Bilmem Bizi Ne Civara Yazmışlar

Sefa Fırat

"Beni say da bir ceviz kabuğu olsun."

Atasözü.

Yaşamak nerenin kazasıydı Rabbim…*¹

Öz.

Beni çok dillendirin. Bana taşının ya da uzun yolların sonunu bana bağlayın. Yeter ki insanlar beni görsün. Yanlışlıkla gelsinler bana ama gelsinler. Her yerde benden bahsedin, sorarlarsa da Nere deyin. Buna ihtiyacım var, tanınmaya. Dünya beni tanımıyor henüz. Sömürü devletlerle aram kötü değil çünkü benim zenginliklerimden haberleri yok. Türkiye bana yardım etmiyor çünkü ben yardıma muhtaç değilim. Arap Emirliklikleri Ahmet'i benden koparamıyor çünkü develerim onların güllerini yemiyorlar daha. Gemilerle ticaret yapamıyorum çünkü ayazda motor çalışmaz. Şaka şaka. Motorum yok. Endüstri 0.1*² :) Yok abi, tanıtın beni. Reklam panolarına 'Bilinmeyen Ülke Nere' yazın. Gerçi böyle yazınca da "sonuna niye soru işareti koymamış dangalak" diyecekler ama. Benim hatrıma, biraz dayanın. Biraz zor anlatılıyor ama ben Nere'yim. Ya da bir ceviz kabuğu. Fark eder mi. Etsin mi, etmesin. Kısa bir matematikle anlatayım hemen. Şimdi dünya ceviz olsa. Dünya'nın aradığı da ceviz içi olsa ne yapacaklar? Kabuğu kıracaklar. Kimi ortadan ikiye ayıracak. Kimi un ufak edecek. Kimse nazik olamayacak çünkü ben kırılmak için yaratılmış olacağım. Ya da nere(yani ben) soru işaretinin yanında olsun diye yaratılmış olacağım… Ama insanlar hikaye isterler. Belki destan. Aşağıda bunun için bir şey hazırladım. Bunu kullanırsınız reklamınızda.

"Ben bir ceviz kabuğuyum gülhane çamurunda. Cidden bak. Dün doğdum hem de. Olay tam da şöyle oldu. Ahmet var bizim. Arap değil, arapça hayranı. Asıl adı neydi hatırlamıyorum. Bir önemi yok zaten. Ama çölde tersane olmaz. Bu bilgi önemli. Neyse bir gün(dünden önceki gün) bizim Ahmet babasıyla parkta dolanırken tartışıyorlardı. Ahmet alnında oluşturduğu kırışıklıkların üstünü kaşıya kaşıya düşünüyordu. Yani çölde tersane olmaması bu kadar büyük bir sorun muydu ya da babasına anlatamadığı bazı şeyler mi vardı bilmiyorum. Ama bayağı karizmaydı her haliyle. Biraz zaman geçince dediklerini duymaya başladım. Meğer bakım evine verecekmiş Ahmet, babasını. Babası da saçmaladı ilkin. Ben de şaşırdım. Önce alzaymır mı diye düşündüm. Bir alzaymır şöyle konuşur çünkü: "Ben gemilerle taşınan develeri sevmiyorum oğlum, beni tersanelerde bırakma. Ölürüm ben!" Allah'tan bizim Ahmet biraz akıllı çıktı da üzerine gitmedi adamcağızın. Hatta gemiyi duyunca önce çölü sonra İsmail abisini hatırladı. Ondan bir şeyler geveleyecekti ama karşısındaki şahsın, cismin, gölgenin, duvar önünün babası olduğunu anlayınca sustu. "Tarık abiyi (Tarık Bin Ziyad) tanıyorsun baba, o da oradaymış. Yalnızlık çekmezsin diye ben de seni oraya götürüyorum. Hem geçmişiniz kuvvetli. Gemileri filan yakmışlığınız var. Develer de bu ara gündem biliyorsun. At yarışlarına kimse yüz vermiyor daha. Deve tırnakları daha hoş geliyor insanlara." Son cümle haber ajanslarının alt yazılarında geçen fenomen bir iş adamıyla yapılan röportajdan alıntıydı. Ahmet bunu söylerken kan görmüşe döndü. Babasına. Babası, parkta öldürülüp ağaç dallarının arasına saklanan ve kanlar içinde yatan ölü köpeği göstermek için Ahmet'in kolunu çekiştirdi. Ahmet, babasına baktı ilkin. Bu duruma Ahmet kan görmüşe döndü ilkin,de denebilir. Babası yere eğildi, Ahmet bırak onu dercesine ve yüzünü "Allah belasını versin bu insanların, küçücük hayvandan ne istiyorlar" der gibi buruşturdu. Babası köpeğin başında saatlerce ağladı gibi bir şey demeye ihtiyaç duymuyorum. Çünkü olaylar böyle akar ve hiçbir insan olmasın ki suyla tanışmamış olsun. Ahmet babasına acıdı biraz, biraz daha bekledi bu yüzden. Babası ayağa kalktı ve parktan çıktılar. Ahmet babasına konuyu tam açmak istedi. Önce babasının kelime oyunlarının içerisinden nasıl çıkacağını bilemedi. Sonra yine de anlatmak zorunda hissedip söze girmeye çalıştı ki babası: "Doğru söylüyorsun oğlum, senin yerinde olsam ben de babamı tersaneye götürürdüm. Buralar tekin yerler değil. Bir köpeğe bunu yapan bir aynaya neler yapmaz ki…" dedi ama Ahmet'ten önce ben burada bir şey demek istiyorum. Ceviz kabuğu olarak. Ben bu adamın zeki olduğunu düşünüyorum, öyle değilse de aptal değil. En azından kendisinin ne olduğunu biliyor. Neyse, buyur Ahmet. Ha, babası mı devam edecekti. Pardon buyur ayna. "... İnsanlardan korkuyorum Ahmet, hepsi bana başka bakıyor. Ben insanları kan yumağı gibi görüyorum. Sen gemilerden bahsediyorsun. Develerden. Yani ben bir seferinde Sahraya gitmiştim. Ya da sadece bir parka. Ne fark eder ki. Kaydıraklar da birer deve değiller midir? Ama sorun insanlar oğlum, sorun insanlar." Ahmet bunun üstüne bir şey diyemedi. Ama onu buna iten babasıydı. Karşısındaki aynaydı. Çünkü son kelimeyi söyledikten sonra bir şeyler daha diyecekmiş gibiydi. Babası bir şey daha dedi bu arada. Ki ondan sonra parka geri döndüler ve doğumum başladı. Her şey babasının o sözünden sonra başladığı için ben o sözü söyleyerek tüm sırrımı açığa vurmak istemiyorum. Ama iyi ki demiş Ahmet'in babası. Alzaymır mı neydi, varsın olsun. Bende zaten ara sıra hatırlanacak bir tip var. Ya işte böyle kızım, demek istiyorum bir gün benden bu hikayeyi dinleyecek o haber ajansı muhabirine. Sanırım o Nazım Hikmet'i çok seviyormuş. Bu yüzden söze onun mısrasıyla girdim, biraz da değiştirdim- beni daha iyi tanısın diye- dizeyi: "Ben bir ceviz kabuğuyum gülhane çamurunda."

