Perşembeye iki gün var. Bu hal üzerine geçecek iki gün daha. Son anda haber verilen bir inceleme yazısı. Derginin editörü tarihleri karıştırdığı için sıkışan bir takvim. İzin günümde olduğum için ettiğim şükür duaları. Annemin ise bu işe vereceği tepkinin gerginliği. Hâsılı, evde bilgisayarımın başında ilk paragrafı tamamlamak üzereyim.
Bazen kendimi eski zaman arzuhalcileri gibi hissederim. Elimde her daim bir klavyeyle yazıp dururum. Annem dahi kızar bana. Sen vaktinin kıymetini bilmiyorsun, bazen de dinlenmek lazım bunca çalışmaya gerek yok, der. Bize ayıracağın vaktini bilgisayar başında geçiriyorsun diye sitem eder. Haklı olduğunu biliyorum ancak bana göre yazmak afyon yutmakla eşdeğer. Uzak kalamıyorsun, aksi gibi bütün hayatınca hemhal de olamıyorsun. Dozunda tutmak büyük emek istiyor. Yarım saat önce editör beni aradığında ise bundan dolayı ona hayır diyemedim.
“Oğlum çay ister misin?” diye seslendi annem mutfaktan. Uzun zamandır oturuyordum. Yürümenin bahanesi olsun diye mutfağa gittim. Annem hala odada dinlendiğimi sanıyordu, yazı işini haber vermemiştim.
“Anne sana bir şey söyleyeceğim ama bana sinirlenme olur mu?” Bunu der demez çatılan kaşlar ürkmeye yeterliydi. Bundan dolayı biraz duraksadım.
“De hele ne oldu yine Uğur. Korkutma beni.”
“Bu ay dergiden hiç haber yok demiştim ya. Mustafa abi aradı senden önce. Teslim tarihleri karışmış, dergi iki ayda bir çıktığı için daha bir ay var zannetmiş. Bu yüzden çok sıkışmışlar. Benden inceleme metni istedi.”
“La havle ve la kuv-“
“Biliyorum ablamlara ziyaret için benim izin günümü beklemiştiniz. Sizi yarın otobüsle göndereyim öteki gün de ben gelirim. Yine görmüş olurum ablamı, çocukları. Beraber döneriz.”
“Oğlum üzerine çok yük alıyorsun. Altı üstü dört gün iznin var. Bilgisayarını al orada yazarsın. Hem ablanın durumunu biliyorsun, bekler seni.” dedi bir yandan çayımı doldururken.
“Gürültülü, kalabalık yerde odaklanamıyorum. Hem bir gün sonra gelmiş olacağım, söz veriyorum.” Bunları konuşurken odamda telefonum çalıyordu. “Çok özür dilerim annem, benim de böyle bir planım yoktu. Ben ablamı arayıp durumu izah ederim.” dedim acele acele. Sağ elime çay bardağını alıp hızlı adımlarla odama gittim.
Telefon masamda çalmaya devam ediyordu. Sol elimle telefonu aldım, Mustafa abi arıyordu.
“Alo, Uğur kardeşim tekrar rahatsız ediyorum ama.”
“Estağfirullah abi hayrolsun.”
“Aksilik üstüne aksilik yaşıyoruz. Sana zahmet yazını bitirdiğin zaman çıktısını alıp ofise getirebilir misin?” Nasıl bir aksilik üzerine benden böyle bir ricada bulundu, diye düşündüm ama teferruatını sormadım. Çay hala elimde duruyordu.
“Tamam abi, hallederim ben.” dedikten sonra sağ elimle de çayı masaya bırakırken, senkronizasyon hatasıyla bardak birden bilgisayarın üzerine devrildi. Kalakaldım.
“Hakkını helal et Uğur, bu zor zamanımdaki iyiliğini gerçekten unutmayacağım.”
“He- helal olsun abi.”
“Haydi görüşmek üzere.” dedi ve telefonu kapattı.
Rüyadan uyanmışçasına irkildim ve telefonu masaya bırakıp bilgisayarın bataryasını çıkardım.
Sandalyeye yığıldım, masaya baktım. Kısa devre yapmış mıydı acaba? Ah salak kafam, anında çıkarsaydım ya bataryayı. Hem ne demeye çayı annemlerle içmediysem. Allah’tan bilgisayardaki önemli şeyleri dün yedeklemiştim. Ama şuan elzem ve acil olan yazı işini ne yapacaktım? Hadi uğraş dur şimdi. Yazının ilk paragrafını da öyle özenle yazmıştım ki! Gitti bütün emek. Hem şimdi telefondan nasıl yazacağım bunca sayfayı?
