Yok Oluşun Anlatılabilir Hâli

Sefa Fırat

Yaşamayana her şey kolay gelir,

yokuşta kaybolmayana da.

Ata sözü

Öykü öncesi bir şey demek istiyorum. Hiç, yokuş yukarı çıkarken acaba aşağıdan nasıl görünüyorum diye düşündünüz mü? Aşağıdan biri gerçekten sizi izlese ve sırtınızın yere paralel düşmemesine rağmen neden eğildiğinizi bir müddet sonra da neden görünmediğinizi merak edip araştırsa ne derdi? Hadi ama düşünmediniz mi hiç, başınız da ağrımadı öyle mi? Peki, öyküye geçebiliriz.

Zamanın birinde bir olay meydana gelmişse anlatılır. Ama nasıl? Mesela ateşi herkes görür. Mesele ateşi elde tutabilmektir. Yine de antik dönem öğretilerinden esinlenerek istediğim ateşi elde tutma mevzusu bir yokuş değildir. Bana yokuşta kaybolan nasıl geri çağrılır o lazım ya da ateş elde nasıl tutulur o lazım. Doğru düzgün anlatabileyim diye. Yoksa işim yok kaybolanla, eldeki ateşle.

Zamanın birinde bir olay meydana gelmiş. Anlatılır, bilirsiniz. Dağ varmış büyükçe. Gözü varmış irice. Yamacındaki gürgen ağacının dallarıyla örtermiş. Günlerden birini bir gün rüzgar getirmiş, Ferhat'ı da getirmiş. Gün biraz kendine çekidüzen vermiş. Yıllardır yalnız yaşayan dağ, günün gelişine alışık olduğundan ilkin Ferhat'ı görmemiş bile. Gördüğünde Ferhat, üç günlükmüş. Çok sevinmiş, içindeki çakıllar gıcışmış, yandaki yanardağ alevlenmiş. Hemen yokuştan almış onu, gürgen dalı elleriyle. Bakmış, beslemiş, büyütmüş. Gözünü Ferhat’tan sakınarak beslemiş. 40 gün 40 gece yandaki yanardağ lav püskürtmüş, şirin mi neymiş adı. Dağ biraz kıskanmış bu aşırı sevgiden Ferhat'ı. Yine de bir şey dememiş yanardağa. Zaten saçtığı külleri yamacındaki ağaçları yok ediyormuş ya. Aslında yok etmek farklı bir şey. Bazıları bunun varlığından bile şüphe ediyor. Ama böyle diyelim biz. Hatta buradan da Ferhat’ın okumayı söktüğü zamana geçelim çünkü o zamana kadar olanlar konumuz gereği önemli değil. Her neyse, Ferhat bir zaman sonra okumaya meyleder olmuş. Yaşı gelmiş, demiş: "Ferhat, okumaya gitmen gerek, önce okumayı bil ki gökyüzüne ulaşasın. Yoksa kimse okumayan adama kız vermez." Ferhat dağa bakmış. Dağ gözünü açmış, önce tanıtmış gözünü. Demiş: "Bak bu benim gözüm Ferhat." Gözüne afal afal bakakalan ferhat dağdan izin almış okumaya gitmek için. Ferhat okumaya gitmiş, dere tepe düz değilmiş ama Ferhat deliymiş zaten, delermiş düz edermiş. Sorun değilmiş yani. Nihayetinde gelmiş okumaya. Demişler ki ata şurada. Ferhat ataya gitmiş, demiş böyle böyle. Ata, sözü söylemiş. Ferhat iyice dinlemiş, öğrenmiş. Yıllar sürecek bir çalışmaya gark olmuş. Gark, günün birinde Ferhat bunu duymuş. Karga da bunu duymuş. Ferhat kargaya bakmış. Aynaya bakar gibi. Karga uçmamış, kaybolmuş. Aynada insanın aksi uçmaz, insan aynanın sınırları içerisinden çıkınca kendini görmez. Buna bir kayıp denirse karga kaybolmuş. Ama denmez yani, bölmeyin beni. Ferhat okumaya devam etmiş. Öyle ki uyurken dahi okuyormuş; önce felak, nas sonra aralıklı uyku. Rüyada gökyüzü ve mahkeme. Saat üçte yataktan kalkıp üç su bardağı atasözü, bir kaşık deyim okuyup tekrar yatıyormuş. Günler böyle beşik gibi sallana sallana yahut milimlik yer değiştirmelere uğraya uğraya geçmiş. Sonra göğü görmüş, rüya değilmiş bu sefer. Ayan beyan açıkmış gök, Ferhat utanmış böyle görünce göğü. Demiş: "Ben bakamam" Gök ısrar etmiş, yinelemiş. Ferhat dönüp bakmamış. Gök ant içmiş, üç su bardağı, böyle daha tesirli oluyormuş. Kulak ver dinleyici bak ne demiş: "Kapılar kapana, çiçekler kuruya. Şirin sana görüne, gözün kazanlarda kaynatıla. Ateş eline alına, yokuş belinde sürüle." Gök devam etmiş aslında. Hatta mahkemeden de bahsetmiş. Ama Ferhat daha fazla dinlememiş yahut biz daha fazlasını vermek istemedik. Biz dinleyenleriz. Dinleyenler Ferhat’ı dinlerler, göğü değil. Geçtik. Ferhat atasına açmış bu konuyu demiş böyle böyle. Atası demiş: "Evlat! Her insanın yolu ayrıdır. Ayrı, bir yol değildir. Ayrı, burada bir belirteçtir. Yani "farklı farklı" demektir. Senin yolun da yok oluştur. İyi belle bunu." Ferhat demiş: "Yok oluşa nasıl gidilir? Ata demiş: "Yok oluş bir sırdır, bunu sana ben öğretemem. Sen bunu dağa sor." Ferhat bir hışımla, delici bakışla çıkmış. Ama ataya arkası dönükken delici bakış atmış. Yoksa geldiği ilk gün saygıyı okumuş, bilmiş. Ferhat dağa doğru yola çıkmış. Dere tepeyi düz ettiğinden daha hızlı gitmiş. Koşar adım gitmemiş. Daha hızlı gitmiş, karga gibi. Dağın yanına gelmiş, önce başından geçenleri anlatmış, özellikle ilk günün nasıl geçtiğini, yokuşu nasıl tırmandığını, mahkumların mahkemeye girerkenki ruh hallerini, göğün yüzsüzlüğünü, atanın ilmini hep anlatmış. Sonra konu yok oluşa gelmiş. Birden heyecana kapılıp sormuş asıl soruyu: "Yok oluş nedir?" Dağ cevap vermemiş. Ferhat yinelemiş, dağ cevap vermemiş. Ferhat son kez bir daha sormuş. Dağ yine cevap vermemiş. Ferhat dağa: "Gözümün içine bak." demiş bunun üzerine. Dağın içi gıcışmış, yok yok içi kırılmış, içi yontulmuş. Sonra ferhat’a bakmış dağ. Gözüyle. Ferhat ani bir hareketle elindeki mahkeme tokmağıyla gözüne darbeler indirmiş dağın. Dağ ufalanmış, ateş yokmuş ama dağ kül olmuş. Bunu gören halk demiş: "Ferhat gökyüzü için dağı un ufak etmiş." Bunu halk demiş tabi. Hakla aralarında üç sosyal mesafeye* uygun düşecek kadar bir mesafede köyün bastonu varmış, zor anlamışlar aslında köyün bastonu olmadığını, deliyi görememişler ilkin. Deli tabi sesiyle belli etmiş kendisini ve demiş ki: "Gökyüzü şirindir, ferhat bilmez. Dağın gözü oyuktur, halk bilmez." Sonra ferhat karga suretine bürünmüş. Bunu görememiş halk. Delinin bastonu hareketlenmiş ama. Deli, kargaya bakmış. Ferhat, ferhat diye bağırmış. Halk çoktan dağılmış. Karga göğe yükselmiş ve gözden uzaklaşmış. Haberi duyan ata, sözü söylemiş: "Besle ferhatı, oysun gözünü."

