Bir iki, bir iki. Adım. Bir iki, bir iki. Adım. Dur. Soluklan. Tamam dur koşma oradan. Yaralama kendini, yorma. Yaralar alma, yorgunluklar satma. Sakin kal. Dinle. Tık, tık, tık. Atan bir kalp var. Orayı dinle. Orayı gözle. Orayı anla. Tık tık tık. Kalp böyle mi atar bir düşün. Sonra dinle.
Her şey o yokuşun başında başladı. Ürkmedi giderken. Peşinden söylenenleri dinlemedi. Yahu bir kulak verse, bir söylenen ne imiş duysaydı keşke. Yok dinlemedi. Hababam gayret etti. Güç bela çıktı yokuşa. Çıktı çıkmasına ama “Yorulduğu ile kaldı” dediler çıkışının hemen peşi sıra inişini görenler.Yorulduğu ile kaldı/kalakaldı. E. şimdi yorgunluklarını sığdırdığı yokuşun satır aralığına iki üç kelime daha yazdı ve ayrıldı. Bunca zaman hiç durmadan gayretle o yokuşu tırmandıysa eğer bundan sonrasında da pek tabii tırmanabilirdi. Devamı gelmeliydi. Hiç değilse sonunu görmeliydi. Yahu bir düşünsene belki yokuşun sonu, muazzam bir estetiğe sahip eski bir pencereden muazzam bir manzarayı seyretmeye çıkıyordur yahut bir düşünsene, dokunsan paramparça olup yerle yeksan olacak derme çatma bir pencerenin muazzam çirkinlikte bir ölü şehri seyrettiğini. Hoş olmaz mıydı yani ömrü boyunca korkusuzca her karışını ezberlediği bu diyarın yokuş sonunun nereye çıktığını görmek. Hiç kimseler ses etmesin bu sebeple. E. tırmanacak, koşacak, o yolun sonunu görecek. Çok uzak bir ihtimal de olsa görecek. O nedenle aylardır içini kemirip duran kardeşinin hastalığının belirsizliklerinin, annesinin yarattığı problemlerin, çocuklarının yolunda gitmeyen evlilik hayatlarının sıkıntılarının toplanıp bir kütleye dönüştüğü noktada tık tık tıkların sesi kesildi bir anda. Herkes biraz durulsun, herkes biraz bu tarafa doğrulsun diye sesi kıstı sadece. Kesseydi biterdi. Kesmeden kıstı. Tık tık tık. Atıyor. Orada. Hasretleri topladı, yanılgıları, yenilgileri,sevgisizlikleri,üzerinden kalkamadığı psikolojik, fiziksel her ne var ise bir çuvala toplayıp biriktirdi. Her gün çıktığı o yokuşa o yük ile tırmandı. Yokuşun sonuna varmadan evvel her inişinde de çuvalı dolup taşacak gibi oluyor, yenilere bir yenisi daha ekleniyordu. Aldırmadı.
E. herkesin bildiği, sevdiği biri. Yoksullukla değil zenginlikle büyüyüp yoksulluğu sonradan kendi kendine öğreten biri. Bir okul günü gurbetten gelen hiç tanımadığı bir öğrenciye “Şehrin yerlisiyim, buraların abisiyim” babayiğitliği ile yemek ısmarlayan biri. Dilinden anlamadığı gençlerin, kalplerini kırmadan nasıl yontabilirimi düşünen, çözülemez görünüp bir kenara itilmiş ne mesele varsa kurcalayıp, açığa çıkarıp çözmeye uğraşan mert biri. Kötü bir şey düşünsem onun adına ne olurdu diye kendini sorgulayacak olana zerre malzeme vermeyen, veremeyen biri. Dolayısıyla kötü olmayı hiçbir zaman beceremeyip iyiliklerin becerikliliği ile yokuşun sonuna yaklaştığı vakit takatsiz kalan biri. E. işte gayrı hepimizin bildiği gibi biri.
Çıktığı yokuşun sonunu evvel zaman içinde çok kez hayal etti. Çok kez de hayaline yakışır bir manzara ile karşılaşacağını umdu fakat tam net göremeden gerisin geri dönmek mecburiyetinde kalıyordu. Tam “Çıktım” diyor, “Geldim işte burası” bir adım kala arkadan biri sesleniyordu. Biri bir yardım istiyor, biri bir şey söyleyecek oluyor, biri “Yokluğunla şimdi başa çıkamam, uğraştırma beni” diyor, sürekli bir adım kala kulağının ucunda vızır vızır geri dönüş sözleri dolanıyordu. Bu sebeple her şey henüz bir hayalden ibaret. Hatta bir gün tırmanışının peşi sıra aşağıya inip insanların arasına karıştığında mücadelesinden nice perişan bir halde dönüverdiği ellerindeki karalardan anlaşıldı. Herkes bu karaların sebebini sormak istedi fakat kimse cesaret edemedi tabi. Karaları temizlemek için koşarak gittiği evinde yine kulağının dibinden vızıltılar eksik olmuyordu. Aldırmadı. Evin girişinde masanın üstünde birkaç gün evvelinden kalmış yeni ölmüş babasının namaz vakti gelene kadar kapı önünde atıştırdığı bisküviler duruyordu. Küflenmişlerdi. Küflü yiyecekler ona o yokuşun sonun hayaline yeni birkaç ekleme daha yapmasına vesile oldu. O arada tabi o meşhur, biri öldüğündeki hissizliği sonradan ezkaza sandalye üzerinde görünen hırkanın yüreğine oturmasıyla bozması ve derin bir üzüntüye dönüşmesi meselesi aklında belirdi. Küflü malzemeler. Sandalye üzeri hırkası. Yokuş. Tık, tık tık. Atıyor. Yavaşladı. Kesilmedi ama. Sadece kısıldı ve yavaşladı. Tık, tık, tık.
Bu sabah yokuş sonunu göreceğinden emin yüklerini sırtlandı ve tırmanmaya başladı. Bir adım, iki adım, üç. Ha gayret arkadan bir ses gelmezse bu sefer başardı. Dört. Bitti. Gökyüzüne açılan uçsuz bucaksız bir mahkeme kapısı. Binden fazla girişi var. Hangisini seçeceğine şaşırdı. Beşinci adımda o mahkemeden içeri girecek ve esas olanları görecekti. E. korktu. Hiçbirini seçemeden geri geldi. Aşağıda onu karşılayanlar kulağının arkasında vızıldıyordu yine. Kalabalığın arasından hırsla geçerken bir anda hiddetle yüzünü onlara döndü. “Kesin çenenizi! Yokuş mokuş yok artık ahali! Ben geçtim bu yoldan sizin olsun erikli bahar!”