Can sıkıntısıyla balkonun kapısının önüne gidip dışarıdaki dehşet yağmurunu izledim. Bu havada mümkünatı yok bilgisayarı servise götüremezdim. Gözüm balkonda ıslanan kaktüse çarptı. Aşırı sulanmaması gerektiği aklıma gelince içeri aldım. Yağmur hem bana hem de kaktüse iyi gelmiyordu şuan. Banyodan bi bez alıp saksının altını kuruladım ve kaktüsü masama koydum.
Çaresiz bir şekilde masamın önünde dikilirken birden beynimde bir şimşek çaktı. Babamın avukatlık zamanından kalma daktilosunu hatırladım. Onunla yazdığım zaman çıktı almam da gerekmezdi. Bilgisayarın akıbetini düşünmeyi bir kenara bırakıp babamın yanına koştum. Durumu anlattım.
“Mürekkep şeridini bizim ustaya yeniletmiştim. Çalışır durumda kilerde duruyor. Sadece bir eksiği var.”
“Çalışıyorsa o eksiği de hallederiz baba. Çok büyük bir sorun mu?”
“Bir harfi basmıyor sadece, aksamındaki sıkıntıyı halledemedik.”
“Çok mühim değil, editörle konuşur idare edip edemeyeceklerini sorarım. O harf olmadan da yazdığım şeyi anlarlar herhalde.”
Daktiloyu kilerdeki eşyaların arasından buruk bir zaferle çıkarıp odama götürdüm. Bilgisayar ve bataryayı komodinin üstüne sonra servise götürmek suretiyle bıraktım.
1988’den kalma daktilonun rulosuna A4 kağıdını sarıp eksik harfiyle birlikte yazıya tekrar başladım.
Satır bittiği zaman gelen çınn sesi odama nostaljik bir hava doldurdu. Bir yandan kendi bilgisayarıma bakıp hayıflanıyor bir yandan da daktilonun varlığına şükrediyordum. İlk paragrafı bitirince Mustafa abiyi aradım.
“Abi sizdeki aksaklıklar bize de sirayet etti. Laptopun üzerine çay dökülünce ben de babadan kalma daktilo ile yazmaya başladım.”
“Hay Allah, üzüldüm Uğur. Bizim için ha yazıcıdan çıkarmışsın ha daktiloyla yazmışsın hiç mühim değil.”
“Sağolasın abi ama ufak bir sorunu var, onu haber vermek istedim.”
“Hayrolsun.”
“Abi bir harfi basmıyor.”
“Hangi harfi?”
“Abi alfabede e harfinden sonra gelen harf var ya, o.”
“Çıktı aldıktan sonra vaktin olursa anlaşılmayacak yerleri tükenmez kalemle geçersen iyi olur Uğur, yoksa sıkıntı değil hallederiz. O harf olmayınca da yazdığın anlaşılır elbet.”
Telefonu kapattıktan sonra yazmaya devam ettim. Satır sonuna gelince, sağ elimi şerit koluna götürdüm. Kolun alt kısmında bir düğme daha vardı. Yeni bir kağıt sardım ve bu tuşa bastım.
Daktilonun sağ tarafından çın sesiyle birlikte bir bölme açıldı. Merakla o yöne eğilerek incelemeye başladım. Elimle biraz zorlayınca o bölmenin çıktığını gördüm. Kontrolsüz bir güçle çekince elim kaktüse değdi ve saksı yere düşmeden önce son anda kucakladım. Kıl payı büyük bir azardan kurtulmuştum.
Kaktüsü yavaşta yere indirdim ve tekrar doğruldum. Daktiloda böyle bir bölme olduğunu ilk defa görüyordum. Tamamen çıkardım ve içinde katlanmış eski bir kağıt buldum. Kağıdı açınca babamın el yazısıyla karşılaştım. Özel bir şey olma ihtimaline binaen tekrar katladım.
Babam oturma odasında kitap okuyordu. Kısaca daktilodaki küçük bölmeyi ve bulduğum bu kağıdı anlattım. Babam kağıdı açınca gözleri şaşkınlıkla büyüdü. Anneme seslendi. Meğerse babamın anneme askerdeyken yazdığı ilk mektubu bulmuşum.
Hayatta başımıza gelen aksilikler bazen güzel bir tesadüf zincirine dönüşebiliyor. Annem bu mektubu okuduğunda öyle içten mutlu oldu ki, ablamın bunca sıkıntısını sırtında taşımaktan uzun süredir böyle güldüğünü görmemiştim. Babamsa eskideki kendisine kısa bir selam verdi. Kalkıp ikisine tek tek sarılıp odama geçtim.
Mustafa abi aramasaydı, bilgisayarıma çay dökülmeseydi belki de bu kıymetli an yaşanmayacaktı. Afaki görünen bu olaya hikmet gözlüğüyle bakabilenin minnetle anacağı bu kıymetli anlar....