Kızılcık Şerbeti

Emine Genç

“Şunu biraz öteye çekebilir misin?”

Kendim kadar varlığım olması gerektiğini kim söylemişti bana? Hükmü koyan bunun kimine çok kimine az geleceğini düşünmemiş olsa gerek. Herkes kendi kadar olanı taşımalıymış peh. Madem böyle bir kuralın var, o vakit bir eşya bölümü yaparsın de mi? Hem bedenler hem bavullar bir odada, ya yer kalmazsa ruha. Neyse ki bizim odadaki herkesin cüssesi küçük.. ben hariç herkesin.

Ben kim miyim? Ben tüm varlığını üzerinde taşımaya gayret gösteren bir ademoğluyum. Varım yoğum benimle dolaşır, yoğum pek görünmez olmuş. Hal böyle olunca varımı gemiye bindirecek bir var’a ihtiyacım vardı. Ben de düşündüm taşındım, gemi de bir binek ama elbet bir gün inilecek o vakit lazım bana bir binek diyerek, boyu boyuma olmasa da posu posuma bir deve kuşu aldım. Salbakana’da pek meşhur bilirsiniz.

Bağladım boynundaki iple bir boruya, dursun bir köş.. “şu hayvana sahip çık be adam!” Neyse köşede duracak olan biz de olabiliriz. Efendim, biz kim miyiz? İşte sonunda cevap vermeye layık bir soruyla karşılaştık. Öyleyse kalemlerimizi biraz yazara kaydıralım, gözünü gözümüz yapalım, dinlemeye koyulalım.

Öhöm öhöm biraz aniden kalemi elime tutuşturdun ademoğlu, hazırlıksız yakalandım. Efenim ben Salbakana yolunda gözünüz olmaya niyetlenmiş bir kulum. Göz kendini görmez, ben’i anlatmaya gerek yok. İzninizle kısa bir giriş yapayım. Malumunuz hikayemiz Salbakana’ya giden bir gemide geçiyor. Deve kuşlu ademoğlu ise yolun yolcusu Abdulcevdet, takvim denize düşmüş tarihten bihaberiz. Pusulayı kaptan gizlemiş, yönümüz olsun gönlümüz. Ama akşam vakti, o belli. Güneş ortadan kaybolmaya yeminli. Yolcular yeni yeni yerleşiyor, aa bakın Abdulcevdet güverteye çıkmış.

“Kardeşim benim diyorum anlamıyor musun? Ne demek benimki nerde o zaman. Bi deve kuşuna da sahip çıkamıyor musun?”

“Nereden belli senin olduğu be adam, sanki alnında yazıyor. Ben kuşumu gözünden tanırım, bu benim.”

“Ya hu bu hayvan benim ülkeye giriş biletim. Ağırlığımca bir hayvan bulana kadar canım çıktı zaten. Şimdi çekil yolumdan, iki dakikada dünyayı yemiş hayvan, az yürüteyim.”

Hahay Abdulcevdet pek endişeli. Ama yani insan da canlı bilet mi seçer canım. Başın ağaracak ademoğlu, dikkat et kendine. Ay şu bebeğe bakın siz, ne tatlı bir şey. Kırmızı fistanı da var sanki. Durun biraz daha yakından bakalım.

“Hanimiş benim kızım, büyüyüp çoban mı olacakmış, güzel kızım benim..”

“Çoban olsun istiyorsunuz demek, inşallah diyeyim. Pek de güzel bir kızmış. Adı ne bu güzelliğin. Bu arada ben Kerime.”

“Çok memnun oldum Kerime Hanım, ben Güzelce bu da kızım Aygülü. Herkes çoban annesi olmak ister tabii aman hayırlı bir evlat olsun gerisi çok da mühim değil.”

“Muhakkak öyle, Salbakana’da mı yaşıyorsunuz?”

“Aslına bakarsanız çekilişten tatil bileti kazandık da ailecek ilk kez gidiyoruz bakalım. Siz?”

“Ben Salbakana’da çalışıyorum. İş icabı yurtdışına çıkmam gerekmişti, artık dönüş vakti. İyi de ol..”

“Kusura bakmayın sözünüzü bölüyorum ama Aygülü durmuyor en iyisi kamarama geçeyim.”

Kerime hanım güvertede tek kaldı. Aslına bakarsanız etrafta insan yok değil ama konuşacak birini göremiyor.. Neye bakıyorsunuz Kerime Hanım? Hmm gördünüz demek, gülmeyin ama ayıp, ne yapsın Abdulcevdet efendi minik kuşuyla dolaşıyor.

“Koskoca gemi de bir sana yer kalmamış cancağızım. Kimin yanına yaklaşsak yok kokuyor yok ısırır aman efendim çocuklar korkar. Daha yavru zaten bu. Sana da bu demek ayıp oluyor, bir isim bulmalı, ama ne?”

