Koşmaya başlayalı beş dakikadan fazla olmuştu.Nefesim kesiliyor, koşma hızım yavaş yavaş artıyordu. Yavaşlayamazsam yokuş aşağı yuvarlanmaktan korkuyordum. Adımlarım yere değmeden ikinci adımımı atıyor, göğsümün tam ortasındaki saatin infilak etmesine az kaldığını hissediyordum. Gecenin soğuğu yüzümde kesikler oluşturuyordu. Arkama bakmak ciddi bir zaman kaybı olsada o lanet şeyin bana olan mesafesini ölçebilmeliydim. Hızımı düşürerek kafamı sol tarafa doğru çevirip ona göz ucuyla baktım. Hala peşimdeydi. Aramızdaki mesafeyi biraz da olsa açabilmiştim. Tempomu düşürmemeli bu kabustan hemen uyanmalıydım. Hep çıkmasının zor olduğunu düşündüğüm bu yokuştan koşarak inmek daha zordu. Belli ki hızımızdı bizi itidale ve yola koyan. Bir anlık gafiliiğimle yavaşlamış, o hırıltılı sesiyle, sıcak nefesini kulağımda hissetmiştim. İğrençti. O andan sonrası sadece uçmaktı. Uçmalıydım.Bir kuş gibi iki yana açtığım kollarımı yukarı aşağıya hareket ettirmeye başladım. Aptalcaydı. Çarem yoktu. İnanıyordum. Uçmak en başta varlığa has bir eylem ise ben de uçabilirdim. Korkunun bana uçmayı öğreteceğini bilemezdim. Ayaklarımın yavaş yavaş yerden kesilmesiyle yüzüme aptal bir gülümseme oturmuş, ne idüğü belirsiz çirkin canlıya son kez bakmıştım.
Havalanmamın ardından o karanlık orman bir anda aydınlanıvermiş, daha demin gözüme canımı alacakmış gibi gözüken ağaçlar şimdi yeşil yapraklarını esintiye bırakmışlardı. Yeryüzü çeşit çeşit harika çiçeklerle doluydu. Ayçiçekleri yüzünü güneşe kaldırmış, papatyaların yakından güzelliği gözümdeki önemini yitirmişti. O devasa büyüklükler küçücük kalmıştı gözümde. Önemsiz dertlerime bir hatır ve gülümseme koydum zihnimden. Uçmak keşke insanlara verilseydi, ne çok güzellikten mahrum kalıyorduk.
Güzelliğine hayran bırakan gökyüzünü seyrederken bir anda bir bulut huzmesine çarpıverdim. Var olduğuna inandığım kanatlarım yok olmuş, pamuk ile gaz karışımı içinde yuvarlanmıştık. Yuvarlanmıştık diyorum, çünkü kendimi toparlayıp ayağa kalktığımda hemen sağıma yuvarlanmış ben diyeyim martı siz deyin bu çok büyük bir martıydı. Hayallerim yıkılmış yaptım sandığım şeyi yapamamıştım. Kuşun tepesine dikilip izlemeye koyuldum. Göz kapakları kımıldıyor ama hala açılmıyordu. Bir müddet sonra gözlerini bir anda açan bu kuştan uzaklaştım. Arkamı dönüp yürümeye başladım. Hafiften sendeleyerek kendini bulmaya çalışan kuş adımlarımı takibe almıştı.
Beyazlıkların içinden sıyrılmış cennetime düşmüştüm. Cennetim diyorum çünkü böylesini ilk kez görüyordum. Mükemmel bir kente benziyordu burası. Gökyüzünden aşağıya bir yol olduğunu düşündüğüm kaydıraktan kayıverdim. Devasa bir binanın önünde buldum kendimi. Beyaz saraydan hallice bu kırık beyaz sarayın merdivenlerinin iki yanına aslancıklar yerleştirilmişti. Ortadaki havuz tüm ihtişamıyla göz boyuyor, ağaçlar belli birinin terbiyesinden geçtiğini görünüşleriyle kesinkes söylüyordu. Sessizliğin ve kuş cıvıldamalarının hakim olduğu meydandan ilerleyerek iki adımda bir bitirebildiğim merdivenleri çıkmaya başladım. Kilitli olduğunu tahmin ettiğim kapıyı elimle zorlamadan açabildim. Bu sefer sessizlik ve huzur yerini kargaşaya vermişti. Birileri bağırıyor, bir tarafın sesi çok çıkınca hakimin tokmak sesi tüm binayı inletiyordu. Sese doğru yönelmeye başladım.
Yine kilitli gibi duran bir kapının önünde durakladım. Salonun isminin yazdığı tabelaya göz ucuyla baktım. “Kalbin de duyguları var mahkeme salonu” ..
Ne saçma isimdi bu böyle. Kalbimizin duyguları da ne demekti. Daha fazla düşünmeden kapıya hafifçe uzandım ve içeri girdim. Ana baba günü olacağını tahmin ettiğim salon sessizliğe gömülmüştü. Savcının sözleriyle irkildim.
