Kalbimde Yaktıkları

İrem İlayda Karkı

Not: Ek zorluk kullanılmıştır.

Kalbimde Yaktıkları

Bir zamanlar kendimi bulabilmek için çok çaba sarf etmiştim. Özellikle lise döneminde, evden gitmek istediğimde, beni tutan zincirleri kırmak istediğimde. Güçlüydüm ben artık, her şeyi yapabilirdim. Kalem tutan elim kılıç da tutmaya başlamıştı. O kılıçla dünyaları fethedip bambaşka bir dünyada yeni bir hayata başlayabilirdim. Beni tutan ne vardı burada, zincirlerim dışında? Sevgiyi hissedemeyen bir yürek zamanla taşlaşıp başkalarının sevgi bağı dediği bir bağı zincir olarak yorumlar demişti bir arkadaşım. Benden büyük, abla dediğim bir arkadaşım. Ablam yoktu benim. Küçükken çok üzülürdüm bu duruma. Sanki ablam olsa anlayacaktı beni her zaman. Gidip ona sarıldığımda ben tek söz söylemediğim halde kalbimi hissedecekti. Eğer ablam olsaydı beni çok severdi demiştim abla dediğim arkadaşıma. Gülmüştü. Ben de senin ablanım demişti, sarılmıştım. Kalbim hala taşlaşmamıştı, kurduğum dünyaları ateşe vermemişlerdi henüz.

Her gün kendime şu soruyu soruyorum. İlk ne zaman başladı? İlkokuldayken eve dönüş saatim olmazdı. Merak edilmezdi nerede olduğum, kaçta geleceğim. Akşam yemeğinde evdeysem gerisi hiç önemli değildi. O da sanırım o an tabaklardan birinin boş kalması ile fark ediliyordu. Arkadaşlarıma giderdim sık sık. Arkadaşlarımın aileleri benimkiler kadar izin verici olmadıklarından evden çok uzun süreli çıkamazlardı. Ben de onların evinde onlarla vakit geçirirdim bu sebeple. Kitap okuma saatleri vardı mesela. Ben de okurdum ya da beklerdim. Ders çalışma saatleri vardı. Ben, neden benim yok diye düşünürdüm. Benim neden yemek saatim, okuma saatim, ders çalışma saatim, odamı toplama saatim, oyun saatim yoktu? Arkadaşlarımın sıkıldığı, sevmediği bu sınırlamaların bende olmayışı beni yaralıyordu. Ama hiç sözünü etmezdim. Çöle sürüklenmişsen o şartlara uyum sağlamaya çalışıyorsun hayatta kalabilmek için. Güçlü olmayı o zamanlardan öğrenmişim, şimdi anlıyorum.

Bir gün bir kitap okumuştum. Adı neydi? Hatırlamıyorum. Okurken bu dünyadan koptuğumu, kendime kısacık bir zamanda bambaşka bir dünya kurduğumu hatırlıyorum. Sonra vazgeçemedim bu histen. Kitaplar kılıcım olmuştu, başka dünyalar kurmamı sağlayan. Okudukça kendimdeki eksikleri tamamlıyordum sanki, yaralarımı sarmaya çalışıyordum. Var olduğumu kendime kanıtlamaya ihtiyacım vardı bir de. Yaşadığım her şeyin gerçek olduğunu anlamam için yazmaya başladım. İlkokulda harfleri öğrenmek için elime aldığım kalem kendimi bulmam için yardımcı olacaktı artık. Her günü yazıyordum, ne düşündüysem, ne hissettiysem tüm ayrıntılarıyla. Benimle konuşmayan ama beni sıkılmadan dinleyen bir arkadaşa sahip olmak gibiydi. Sıkılmadığı konusunda emin değilim. Bana sorsalar ne yaşıyorsun da yazıyorsun diye, onlara hiçbir şey anlatamam. Ama görünürde pek bir şey yaşamadığım bu hayatta sayfalarca anlatacak şeyim vardı. Çölde bıraktıkları birinin içindeki dünyalardan haberleri olmasını beklemiyordum zaten. Bazen misafirler ya da akrabalar geldiklerinde ve beni sorduklarında içe kapanık bir karakterim olduğunu söyleyip gülümsüyorlardı. Tabi bu güzel bir şeydi, asi değildim isyan etmezdim hiçbir şeye, çok konuşup baş şişiren çocuklardan da değildim, şımarık hiç değildim. Ağlamazdım sızlamazdım, naz yapmazdım. Daha ne isterlerdi. Sevdiğim insanların ve beni seven insanların yanında nasıl olduğumu bilmiyorlardı. Siz görmediniz ben de görünmez oldum da demezdim ama.

