiklik gösterebilir anlayacağınız üzere.. Ek zorluk yapılmış demektir.
-Herhangi bir bağlaç(bana kalırsa -de/-da) kullanılmadan öykü yazılması.
-‘İle’ yi yalnızca edat olarak kullanmak. Öyküde bağlaç olarak ‘ile’ kullanılması yasak, yalnızca edat anlamıyla ‘ile’ kullanılarak öykü yazılması. Örneğin ‘ile’ yazdığınız yere ‘ve’ yazarsanız anlam bozulmuyorsa, ek zorluğu yapmamışsınızdır.
Ali ile birlikte eve gittik.✅
Ali ile Ahmet eve gitti. ❌
- Yetiştirebilmek için çok önem veremedim. Bu yüzden okumak istemezseniz anlarım:) Zorluğu da kullanmaya çalıştım elimden geldiği kadar-Umarım becerebilmişimdir-
LEDÜN’ÜN HABERCİSİ
Saatlerdir tek bir ağacın bile olmadığı geniş arazide durmaksızın yürüyorlardı. Geçtikleri yerde ayaklarıyla ezdikleri otlardan başka bir canlı yoktu. Genç adam iyice yorulmuş, pek hali kalmamıştı. Başındaki şapkayı çıkarıp alnındaki teri sildi. Cübbeye benzer uzunca bir yelek vardı üstünde. Çıkarıp koluna astı. Birkaç metre önünde yürüyen yaşlı adam ise oldukça dinç görünüyordu. Üzerinde kalın bir cübbe, başında kahverengi bir sarığı vardı. Bu sıcakta giydiği kalın cübbesine şaşırmıyordu artık. İlginç biriydi çünkü. Geçerken yoldan aldığı uzunca bir sopayı, her daim belindeki kuşağında bulundurduğu çakısıyla yontup yanına almıştı. Yürüdükçe ona dayanıp ilerliyordu. Günler süren yolculukta yalnız iki kişiydiler. Hemen bitecek bir yolculuk değildi. Kat edecekleri daha çok yol vardı. En azından delikanlı böyle düşünüyordu. Aradıklarını bulmaları kolay olmayacak gibiydi. Her nerede ise.
Doğrusu genç için ne aradıkları bile muammaydı. Yaşlı hocası içinse emin olamadı. Çıktığı bu yolculukta işini ve talebelerini bırakıp gidecek kadar ne aradığını, neyi merak ettiğini bilemedi. Yalnız düştü peşine. Ona benzemek istediğinden midir bilinmez, uzun beyaz sakallı, temiz yüzlü bu yaşlı adama eşlik etmeyi kendi için fırsat görmüştü.
Yolculuk esnasında aradıkları şeyi sormuş, ancak bilmediğini anlamıştı. “Tek istediğim ilm-i ledüne ulaşmak.” derdi yaşlı adam. “Nerede buluruz bilmem. Belki o bizi bulur.”
Manevi kurtuluş için çabalamak demekti bu. En azından doğru bilinen yolda devam etmekti. Delikanlıya düşense iyi bir yoldaş olup öğrenebildiği kadar çok şey öğrenmekti. Belki kavuşmak istediği manevi ilimden kendisi de faydalanırdı.
Geçtikleri ıssız arazinin sonunda bir nehre vardılar. Kenarında bir elma ağacı gölgelik yapıyordu. Burada gördükleri ilk ağaçtı. İki gezgin geçip oturdular hemen dibine. Yanlarında getirdikleri az bir yiyecekle önce aç karınlarını doyurdular. Öğlenin vaktini geçirmeden yanlarından akan suyla abdest alıp namaz kıldılar. Yaşlı adam son selamını verince ayağa kalktı. Nehrin kenarına doğru yürüyüp durdu. Suyun içinde küçük bir hareketlilik fark etmişti. Akıp giden koca nehirde küçücük bir canlı. Buraya pek bir yabancı.
Yanına gelen talebesine işaret edip görmesini sağladı. “Nehrin içinde görmüş olduğun canlı sana bir şey hatırlatır mı?” diye sordu. Genç adam gözlerini sudaki kıpırtıdan çekmeden düşündü. Lakin verecek bir cevap bulamadı. “Çok sabırsız duruyor üstadım. Bir yere mi yetişmek ister acaba?” Yaşlı adamın yüzünde bir tebessüm oluştu. Bir süre bakıp durdu. Suyun içindekini görünce keyiflenmişti. Sakalını sıvazladı. Ellerini açıp dua etmeye başladı. Genç adam merakla, kendisine dönmesini ve bir şeyler söylemesini bekliyordu. Sonra geçip oturdular ağacın altına.
“Ey oğul, nehirdeki şu mübarek canlıyı görünce müjdeli bir haber almış gibi mutlu oldum. Şimdi soracaksın. ‘Bu yaşlı adam küçücük bir canlıdan ne mana çıkardı? Neden bu kadar sevindi?’ diye. İşte görüyor musun Allah’ın işini. Çok bir şey yapmasına bile gerek kalmadan küçücük bir canlı ile yolunu kestirip mutlu ediyor insanı.” Derin bir iç çekip “Hamd olsun” dedi sessizce.
Bu sözler gencin merakını cezbetmişti artık. “Ne mana çıkardınız bu durumdan üstadım? Sizi bu kadar mutlu eden şeyi merak ettim.”
“Biz bu yolculuğa çıkarken her şeyimizi ardımıza bırakıp çıktık. Zor bir yolculuk elbet. Peki ne için? İlm-i ledünü öğrenmek için, nefsimizi terbiye için. Ama nasıl olacak derken işte bu çıktı karşımıza. Bilir misin? Bizim bu yolculuğumuz çok eskilere dayanır... Zamanında bizim gibi ledün için böyle bir yolculuğa çıkan iki kişi varmış. Bir tanesi sanırmış ki kendinden daha bilgini yoktur. ‘Daha bilgini var’ denmiş ona. İşte bundandır çıktıkları bu yolculuk. Daha bilginini bulmak için. Ondan bilmediği ilmi almak için. Yanına bir tane işte şu gördüğümüz canlıdan almışlar. Bu ona aradığını bulduracak imiş. Ancak elinden yitip gitmiş. Yitirdiğinde ise aradığını buluvermiş. Ne var ki yüreği öğrendiklerini daha fazla kaldıramamış. Belki sabırlı olsa onunla birlikte öğrenecektik hakikatleri.”
Yaşlı adam gencin gözlerine bakıp anlamasını bekledi bir süre.
“Üstadım, bu gördüğümüzün bize aradığımız şeyi haber verdiğini mi söylersiniz yoksa?”
“Onu yurdundan uzaklaştıran sebep, bize de aradığımızı buldurur derim.”
“Peki, bir sebebin onu buralara sürdüğünü nereden biliriz?”
Yaşlı adam bu soruya cevap vermektense sadece tebessüm etti. Garip adamdı doğrusu. Anlamak epey vaktini alacağa benziyordu genç adamın.