- “Davacı Sema Hanımın kalbi, istemediği duygulara gark olmaya mecbur bırakıldığı için hizmet verdiği Sema hanımdan şikayetçi. Ya işleri kendisine devretmesini, ya da bundan sonra emekli olup “şayet becerebilecekse” kan pompalama işi dahil tüm haklarını Sema Hanıma devretmek istiyor Hakim Bey .”
İlk defa gördüğüm bu mekanda bana dikilen gözler, bana bir cevap hakkı doğurmuştu. İçimden vay hain kalbim demek beni buralara kadar sen getirdin, bu ne cüret, ne hakla bana savaş açarsın diye geçiriyorsam da sessiz bir tonla,
“Ben bilerek kendisine karşı çıkmadım hakim bey” dedim. Bilmeden de nasıl karşı çıktığımı bilmiyordum.Kalbimin benle derdi neydi ki ? .
Kalbim konuşmaya başladı,
“ 33 senedir seninle beraberim, seni bir kez olsun yanıltmadım. Annene ilk defa sarıldığında içindeki ışığı ben yaktım. O’na aşık oldun ben içindeki sevgini büyüttüm. Sen kırıldın acısını ben çektim. Sen uyudun ben uyumadım. Sen sustuğun zamanlarda ben konuştum. Sen düştün ben içinde yeni bir umut doğurdum. Sen yok olmak istediğinde ben varolman için çabaladım. Ta ki biraz büyüdün artık sesimi dinlemez, saniyede birden daha fazla vurduğum göğsündeki seslerime kulak asmaz oldun. Birini görünce kalbini çarptırdım dinlemedin. Yetim başı okşa dedim, kulak asmadın. Annene sarıl dedim, sırtını sıvazladın. Bebeğinin kalp seslerini dinlemek bile aklına gelmedi, onu ilham eden de bendim. Ama sen benim için hiç çabalamadın. Şimdi ise ne umudum var, ne ışığım, ne de eski sen. Ben emekli olmak istiyorum hakim bey, beni ondan alın.. ”
Şaşkınlıkla dinledim onu, içimde paramparça olan şey şimdi tamda karşımdaydı.
- “ Üzgünüm, gerçekten üzgünüm. beni bırakma dedim ” yutkunarak..
- “ Sana o kadar söyledim, var olanı neyle değiştirme gayesindesin, niçin bana eskisi güvenmiyor aklından geçenleri bana dayatıyorsun. Madem biz dost değiliz, bırak beni gideyim. Eskiye olan özlemi artık kaldıramıyorum. Kapakçıklarım yavaşladı, bana gelen yollar tıkandı. Artık duyguların yok olmaya mahkum olacak ben de tamamen gittiğimde sen ise sadece kan pompalama yarayan benimle kalacaksın. İnanmıyorsanız bir de şahidim var Hakim Bey ” dedi.
Birlikte yuvarlandığımız martı bey geldi karşıma, “Ben şahidim efendim. Ben Sema Hanımın inancıyım, beni büyüten de bu kalp hanımdır. Ne zaman zayıflasam beni ikna etti. Yalnızlığa terk edildiğimde bir mum ışığıyla yaklaştı yanıma. Şimdi buradaysak yine Kalp Hanım sayesinde.”
Şaşırmış, elim ayağıma dolaşmıştı. Mahcup olmuştum kalbime karşı. Uzun zamandır sözünü dinlemiyor, eskisi kadar ehemmiyet göstermiyordum ona. Yalnızlığına terk etmiş, huzurunu önemsemez olmuştum. Mahkeme heyetine inandırıcı bir konuşma yapmam gerekiyordu. Kelimelerimi toplamaya çalıştım.
“ Kalbim beni bırakamaz dedim bir anda. Onsuz geçen her anım yavan ve kuruydu.Ben sussam dahi beni anlayan oydu, beni kollayan ve beni her anımda yalnız bırakmayan. Evet ben onu dinlemeyi bıraktım. Ama onsuz tek bir damla kan temizleyemem, tek bir kararı onun ihtimali olmadan veremem, Hislerim yok olur, bir körden farksız olurum. Azası olmayan yerini doldurur da ben kalpsizliğin yokluğunu nasıl doldururum Hakim Bey, Ben onsuz bir hiçim lütfen bizi ayırmayın. ” dedim.
Acıklı kalbimin gözleri dolmuştu, şapşal deyip boynuma sarılmasını bekliyordum. Tam da tahmin ettiğim gibi olmuştu. Neticede ben oydum o da ben. Sarıldığım anda içime akan kalbimi hissettim ve uyandım. Dudağımda hafif kalan hüzünlü bir gülümsemeyle olduğum yerden doğruldum. Elime sol göğsüme doğru koydum, hissediyordum, oradaydı. Onun varlığı, varlığımın orta yerinden beni, zihnimi ve tüm bedenimi aydınlatıyordu. Eğer yolumu kaybedersem benim pusulam da, inancım da, Rabbim de oradaydı.
Samsama Fitrekahve