*Tek iyiler tard olmaz çocukluk ülkesinden
süleyman çobanoğlu
Bir varmış, bir yokmuş… Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde… Develer tellal iken, pireler berber iken. Ben annemin beşiğini tıngır mıngır sallar iken… Gün doğmuş, gün batmış. Çiçekler açmış, ağaçlar kurumuş. Kışlar gelmiş, baharlar bitmiş. Dünya kurulalı milyon seneler geçmiş. Geçmiş geçmesine ama yaşlandıkça dünya, huysuzluğu artmış. Dünya huysuzlaştıkça dünyalılar daha çok huysuzlaşmış. Ya da dünyalılar huysuzlaştıkça artmış dünyanın da huysuzluğu. Güçlüler zayıfları ezer, büyükler küçükleri yutar olmuş… Sevgi ve barışı getireceğini iddia edenler memleketleri talan etmiş. Herkes birbirinin canavarı olmuş. Kan akıtmak canavarlar arasında en büyük hüner imiş. Derelerden kan akar, insanlar kanı mey yapar olmuş. Velhasıl kelam kötülük galip gelmiş güzelliğe. Güzellik çocukların kalplerine, kuşların kanatlarına, ceylanların gözlerine, dağların başlarına, develerin hörgüçlerine saklanmış. Saklanmış saklanmasına ama ne kadar saklanırsa saklansın gittiği yeri güzelleştirmekle meşhur olduğundan kaybolamamış.
Günlerden birgün büyüklerinin develerini güden iki çocuk karşılaşıvermiş bir ovanın ortasında. Birbirlerinin gözlerine bakar bakmaz aşikar olmuş kalplerindeki güzellik. Bağdaş kurup oturmuşlar ve başlamışlar muhabbete. Bunca kötülüğe dayanamadıklarını, kalplerinin nasıl acıdığını anlatmışlar birbirlerine. Anne ve babasının savaşını anlatmış biri, diğeri amcasının, evlerini yakışını. Sonra komşularının bahçesinin cesetlerle dolu olduğunu, bahçedeki kuyudan su yerine kan çekip içtiklerini anlatmış biri. Ve diğeri anlatmış kendi çocuklarını kesip yiyen akrabalarını… Anlata anlata bitirememişler şahit oldukları kötülük hikayelerini. Böyle giderse büyüdüklerinde kendilerinin de kötü olacaklarından korkmuşlar. Akşam olmaya, gün batmaya başlayınca yarın aynı yerde buluşmak için sözleşip ayrılmışlar.
Gün doğar doğmaz develerini de alıp gelmişler buluşma yerine. Kötülerden, kötülüklerden kurtulmak istemişler. Çareler düşünmeye başlamışlar. Düşünmüşleeer düşünmüşler. Lakin bir çözüm yolu bulamamışlar. Biçareler sarılıp birbirlerine, ağlamaya başlamışlar. O sırada bir ses duymuşlar “Merhaba çocuklar.” Sağlarına bakmışlar, sollarına bakmışlar bir deveden başka kimse yokmuş. Şaşırmış çocuklar “İn misin? Cin misin? Söyle sen kimsin? Ne istersin?” demişler. Masal bu ya, dile gelmiş deve:
-Ne inim, ne cinim. Garip bir deveyim. Konuşmalarınızı duydum. Derdinizin çaresini biliyorum. Ben size kurtuluş yolunuzu göstereceğim ama bir şartım var.
+Nedir şartın? Söyle hele.
-Ama biz develeri de kurtaracaksınız bu diyardan.
Devenin şartını hemen kabul etmiş çocuklar. "Madem öyle peşime düşün," demiş deve.
