Kelimeler: devriş, kaçmak, balık
Ek zorluk: öykünüz deprem veya sel içinde geçecek.
Açıklama:
anahtar kelimelerle oluşturduğunuz kurgu kendi seyrinde akacak. O sırada bir
felaket olacak. Deprem ve sel benim aklıma gelen. İsterseniz başka büyük bir
felaket de olabilir. En önemli şart afet kurgunun merkezinde olmayacak. Fon
olarak kullanılacak.
1
Derviş, rüyasında engin denizlerde huzurla yüzüyordu. Suyun içinde nefesini tutarak çok uzun süre kalabiliyordu. Sonra yüzeye doğru yükseliyor derin bir nefes alıp yeniden dalıyordu derine. Nedenini bilmese de suyun altında gördükleri hayretini arttırıyor ve daha derine dalma isteği uyandırıyordu. Neyin yanından geçse fark edilecek kadar büyüktü. Yine de kaçmıyordu kimse. Hiç olmadığı kadar diri hissediyordu kendini. Sanki uzuvları erimiş de bir balık olmuştu. Ne güzel bir his. Her hareketini tüm hücrelerinde hissediyordu.
Huzurla yüzerken suda anlamadığı bir şey hissetti. Sanki suyun dibinde bir felaket kopmuştu. Dalga dalga yayılan bir kötülük vardı. Herkes, her şey birden kaçışmaya başladı. Felaket aşağıdan geliyordu. Buna rağmen Derviş ne olduğunu anlamak için suyun yüzeyine doğru hareket etti. Dipte bile berrak olan su gittikçe kararıyordu. Kara gökyüzünü görünce anladı karanlığın kaynağını. Yine de kalbi mutmain olmadı. Hava bozmuştu. Ama bundan daha büyük bir kötülük vardı etrafta. Suyu ve havayı değiştiren başka bir şey.
Gözleri kısa sürede alıştı suyun dışında olmaya. O zaman hızla üzerine gelen gemiyi fark edebildi. Güvertesinde bir adam. Yüzünde derin bir yara izi. Bu kadar uzaktan bakınca yara izini veya yüzü görmek mümkün mü? Belki değil. O zaman şöyle söylemek gerekir: güvertede insan kılığında derin bir yara. Elinde kocaman bir zıpkın. Yaklaştıkça daha net görünüyor. Yine de yara ile adamı birbirinden ayırmak mümkün değil. Sandallar hazırlanıyor. Hızla doluşuyor tayfalar. Her birinin ucunda insan azmanı bir zıpkıncı. Aralarında o garip adam. Korkuyor Derviş canına kast etmek isteyen bu kalabalığı görünce. Kaçmak istiyor. Elini, kolunu hareket ettirmek istiyor. Aranıyor. Yok. Bulmak ne kelime. Kendine bakamıyor bile. Su doluyor ağzına. Sinirle homurdanıyor. Tepesinden fışkırıyor tuzlu su. Yanmıyor ne genzi ne ensesi. Zıpkıncılar yaklaşıyor. Başlarında tuhaf bir adam. Gözlerinde denizden büyük gökten kara bir nefret. Kaçmak yerine bir çığlık koparıyor Derviş. Sandalları karşısına alıp tüm gücüyle yüzmeye başlıyor. Sandallara çarpıyor. Çığlıklar ve küfürler ıslanıyor. Derviş’in vücudunda ince sızılar. Tuzlu su şimdi yakıyor. Nefret dolu gözleriyle bir tek zıpkıncı kalmış sandalda. Alabora olan sandaldan nasıl düşmediğini anlamak zor. Yine de mümkün. Bir bacağı tahta. Sandalın ucundaki bir oyuğa bağlanmış gibi duruyor. Yakından daha net görülüyor yara izi. Yüzünden başlayarak bedeni ikiye bölünmüş gibi. Niyeti ve nefreti tek parça. Geriliyor tüm gücüyle. Zıpkınını ruhu gibi kavramış. Başka çare yok. Derviş tüm varlığıyla zıpkına doğru ilerliyor.