Bu sebeple yıllarca görünmezlik pelerini ile gezdim evin içinde. Hatta belki okulda. Lise yıllarımda değişmeye başladım. Artık bana yapılan eleştirilere karşılık veriyordum. Verdiğim karşılık saygı çerçevesinde olduğu halde sırf konuşmuş olmamdan ötürü sinirleniyorlardı bana. Evde tartışılan bir konu varsa fikrimi söylüyordum. Bazen evde sesli bir şekilde müzik dinliyordum. Bunca yıl görünmez olmanın acısını çıkarır gibiydim. Bu durumdan ben ne kadar memnunsam ailem o kadar mutsuzdu. Ama verecekleri tepkide ileri gideceklerini hiç düşünmemiştim. Yaşadığım o günü, hissettiğim acıyı, çaresizliğimi hala en ince ayrıntısına kadar hatırlıyorum. Bir gün okul çıkışı eve yaklaştığımda bahçemizden yükselen dumanları gördüm. Yangın çıktı sanıp koşarak eve gittim. Ayağım taşa takıldı hatta koşarken, sendeledim. Bahçe kapısından girince bir kova içerisine doldurulan kitaplarımın, günlüklerimin, müzik kasetlerimin yok oluşunu gördüm. Okuduğum, yazdığım, dinlediğim her şey... Filmlerde olur ya hani bir anda dizlerinin üstüne çöküp sadece izlerler. Tam olarak öyle oldu. Sadece izledim. Bitene kadar. Dakikalarca tepkisiz kalmama annem şaşırmış olacak ki yanıma geldi. Kollarımdan tutup sarstı beni. Benim iyiliğime dair bir şeyler saçmaladı. Sadece döndüm ve "Ne yaptın? Onlar benim tüm hayatımdı." dedim. Sonra odama gittim ve ihtiyaçlarım dışında üniversiteye gidene kadar bir daha oradan çıkmadım.

Sonra şöyle oldu. Zaten uzunca bir zaman odamda kendimi esir ettiğim için çalışmak için çok zamanım olmuştu. Pek bir hayalim yoktu o zamanlar. Kitaplarımı ve günlüklerimi kaybetmem tahmin ettiğimden daha çok sarsmıştı beni. Kendi içimde kurduğum bütün dünyaları kaybetmiştim. Burada bana ait bir dünya kalmamış gibi hissediyordum artık. Onlar benim kalemimi kırmıştı, bense zincirlerimi. Sınav puanıma uygun bölümlerden birini yazdım ve kazandım. Şehir dışında olması önceliğimdi. Artık yaralarımı sarmak için bir şansım daha vardı sanki. Buna inanmak istiyordum. 2 yıl eve hiç gitmedim. Hep bir bahanem vardı. Yazları iş bulup çalışıyordum. Kışları yarı zamanlı. Çöle öylesine alışmıştım ki. Susuz kalmak artık etkilemiyordu beni. Ya da ben öyle sanıyordum, suya hasret kaldığımı söylemeyi gururuma yediremiyordum. 2 yılın sonunda artık ısrarlara dayanamadım. Kısa bir zaman için eve gidecektim. İşten izin almıştım. O bahçeye adım atacağım için gergindim. O günü tekrar tekrar yaşamaya başladım eve gitme zamanım yaklaştıkça.

En sonunda gideceğim gün gelmişti. Yol boyunca müzik dinledim kafamı dağıtmak için. Bir ara uyumuşum. Uyandığımda otogardaydık. Evimiz otogara yakındı. 10 dakika sonra iki senedir görmediğim evimde olacaktım. O bahçede. Yürürken ne olursa olsun sakin kalacağıma dair kendime telkinde bulundum. Eve birkaç adım kaldığında durup bir nefes aldım. Yerdeki taşlara bakıyordum beni sendeleten taşı ararcasına. Bulamadım. Bahçe kapısına geldim sonra. Tam bakışlarım birkaç sene önce içinde yanan kitaplarımın olduğu kovaya çevrilecekti ki annem koştu geldi. Pencereden görmüş. Sarıldı. İçimde sular çağladı. Oysa ben çölde yaşamaya alıştığımı sanıyordum. Sarıldım ben de. Yapraklarım yeşillendi. Yanağından öptüm kokusunu içime çekerek. Kuşlar cıvıldamaya başladı. Sonra babamı gördüm kapıda. Mahcup duruyordu. Hani koşup sarılmak istiyor ama tutan bir şey var. Annem kolumda eve doğru yürüdük. Babamla karşı karşıyaydım. Tam elini öpecektim ki sarıldı birden. Annem tamam da babamdan beklemiyordum bunu. Babama sarıldığımda ellerimin birbirine değmediğini fark ettim. Dağa sarılmak gibiydi. Kaç yıl olmuştu bu hissi yaşamayalı? Annemle babamda bir şeyler değişmişti, hissediyordum. Tek evlat olmama rağmen yıllardır göremediğim sevgiyi, ilgiyi hissettirmek için çabalıyorlardı sanki. Ama kalbimde yaktıkları o ateş... Bunu unutabileceğimi sanmıyordum. Üzerimi değiştirmek bahanesiyle odama kaçmak istedim. Bana göstermek istedikleri bir şey olduğunu söyleyip benimle geldiler. Odaya girince tam karşıdaki kocaman kitaplığı fark ettim. Öncekinden daha büyüktü. İçinde çok kitap yoktu. 20 ya da 30 tane belki. Bir an ne hissedeceğimi bilemeyip anneme baktım. "Yaptığımızın telafisi olamaz ama... Haftada bir kitap alıp koyuyoruz. Zamanla dolacak. İstediğin kitap varsa söyle bize." Öyle mahcup bir ifadeyle söyledi ki. Çöle yağmur yağdı o an.

İrem İlayda Doğan