Beni böyle buraya bıraktıktan sonra gittiler. Ahmet evin odasından çıktı. Babası orada kaldı. Odada. Ahmet'in annesi bizi gördü. Gerçi ben bundan sonrasını biliyorum ya. Neyse. Bizi gördü, dedi ki oğlum niye aynayla konuşuyorsun. Ahmet, aynayla mı konuşuyorum haberim yok ki demeye getirdi. Neyi getirdi, kanı. Kan akar ya o yüzden. Getirmesi zor olmaz. Meğer Ahmet ayna önünde babasıyla bir anısını hatırlamış. Sonra bir ceviz kabuğunda aklı kalmış. Bende. Babasını parkta bırakmış da o ceviz kabuğu aklına takılmış. -Annesinden daha söz etmeye gerek yok, okuyucu da unuttu zaten.- Gitmiş o parka. Bıraktığı yerde bulmuş ceviz kabuğunu. Yanında da bir köpek varmış. Adı, adı… Alzaymır mı neymiş Ahmet.. Almış ceviz kabuğunu eline. Taş varmış aldığı yerin yanında. Ona dönmüş gözü, avucunun elindeyken kabuk. Taş insanın dürtülerini harekete geçirir derler. Kimler derler, Nere'liler.. Bitti.

Bitti çünkü buradan sonrası için bir şeyler demek kendi ütopyasını kuran adamın zevzeklikleriyle doluymuş gibi gelecek. Gelmesin, öyle zaten demek de olmaz. Dilim, metinden okurun gözüne gidecek kadar da uzun değil. O yüzden burada bitti. Selâ..

Beni tanıyın. Ben Nere. Bir kaza sonucu doğmuşum. Ahmet E. adında biri babasıyla şantiye çıkışı eve giderlerken parkta Muammer E.'yi görünce onu da eve götürmek için durmuşlar. Parka gittiklerinde yerde bir köpeğin yattığını görmüşler. Köpek uyuyormuş. Her şey normalmiş. Hava biraz karanlıkmış. Hava biraz akşammış. Muammer E.'yi yanına alan iki şahıs, eve varmışlar çok olmadan. Ahmet E. arabayı garaja sokarken ince bir ses duyulmuş. Karıncalar ve Süleyman duymuş. 'Çıt' etmiş bir şey. Ahmet E. ve iki şahıs eve girince karıncalar ve Süleyman olay mahaline gitmiş. Bir ceviz kabuğu biraz daha kırılmış. Olay buymuş. Hemen haber ajansına söylemişler durumu. Haber ajansı haberi beğenmiş. Haberin metni çıkarılmış. Ama olay nerede olmuş kimse net bir şey diyememiş. Garaj önü ya da bahçe içi dense de tam konum belirtilemeyeceği düşüncesiyle buraya bir ad vermek istemişler. Demişler ki burasının adı nere olsun. Herkesten onayı alınca haber yapılmış ve dağılmışlar. Sadece biri, ceviz kabuğu. O kırılmış…

Özür dilerim, ben bunu düşünmüyordum. Bu tam bir reklam olmadı. Bunu unutun. Yeniden yazıyorum.

"Ben bir ceviz ağacıyım gülhane parkında."...

*¹ Eyüp Akyuz'ün bir şiirinden. Hangi şiiri söylemem.

*² Bu teknik bir kavram. Bilenler espriyi anlayacak bence.