9.Hafta Kelimeleri
KALEM ZİNCİR ÇÖL
BİR ADAM TANIDIM
Bi adam tanıdım olabildiğince beyefendi kelimelere ruh üfleyen cinsten. Cümleleri bir yaz akşamında esen rüzgar gibi öyle ferah öyle güzel.Çöle dönmüş yüreğimi tekrardan dirilten, ihtilallere gebe o cümleler. İşte kaleminden akıttığı o mutluluktu yüreğimi ılık ılık eden. Ben bunları anlatırken; sus kız ayıp demişti annem. Sen de şair olup çıkıcan başımıza.
Ayıp olan neydi ki? Bir şaire sevdalanmak mı şair olmak mı? Sen bilmezsin öylelerini demişti annem. Gündüz kalem tutan eller gece kadeh kaldırır. Bu şiirler nasıl yazılıyor sanıyorsun. Aylağın ayyaşın en önde gidenleridir onlar. Bugün sana yarın başkasına gönül bağlarlar. Tamam demiştim anneme tamam yeter! Okuduğu şiirler gazete dörtlüklerinden ibaret olan annem ne bilsindi Cahit Zarifoğlu’nu Yahya Kemal’i. Hoş benim en sevdiğim şair artık O’ydu. Varsa yoksa O ve onun şiirleri. Hem sen eli kalem tutan bi damat istemiyor muydun al işte bundan alasını mı bulacaksın deyivermiştim anneme. Ah benim aklı kıt yüreği yangın yeri kızım hiç o adam sana bakar mı? Vardır bir kırığı deyip acır gözlerle bakmıştı bana.
Kimselere benden söz etme dedin. En yakın arkadaşıma bile anlatamaz oldum seni. Annem adını sayıklarken yakalamıştı da zorla anlattırmıştı o gün. Babama demesin diye kırk kere dil dökmüştüm. Ne zaman bahsin geçse vazgeçirmeye uğraştı durdu. Şiirlerinde aradım kendimi. Her mısranı delik deşik ettim sendeki beni görmek için. Kalemin benim için mi oynuyordu, bana mıydı tüm o haykırışlar bilmek istedim. Bir tek o gece konuştun benimle. Sonra sus dedin. Anlatma kimseye ayıp bellerler burada. Ayıp olan neydi ki? Bir şaire sevdalanmak mı yoksa şair olmak mı? Kalemini göstermiştin; ayıp da hakikat de burada! Derdim hakkı hakikati anlatmak. Ancak kendimi şu an ifşa edemem. Ortalık kötü biliyorsun. Müstear ismi neden kullanıyorum sanıyorsun? Kim olduğumu ah bir bilseler… Bunlar böyle acımadan zincire vururlar adamı. O an gözlerim fal taşı gibi açılmıştı. Seni kaybetme ihtimali canımı nasıl da yaktı bir bilsen. Korkma dedin, ben her zaman yanındayım. Sen aramızda olanlardan kimseye söz etme yeter. Beni bekle ve ne dedimse yap. Hafta sonları şiir toplantılarına gel mutlaka. Orada herkesin önünde bu kez sadece kalemimi değil tüm insanları hatta kainatı şahit tutacağım sana olan sevgime ve öyle okuyacağım şiirlerimi. Bizim için ihtilal taşla sopayla olmaz kalem kalem kalem! Tek silahımız budur bizim. Çöle dönüşen yüreklere su serpmek, insanları gördüklerinin serap olduğuna inandırmaktır tüm niyetimiz. Gerçeğe uyandırmak tüm insanlığı. Bizler her daim hakikatın bekçisi adaletin gönüllü neferleriyiz. Meydanlar bizim olmasa ne çıkar gün gelecek tüm dünya duyacak sesimizi. Sen yanımda oldukça değil zincire vurulmak ölümden bile korkum yok Sueda!
Ya filmin? Hani filmler çekecektin tüm dünya görecekti yaşadıklarımızı. Vaz mı geçtin bu sevdadan?
Film pahalı iş. Elbet bir gün filmimizi de çekeriz vakit kaleme davranma vakti. Gücümüz neye yetiyorsa o. Gittiği yere kadar.
Demiştin. Sonra gittin bekle beni diyerek adını bilmediğim diyarlara gittin.
