Eşikte Kalan

Sena Çelikçi

Öykünün ilki: https://docs.google.com/document/d/1B-oijM5JwNU7I7SMh9QyGgBgMaF2nyEEeCLe-xLWjLk/edit

EŞİKTE KALAN (Devam)

Azarı yiyen ahali bir duraksadı. Bir ne söyleyeceğini ne tepki vereceğini şaşırmış vaziyette “Amaaan be”ler arasında dağılmaya başladı. Zaten “Sizin olsun erikli bahar” söylentisinden de kimsecikler bir şey anlamamıştı. E. kendisine açılan kapıların hiçbirini açmadan korkak gibi aşağıya indiğinde bundan sonra işlerin nasıl ilerleyeceğini bilemiyordu. Her günü planlı bir şekilde ev ve yokuş arasında gidip gelirken bir anda yokuşla bağlantısının kopması onda derin bir eksiklik yarattı. Eksiklikten öte bir plansızlık. Derdine düşeceği bir meselesi kalmadı nihayetinde. O günün akşamı bu kendi başına kala kalmışlıkla meşgul zihnini yamacına aldı şöyle ince belli bir bardakta demli bir çay eşliğinde sohbetler etti. Ona sordu. Sürdürdüğü bu kanlı savaş ne içindi? Ona sordu, bu bir türlü tadını bilemediği, çözemediği meyvenin adı neydi? Ona sordu, içinde boğulduğu girdapların çıkış yolu neredeydi? Ona sordu sordu sordu… Hay aksi bu yokuş nereden de çıkıvermişti? Nereden buldu, nereden icat etti onu? Hiç bilmeseydi hiç tanımasaydı hiç çıkmasaydı o yokuşun başına ne indiğinde evin önünde gördüğü küflü yiyecekler canını sıkacaktı ne de ahalinin zırvalıklarıyla beyni yorulacaktı. Yaa işte hiç öyle olmuyordu, her şey vakitsiz gelişiyor, vakitsiz anlarda bizi buluyordu. E. bir müddet zihnini meşgul eden bu düşüncelerle oyalandı durdu. Bir müddet hiçbir iş arama girişiminde bulunmadı. Uyudu uyandı. Güzel kahvaltılar etti. Ara sıra evini ziyaret edenlerle hoş sohbetler etti, eski huysuz anlarını şöylece bir kenara sıyırdı yani. Kendini kutuplarda bi’çare kalmış bir deve gibi hissettiği zamanlarda da eski fotoğraf albümlerine eski yıllıklarına sarılıyordu. Bu sabah yine o yıllılıklardan birini kurcalarken bir İstanbul resminin altına şunu yazmış olduğunu gördü: İstanbul’da bir güzel, İstanbul kadar güzel! Eskiyi hatırladı. Kırık bir gülümsemeyle yıllığı rafına kaldırdı. Sonrası işte aynı bilindiği gibi sürdü gitti.

Yokuşu terk ettiğinden, kırık gülüşlerinin üzerinden kırk gün geçtikten sonra bu defa kendini bir gemide buldu. Hiç bilmediği yabancı bir memlekete yolculuk eden bu gemide kim bilir hangi keder yokuşunun merdivenlerini çıkacaktı. E. her şeye hazır bu defa. Umut etmeden, hayal kurmadan tırmanacak yeni yokuşları. Arkasından kimler sesleniyor kulak vermeye çalışacak. Ama dedik ya işte her mesele biraz vakitsizlikle tat buluyor diye. Gemiye ilk adımını attığı gün radyoda çalan türküde aynen şöyle söylüyor idi: Vakitsiz bir sonbahar akşamındayım/ candan öte dermansızım köşelerdeyim/ Yar koynuna yatsam bile gurbetlerdeyim/ Çok arkadaş kaybetmişim dalgınlardayım.

Not: Üç kelimenin hakkının verilmediği, geçen haftaki öyküye birkaç bir şeyler ekleyeyim hevesinin olduğu, atölyeden atılmama çırpınışlarına kurban gitmiş bir öykü bu hafta yazdığım. Ben epey hor görüyorum kendisini. Ama siz yinede affediniz. Türkünün linkini de bırakıveriyorum buraya :)

https://www.youtube.com/watch?v=_Pn9_bZcoQ0