Belirsizlik Ülkesi

Büşra Baysal

Boş bir sayfa açtım. Sayfanın başında gidip gelen yanıp sönen gözüküp kaybolan var olup olmadığı belirsiz imleç… Gözlerim ona odaklanmış, yazmam lazım ama… Tik tak tik tak. İmleç o, saat değil! İmleç yanıp söndükçe kafamda tik tak sesleri yankılanıyor. İmleç o, saat değil! Tik tak tik tak. Zihnim bana oyun oynuyor. Saat o, imleç değil!

Gitgide ikisini birbirinden ayırt edemiyorum. Kelimeler anlamlarını yitiriyor. Vakti zamanında bu ikisine hangi ismi vereceklerine uzlaşamamışlar gibi. Kafam donuk, çağırdığım her kelime benden kaçıyor. Düşünmeye çalıştıkça hiçlik hüküm sürüyor zihnimde. Zihnim sakin bir deniz, dalgaların terk ettiği. Saatlerin, yok yok imleçlerin tik takladığı. Ben daha zihnime hükmedemiyorum, ülkeyi nasıl yöneteceğim. Hem üzerime sorumluluk yüklenince daha hiçbir şey yapmadan verilen işin nasıl üstesinden geleceğim diye düşünürken tükeniyorum. Çoğu şeyi hayal ediyorum ama hiçbirini yapamıyorum, yalnızca düşüncede kalıyor tüm başarılarım, sevinçlerim, özlemlerim. Ben hayallerde yaşıyorum. Ve ancak bu ülkeyi hayallerimde yönetebilirim. Yok yok orada da yönetemem. Hemen yorulur, usanırım, baş edemediğim için sızlanırım. Böyle birini neden yönetici seçerler ki? Tabi ya Belirsizlik Ülkesine zihninde belirsizlik rüzgârları esen yöneticileri seçmek adettendir. Birdenbire beni de oturttular bu koltuğa ahh ahh.

***********

Bir varmış bir yokmuş pireler berber develer tellal iken herkesin ulaşmaya çalıştığı ama nerede olduğunu bilmediği bir yer varmış. Kafdağı derlermiş buraya. Söylentiye göre içen kişiye ölümsüzlük veren bir su varmış, abıhayatmış adı. Hızır, İlyas ve Büyük İskender bu suyun peşine düşmüş. Ama bu su aşılmaz olan Kafdağı'nın ardındaymış. Ferhat, Şirin için dağları deler de Hızır, İlyas ve Büyük İskender abıhayat için aşılmaz olan dağı aşmaz mı? Aşmışlar tabi.

Hızır ve İlyas abıhayat içip sonsuz bir ömre sahip olmuş. Hızır karadakilerin İlyas da denizdekilerin yardımına koşmuş hep. Ama İskender abıhayat içememiş ve sonsuzluğa veda ederek ölmüş.

Bu hikâye ortalarda böyle dolanır. Yalnızca Belirsizlik Ülkesinde yaşayanlar işin doğrusunu bilir. İskender abıhayat içemez ama hemen de ölmez. Varlığın bittiği yer sayılan, hiç bilmediği bir diyar olan Kafdağı’nın ardında Mecnun gibi dolanır durur. Sürekli abıhayatı sayıklar. Bir gün karşısına bir deve çıkar. Üzerinde de bir kadın vardır. İskender epey şaşırmıştır bu garip karşılaşmadan dolayı. Kadın devenin başını şefkatle okşayınca deve kadının inmesi için yere yatar. Kadın İskender’e doğru gelir ve peçesini açar. İskender bu dilberi görünce olan aklını da yitirir, aynı zamanda evrenin ve tüm varlığın farkına varır. Kadın çıkınından bir maşrapa ve bıçak çıkarır. Bıçakla elini keser ve kanını maşrapaya akıtır. Ve İskender' e uzatır. İskender kendi benliğiyle değil de kadının benliğiyle hareket ediyordur sanki. Hiç karşı çıkmadan maşrapayı alır ve verilen kanı içer. Yaratılmış en güzel sakinin elinden evrenin en güzel meyini içer İskender. Bu güzel mey bin kadeh abıhayattan daha evladır. İskender adeta yeniden doğar. İkisi birlikte deveye biner. Bir süre sonra deve kendi kendine durur. Durduğu yer İskender’le onun abıhayatı olan kadının yaşayacağı Belirsizlik Ülkesidir.

Kadın birkaç el hareketiyle baştan bir ülke inşa eder belirsiz topraklara. Denizler, dereler, dağlar, bağlar bahçeler, evler. Bir ülke doğar, Zümrüdüanka kuşunun küllerinden doğduğu gibi. Varlığın bittiği yerde, metafizik evrende yani Kaf Dağı'nın ardında olan hiçbir şeye İskender şaşırmaz artık.

**********

Bu hikâye asırlardır böyle anlatılır. Belirsizlik Ülkesini, neresi olduğu belirsiz bir yere, kim olduğu belirsiz bir kadın kurmuş. Şimdi de benden burayı yönetmemi istiyorlar. Zümrüdüanka kuşum benden daha iyi yönetir. O, görkemli kanatlarını açar, insanın yarasını iyileştiren gözyaşlarını akıtır, gökyüzünde salınırcasına uçar ve herkesi kendine hayran bırakır. Bu kuş bana atalarımdan kalma yaşlandığı zaman yanar ve küllerinden yeniden doğar. Büyükbabam, onun İskender'in karısı olduğunu söylerdi. İskender ölünce o da kuşa dönüşmüş derdi. Bu yüzden adını abıhayat koymuşlar. Ah bir de konuşsa beni kurtarsa bu yöneticilikten.

Kapının önünden sesler geliyor, kapıya vuruyor birisi.

- Gel.

+ Efendim, havada uçan bir gemi var.

- Saattir o, ya da imleç. Benim kafamda da tik taklar uçuşuyor.

+ Efendim, halk korkmaya başladı.

- Korkmak iyidir, insana adrenalin verir.

+ Uçan gemiden çok kuvvetli ışıklar yansıyor.

- Tamam, tamam bakalım neyin nesiymiş.

Birlikte dışarı çıkıyoruz, gerçekten de gökyüzünü kaplayan bir cisim var. Biraz dikkatli bakıyorum. Yok artık, saat bu yok yok imleç. Yanıp sönüyor, gidip geliyor tik tak tik tak tik tak.

Yavaşça aşağı iniyor, kapılarını açıyor. İçeriden bir saat bir de imleç çıkıyor sonra hangisinin saat hangisinin imleç olduğunu ayırt edemiyorum. Şekiller belirsizleşiyor, konuşulan kelimeler belirsizleşiyor, en vahimi varlığım belirsizleşiyor. Gözlerim yavaşça açılıp kapanıyor. Sonunda gözlerimi zar zor açık tutuyorum. Karşımda yine bomboş bir sayfa, zihnim hala donuk. Sayfanın başında imleç tik taklıyor. Yazmak istiyorum, oraya buraya kaçışan kelimeleri yakalamaya çalışıyorum. En sonunda birini yakalıyorum, onu tutar tutmaz tüm kelimeler kayboluyor. Kelimenin ne olduğuna bakıyorum. "Belirsiz" kelimesi olduğunu görüyorum. İmleç bu sefer belirsiz kelimesinin sonundaki 'z' harfinin yanında yanıp sönüyor. Belirsizlik Ülkesine, benliğime ve sayfaya insanı yiyip bitiren koskoca bir belirsizlik hâkim.