Böyle bitirmek en akıllısı. İnsan anlatabildim yalanına direkt kanıyor böyle olunca. O son sözü yazar birine dedirtecek. İnsan var oluşa dair bazı problemler yaşıyorsa böyle bir hikâyede bunu dillendirir, demek çok aptalca olur. İşin bize bakan yanı olunca aptallık gömlek olur, herkese gösteririz. Ama bir de şuradan bakalım, ben reenkarnasyonu çok sevdiğimden ferhatı karga yaptım yahut kadına şiddeti benimsediğimden dağı anne yapıp sonra gözünü oydurdum. Bunlar insanların bakış açılarıdır. Eleştirirken, metni değerlendirirken buralara takılırız. Ferhat der ki: " Yazış açıma bakın." Bunu da ferhata dedirterek aslında her şeyin bir kurgu olduğunu ve endişeye mahal verilmemesi gerektiğini söyleyerek hikayenin bittiğini ve böylece daha rahat yaşayabileceğimizin müjdesini veriyorum. Buyrun, müjde.

Aşk kokulu notun abisi: Yalnız deliler söylenmesi gereken şeyleri söylemeye uygundur. Yalnız erkekler pantolon giymeye uygundur. Yalnız ben yokuşta kaybolmaya uygunumdur. Ama son üç cümlem böyle bir metne uygun değildir. Hatta pantolon deli değildir, ferhat gökyüzü değildir. Gözdağı vermek iyi değildir. Ferhat taştır, şirin değildir.

Notun düşünür ablası: Yokuş aslında yok(ol)uştur. Ama olmak mesele. Siz hiç oldunuz mu? Yok veya var. Ne fark eder?

*sosyal mesafe= 1,5 metre ×3= 4,5 metre

2020 ve virüs temalı.

Sefa Fırat

Söylemeliyim: Ek zorluğu kullanmadım bence. Çünkü 10 haftalık serüvende yazılan her öyküyü okumadım. Farkında olmadan olacak olan tesadüfler ek zorluğu kullanmış dedirtebilir. Bunu diyeyim.