2
Derviş, ciğerlerine dolan tuzlu hava ile açtı gözlerini. Deniz tatlı bir rüya gibi kuşatmıştı etrafını. Gökyüzü ile deniz o kadar güzel oynaşıyorlardı ki güverteye nasıl geldiğini hiç düşünmedi. Bir süre etrafta gezinen ve çalışan tayfayı seyretti. Herkese yukarıdan bakıyor insanların alın terlerinin ne kadar güzel olduğunu düşünüyordu. Birisinin gözü ona değecek olsa saygıyla selam veriyordu. Nefsini terbiye etmek de istese bu durum hoşuna gitti. Tanımadığı bir sürü çocuğu ile karşılaşmış bir baba gibi hissediyordu kendini. Yaşlı olduğunu biliyordu. Yine de güneş iliklerini ısıtıyor, meltem yüzünü okşuyor ve derinlerde genç bir hayalin kalbi yeniden atmaya başlıyordu. Bu şekilde ne kadar yol aldılar bilinmez. Sonra birden nereden geldiğini anlaşılmayan darbe duyuldu. İşitilmedi. Duyuldu. Ses sadece kulaklara hitap eder. Oysa bu duyu bütün varlıklarını sarsmıştı. Sakin deniz doğum yapmak üzere olan bir kadının göğsü gibi hızla kabarmaya başladı. Gök bir anda kararmış ve anlaşılmaz bir gürültü denizine dönüşmüştü.
Derviş’in baktığı yönde deniz yarılır gibi oldu. Koca bir gövde çıkıverdi suyun üzerine. Devasa bir su fışkırttı. Sanki göğe ulaşmak istiyor gibi öfkeliydi. Hayatında hiç bu kadar büyük bu kadar korkutucu bir balık görmemişti. Karanlığın ortasında bembeyaz, devasa bir balık. Ne olduğunu düşünmeye imkan yoktu. Nedensiz bir şekilde gemiye doğru dönmüş ve hızla yaklaşıyordu. Tayfalar denizin ve göğün değişimiyle allak bullak olmuştu. Kimse ne yapacağını bilemiyordu. Derviş az ilerisinde duran mızrağı kavradı hızla. Alt güverteye inerken neredeyse düşüyordu. Bir ayağı ona itaat etmiyordu. Neden olduğunu görmek için aşağı baktı. Bacağının olması gereken yerde koca bir tahta parçası vardı. Düşünecek zaman olmadan alt güvertede yürürken tayfalar kendini toplamış ve sandallar hazırlanıyordu. Düşünmeden birine atlayıverdi. Elinde koca mızrak.
Kaçmak gerekirdi aslında. Kaçmak. Evet, ama buna ne fırsat var ne de niyet. Niye kimse kaçmayı düşünmüyor? Ya bu koca beyaz şeytan ne diye bu kadar zıpkınlı kızgın adamın üzerine doğru geliyor? Bunları kimse düşünmedi. Sandallar arka arkaya alabora oldular. Derviş’in bindiği sandal alabora olup yeniden suya oturdu. Bir bacağının tahtadan olmasına şükretti derviş. Hatırı sayılır miktarda tuzlu su yutmuştu. Zıpkını daha güçlü bir şekilde tutuyordu. Gözlerini açıp etrafına baktığında suyun üzerinde, sandalda bir tek kendisinin kalmış olduğunu gördü. Dev balık suyun yüzeyinden çığlıklar atarak üzerine geliyordu. Kaçmak istese bile imkan yoktu buna. Her şey bir yana tahta bacağı bir oyukta kendisini esir almıştı. Tüm gücüyle kavradığı zıpkın, bedeni ve ruhuyla yekpare olmuştu artık.