Günler geçiyor sen gelmiyorsun. Kardeşim Selim’in bıyıkları terledi. Ayşe’nin saçları uzadı göğüsleri irileşti. Mahallenin delikanlıları artık bana değil ona göz kırpıyorlar. Sen halen gelmiyorsun. Babamın sırtında kambur belirdi anamın ayak parmaklarından biri kesildi sen gelmiyorsun. Sovyetler dağıldı, yıllardır saltanat süren hükümet devrildi sen gelmiyorsun. Bush bir bebeğin burnunu sıktı - muhtemelen hayatı boyunca çocuğun tek övüneceği şey bu olacak- ülke bayram yerine döndü sen gelmiyorsun. Ben anneme inat ettikçe sen annemi haklı çıkarırcasına gelmiyorsun. Zincire vurulmuş diyorlar senin için. Kalemini mi kırdılar? Hakikatı haykıran soluğunu mu kestiler? Şiirlerin neredeler? Onları da yaktın mı? Ben halen saklıyorum. Hepsi ezberimde fakat özledikçe açıp okuyorum. Geceye ve sana hasret kalacak hep bir yanım. Öyle eksik…
Gece gökyüzünde dolunay selamlıyor bizi. Tüm bedenimi saran o ılık esinti öyle tatlı ki. Mevsimlerden sonbahar ama üşümüyorum ruhum egenin sahillerinde yalın ayak geziyor. Derken ayağıma birbirine zincirlenmiş harfler takılıyor, düşüyorum. Kırılmış belli ki ama kanatmıyor, canımı yakmıyor. Bu hâle nasıl düştük bilmiyorum ama düşüşlerin en keyiflisini yaşıyorum. Düştüğüme gülüyorum, gülüşüyoruz. Kahkahalar savuruyorum etrafa bu kez, utanmıyorum. Hem utanılacak ne var ki? Ayıp olan ne? Bir şaire sevdalanmak mı şair olmak mı? Eğiliyorum, kucaklıyorum harfleri benim için yazılmadığını bilmiyormuşum gibi. Öyle ki harfleri sahipleniyorum. Küstahlık yaptığın şey,bırak onları sahibi arar, diyemiyorum çünkü artık hırsız olmaktan da utanmıyorum. Yürüyorum nereye bilmiyorum. Ruhum söz etmese de ayaklarım yabancı bu yola biliyorum. Benden önce biri bu yolda yürümüş belli. Kokusu esen rüzgarda tenimi okşuyor. Adımlarım yaklaştıkça sukunet bir yağmur gibi yağmaya başlıyor hasretinden çöle dönüşen yüreğime. Saçlarımın uçları ıslanıyor önemsemiyorum. Kokuyu duymak istiyorum istiyorum ki o koku beni sana götürsün. Denizi kokluyorum, havayı kokluyorum. Pişmiş balık kokusu geliyor burnuma. Sana doğru adımlıyorum ilk defa sana karşı sabırsızlanmadığımı fark ediyorum. Yol bitmesin istiyorum ama içimdeki hasret o an beni bir sürüncemenin içine sokuyor.
Bir adam tanıdım tahtadan masası vardı. Üzerinde bi şişe rakı, mezesi balıktan. Karşısında bir boş bardak görüyorum ama sandalyesi yok. Bardağı hazır ama asla yeri dolmayacak birini bekliyor. Belki kimseyi istemiyor yanında diye düşünüyorum. Sukunet yerini başka bi şeye bırakıyor; adını bilmediğim tarif edemediğim bir şeye. Hisssizleşmek bu olsa gerek.
Bir adam tanıdım gözleri ile beni kendine çağıran. Gözleri buğulu,köpeği her daim yanında kitabı çantasında. Lüzumsuz Adam okuyor anlam veremiyorum. Yalnız mısın diye soruyorum. Kızıyorum kendime; böyle saçma soru olur mu diye, içimden dediğimi fark edip rahatlıyorum. Kucağımda ondan kalan harfler; düşürmüşsünüz diyebiliyorum sadece. Adam bana yaklaşıyor zincirlenmiş harfleri kollarına bırakıyorum.
Düşüyorum…
Olabildiğince hızlı. Paraşütüm açılmıyor. Midem bulanıyor derken bi uçurtmaya tutunuyorum. Uçurtması ruhundan daha renkli diye düşünüyorum. Usulca yanına indiriyor beni adam, sakinleşiyorum. Buyur diyor, boş bardağın olduğu tarafı gösteriyor ama orda sandalye yok diyemiyorum. Eğiliyorum yere bağdaş kuruyorum küçülüyorum küçülüyorum derken o da geliyor yanıma. Elinde bir şişe içki ve iki bardak. Annem geliyor hatrıma. Yine haklı çıktın anne diyorum içimden. Sonra ben nasıl içilir bilmiyorum ki diyorum. Utanmıyorum. Arkadaş bugün de gelmedi, demek yerine seni gönderdi hadi bi yudum al diyor. Yavaş yavaş alışırsın. Kendine ona bırak sen.
Tanımadı diyorum içimden beni tanımadı.
Ürküyorum.
Bir adam tanıdım kendisine has alfabesi olan. Anlamaya çalışma diyor, anlat diyorum ben de kendimi anlamadım ki diyor. Çantasından kitabını alıyor kaldığı yerden okumaya devam ediyor, sanki ben yokmuşum gibi hiç düşmemişim gibi hiç hiç…
Bir adam tanıdım cümleleri sadece ölülere yazılmış. Ölüme ve ölüye övgü onu yaşamaktan alıkoymuş. Kalemini zincire vurmuş. Hakka ve hakikate susmuş.
Vedalaşmıyorum onunla usul usul uzaklaşıyor ayaklarım. Dayanamıyorum dönüyorum arkama bir adım atıyorum, bir adım daha duruyorum kitaptan kafasını kaldırmasını bekliyorum. Bana bakıyor. Düşüyorum! Bu sefer daha sert, uçurtmanın ipi de yok diyorum kendi kendime. Balık kokulu havayı içime çekiyorum ve bir nefeste; beraber kısa film çeker miyiz Lüzumsuz Adam? diyorum.