“hmm nefis bir tadı var bayılıyorum buna, içim ferahladı teşekkürler beyfendi”

Abdulcevdet’in başı bir sağa bir sola, sesin sahibini arıyor, susamış olmalı.

“Nefis, nefis ha. Tabi ya senin adın Nefise olsun cancağızım. En münasibi bu.. Buz gibi bir şeyler içsek de iyi olacak, hani sesin sahibi. Şu elinde bardak olan hanım mı ki?”

Abdulcevdet’in gözleri parladı, bilirsiniz varlığını üzerinde taşımak adına her şeyi içerisine almaya bayılır. Bizim de canımız çekti hani. En iyisi ademoğlunu takip edelim.

“Merhabalar hanfendi, kusura bakmazsanız, çok sıcakladım.. biraz önce de sesinizi işittim, sorması ayıp ne içiyorsunuz?.. Bu arada ben Abdulcevdet Ademoğlu.”

“Ne kusuru Abdulcevdet bey, aynı yolun yolcusuyuz sonuçta. Bendeniz Kerime, bu içtiğim de kızılcık şerbeti, biraz önce bir garson ikram etti, Salbakana’ya özgü bir tat”

“Ahah efendim, kızılcık şerbeti Salbakana’ya özgü olur mu, herkesler bilir şerbeti.”

“İçtiğinizde farkı anlayacaksınız efendim.. Bu arada tanıştığımıza memnun oldum, ben de deminden beri sizi daha doğrusu deve kuşunuzu seyrediyordum.”

“Nefise, kendisi varlığımın yansıması. Rahata alışmasın, serilip serpilmesin diye dolaşıyoruz. Sonra başımıza çıkar, bu haliyle bile zor zaptediyorum.

Ben de bir bardak alabilir miyim?”

“Şifa olsun Abdulcevdet bey. Deve kuşu pek meşhur oldu bu aralar. Yavruymuş daha, hiç uçmaya çalıştı mı?”

“Yok daha kendi sesini dinlemeye fırsat bulamadan yollara düştü. Hoş içindeki ses asla yapamayacağı bir şey fısıldayacak ona, belki de hiç duymasa daha iyi. mm Kerime Hanım, bu şerbetin tadı biraz farklı, metalik bir tadı var sanki şeyy gibi şey ka..”

“Aman sakın, bu sizin ilk Salbakana yolculuğunuz sanırım. Özel kızılcık şerbeti bu, başka bir şey söylemeyin.”

“...”

Ne olduğunu anladınız değil mi? Nasıl bir yolculuk bu, nasıl bir yer anlamadık. Zavallı Abdulcevdet, yüzü buruş buruş oldu. Kamarasına dönmeye bahane arıyor. Eli midesinin üzerinde gezmeye başladı. Sakın varlığınızı ayan etmeyiniz. Buna hazır değiliz. Sizin biraz kafanızı dağıtmak gerek, bakın Güzelce ve Aygülü geliyor.

“Merhabalar Kerime hanım, Aygülü’de bir huysuzluk var ki sormayın gitsin. Ne yapsam durmuyor, belki burada biraz daha sakinler diye geldim. Kusura bakmayın efendim sizi fark edememişim, merhabalar.”

“Merhaba efendim, ben de kendi varlığımı dolaştırmaya çıkarmıştım. Bu güzel kız da sizin varlığınız olmalı. Nefise’yi sevdi sanırım, gözlerini ondan alamıyor.”

Tek seven Aygülü değil gibi. Nefise de gözlerini alamıyor. Ey ademoğlu, Nefise’de bir gariplik var ben söyleyeyim. Abdulcevdet bakıyor ama görmüyor, aklında kızılcık şerbeti.

Bebek nefis bir gülücük saçıyor. Varlığa umut aşılıyor. Nefise canlanıyor. İki yanında umudunun izlerini taşıyor. İzleri aşıyor, görünür kılıyor. Nefise kanatlarının verdiği güce dayanarak koşmaya başlıyor. Abdulcevdet varlığını denizle buluşturuyor. Nefise kanatlarını havalandırıyor. Abdulcevdet’in içi dışı bir oluyor. Nefise gökte, fısıltılar yalan değilmiş. Nefise denizde, fısıltılar yalanmış, yalan mıymış?

Kalem istiklalini ilan ediyor. Abdulcevdet’e dönüyor.

Konuşacak neyim kaldı? Varım yoğum birdi, yoğum görünmez idi. Şimdi varım beni terk etti, yoğum elime geldi. Yoğumun varlığı ancak yoklukla var olur.

Salbakana’ya yeni bir biletim var artık. Artık bir biletim yok.