3
Derviş, korkulu bir düşten uyandığında tepeden tırnağa sırılsıklam olduğunu fark etti. Zifiri karanlıkta bir şey göremiyordu. Yine de uyandığı için mutluydu. Nefesini kontrol etmeyi beklemeden şükretmeye başladı. Rüyasında bir gemide yolculuk yapıyordu. Kimseye bir şey demeden kimseye ilişmeden. Yıllardır üzerine yüklenenlerden yorulmuş ve sonunda kaçmayı başarmıştı. Nereye gideceğini, nereye uğrayacağını bilmediği bir gemiye bütün varını vererek binmişti. Deniz ve gök sonsuz bir huzurla kabul etmişlerdi onu. Rüyanın burası pek güzeldi. Sonra nereden geldiği belli olmayan bir felaketin içinde kaldılar. Kimse ne yapacağını bilemiyor herkes başka bir yöne doğru koşturuyor herkes kendince tanrısına yalvarıyordu. Kendini ilk toplayan kaptan oldu. Denizde geçirdiği zaman tayfaların kavgalarından ve küfürlerinden daha fazlaydı. Herkesi güvertede topladı. Kahinlere gemide bir günahkârın olduğunu başlarına bu felaketin bu nedenle geldiğini söyledi. Çoğu tanıdık da olsa kimsenin günahı uğruna gemisini kaybetmek istemiyordu. Verilmiş sözleri vardı, yapılmış anlaşmaları. Ve her can kendisine emanetti. Bunların hiçbirini söylemedi elbette. Ölmek üzereyken muhasebe kayıtlarına bakılmaz çünkü. Kahinler kendilerince fal baktılar. Aralarında konuştular tartıştılar. Derviş’i işaret ettiler yedi sefer. Yanılma payı yoktu. Daha ilkinde herkesin gözleri üzerine birer zıpkın gibi doğrultulmuştu. Her yeni tespitte gözlerdeki korku nefrete dönüştü. Kaptan yine de adil bir yönetici olarak durumu izah edip Derviş’in denize atılmasını buyurdu. Sözü tamamlandığında Derviş’in ayakları yerden kesilmişti.
Ömrü karada geçen Derviş denize düştüğünde ciğerleri su, ruhu pişmanlık ve korkuyla doluyordu. Birkaç kere suyun üzerine çıkmak için nafile çırpındı. Suyun derinine çekilirken karanlık deniz ve gök yavaşça aydınlanmaya başladı. Anladı Derviş, kaçmanın sonu olduğunu.
Tam da burada uyanmıştı işte. Nefes alıyordu. Islakta. Göğsü de acıyordu biraz. Hayattaydı, ne olduğunu anlamamış olsa da hayattaydı. Olanları düşünmeye başladı Derviş. Gerçekten kaçmış mıydı, gemiye binmiş miydi, gemiden atılmış mıydı?
Derviş düşünedursun dünya sarsılmaya başladı. Her sarsıntıda etrafındaki su azalıp çoğalıyordu. Etrafında tutunabileceği bir şey aradı. El yordamıyla dokunduğu yerlerin ne olduğunu anlayamadı. Suyun alçalıp yükseldiği bir anda dizine koca bir tahta parçası çarptı. Tanıdık gelen yegâne şeydi bu. Hiçbir şey görmeden tahta parçasına tutundu. Bir anda etrafı suyla dolmaya başladı. Duvarlardan üzerine sular fışkırıyordu. Sanki suyun altındaki bir odadaydı ve odanın duvarlarında delikler açılıyordu dışardan. Gördüğü rüyayı unutmuştu. Ne oluyorsa etrafında, rüyasından daha korkunçtu. Sürekli olarak dua ediyordu. Felaha ermek üzere dua ve tövbe.
Sımsıkı tutunduğu tahta parçası ile sürüklenmeye başladı. Karanlığın içinde nereye gittiğini göremeden sürüklendi. Tuz tadında bir kan denizinden geçti. Gökyüzünü gördüğünde dudakları dua edemeyecek kadar titriyordu. Son bir gayretle tutunduğu tahta parçasının üzerine çıktı. Ayaklarını ateşten kaçar gibi çıkardı sudan. Diz çökmüş vaziyette etrafına bakıyordu. Suyun yüzünde parçalanmış sandal ve insan parçaları vardı. Tuzlu suyun yavaşça seyrelttiği kan insanlardan sızamayacak kadar çoktu. Bir anda gerisin geri hareket etti üzerine tünediği tahta. Üzerindeki onlarca zıpkınla kızıla boyanmış devasa bir balığa çarptığında korkusu daha da artmadı. Bu anda ya aklını kaybedecek ya da şükredecekti. Tövbe etti.