Çocuklar düşmüşler devenin peşine. Diğer develer de onların peşine. Az gitmişler, uz gitmişler. Dere tepe düz gitmişler. Derkeen birde bakmışlar ki bir arpa boyu yol gitmişler. Gelmişler bir mağaranın önüne. Mağaranın kapısı sadece çocukların girebileceği kadar küçük olduğundan, çocuklara içeri girip neler yapmaları gerektiğini anlatmış deve. O anlatmış, çocuklar dinlemiş. O anlatmış, çocuklar dinlemiş. Sonra mağaraya girip anlatılanları bir bir uygulamaya başlamışlar.
Mağaranın içinde küçük bir ormancık varmış. Bu ormancıkta odun toplayıp ateş yakmışlar önce. Sonra o ateşe birlikte yazdıkları sevgi şarkısını söylemeye başlamışlar:
“Haydi çocuklar! Sevgi ülkesi kuralım
Haydi çocuklar! Gemiler yapalım
Haydi çocuklar! Sevgi ülkesi kuralım
Haydi çocuklar! Kötülerden kaçalım”
O ateşten yükselen dumanlar dünyanın her yerindeki çocuklara ulaştırmış bu çağrıyı. Ve tam da devenin anlattığı gibi onları kötülere görünmez hale getirmiş bu duman. Ellerine birer meşale alıp çıkmışlar mağaradan. Güneydeki denize doğru yürümüşler. Meşaleler hiç sönmemiş. O meşalelerden çıkan duman yol gösteriyormuş dünyanın diğer yerlerindeki çocuklara. Tam kırk gün kırk gece yürümüşler. Tüm çocuklarla, güneydeki denizin kenarında kavuşmuşlar. Kavuşmuşlar kavuşmasına ama bir de bakmışlar ki deniz, bildiğimiz deniz olmaktan çıkmış. Akıtılan kanlar yüzünden kan denizine dönüşmüş. Mideleri bulanmış çocukların. Ne yapacaklarını düşünmüşler. Varıp deveye danışmışlar. "Etrafa dağılın. Odun, teneke, demir, cam ne bulursanız getirin. Gemiler yapalım. Binip gidelim. Şarkınızı söyleyerek yaparsanız gemileri, o gemiler bizi sevgiyle yaşayacağımız diyarlara götürür" demiş. Malzemeleri toplayıp şarkılarını söyleyerek gemiler yapmaya başlamış çocuklar. Develer de onlara yardım etmiş. Şarkıları göklere çıkmış. O şarkıyla dans etmiş kuşlar, kendi denizleri olan gökyüzünde.
“Haydi çocuklar! Sevgi ülkesi kuralım
Haydi çocuklar! Gemiler yapalım
Haydi çocuklar! Sevgi ülkesi kuralım
Haydi çocuklar! Kötülerden kaçalım..."
Kısa zamanda bitmiş gemiler. Hemen yola koyulmuşlar. Az gitmişler uz gitmişler dere tepe düz gitmişler. Bir de bakmışlar ki kan denizini geçip masmavi denize kavuşmalarına az kalmış. Az kalmış az kalmasına ama birden kara bulutlar kaplamış gökyüzünü. Bomba sesleri duyulmuş. Meğer gemiler, birbiriyle savaşan iki ülkenin arasında kalmış. Ve malesef görünmez olmaları, bombalara mermilere hedef olmalarına engel olamamış…
Ama hemen üzülmeyin. Yaradan bırakır mı bu masum niyetli güzel çocukları kan denizinin içinde? Kanat takmış tüm çocuklara. Uçurup onları, kondurmuş sevgi diyarına. Çocuklar konar konmaz rengarenk meyveler çıkmış ağaçlarda. Güller açmış, çiçekler bitmiş. Canları ne istese gökten inmiş. Sevinmişler, sarılmışlar. Gülmüşler, eğlenmişler. Mutlu mesut yaşamışlar sevgi ülkesinde…
Gökten üç elma düşmüş;
biri bu masalı okuyanların başına,
biri yazanın başına,
biri deee kötülere ve kötülüklere rağmen kalbinde güzellik taşıyanların başına düşmüüüş…
E.Ecran Çeliksu