Çerçevedeki Fotoğraf

Sena Çelikçi

“Hasan Aliiii ulan it herif yine mi odamdan çıkardın şu radyoyu kapat şu türküyü kapat. Sabah beri kafam şişti.”

“Ustam ne oldu az sakinleş, dur bakem bir su getirem sana. Sen niye dellendin yine?”

“Ulen çocuk sen beni öldürecek misin? Şu radyoyu odamdan çıkarıp çıkarıp son ses türkü açıp dolaşma dükkanın içinde. Seni buraya serserilik edesin diye mi aldım adam gibi işine baksana. Ver şunu da bana.”

“Ustam etme, alma radyoyu elimden. Bak hallediveriyom işleri de ne zararı var sana o çalan türkünün?”

“Ne zararı varsa var her şeyi kurcalama sen. Ver şunu da dön işine hadi.”

Saatleri tamir ettiği masanın en alt kilitli çekmecesinden o hep canı sıkkın olduğu vakitlerde eline alıp uzun uzun baktığı fotoğraf çerçevesini çıkardı. Dükkanın arka cephesine bakan küçük pencerenin önündeki iskemlesine kuruldu. Bugünkü rutinini atlamadan çerçevedeki fotoğrafla konuşmalıydı.

“Tutmuyor ellerim artık, titriyorum iyice. Günde kaç tane saati tamir eder sahibine teslim ederdim hemencecik. Şimdi iki üç tane anca yapabiliyorum. Dermansız kalmışım iyice. Düz yolda yürüyüvereyim biraz, açılırım diyorum o da olmuyor. Dizlerim de titriyor. Gelemedim sana bak bugün de.

Daha bebekken annesiz kalakaldım. Babam zaten bir tutsa elimden, bir sırtımı sıvazlasa, bir yüzümü okşasa, aman bir merhamet edebilse ufacık kıyamet kopacak olurdu sanki. Bir başıma kendi kendimin merhametiyle devam ettim hayat mücadeleme. Düşe kalka geçinmeye çalıştım işte. Yedi yaşında otuz koyun. Daha kendimi idare edemiyorken bir de sürüyle koyunu peşime taktılar. Kim gönderecek beni okula. E koyunları güdüyorum ya. Okulun yerine koyunlara gittik, kalem tutmayı değil ama iyi kaval çalmayı öğrendik. Sana varana kadar çok şey yaşadım. Gayrı senden sonrası da aynı. Bu kadar asabiyetin sebebi ne diye hep sorar dururdun da şu iflah olmaz çenemle bağırır azarlardım seni. Pişmanlığı bırak şimdi. Bir pişmanlığım o çektiğim azarlar değil. Çok şey var da dur şimdi söyletme beni. Ne diyordum? Ha! Şu dükkanın önünden geçip de gölgen pencereye vurmuyor ya o zaman bir yanımın eksikliğini anlayıveriyorum da çaktırmıyorum işte şu yanımdaki sıska oğlana. İyi çocuktur iyi. Bana tahammül etmesini bilir. Bunca azara bunca köteğe üç kuruş para için iyi dayanıyor. Beni sevdiğinden mi duruyor sanırsın. Yok be canım. Kim niye sevsin beni. Biraz insanlık, biraz kıyıda köşede kalmış çürümüş bir merhamet, birazcık da tahammül işte. Onları toplayıp bir araya getirerek katlanabiliyorlar ancak. Bilmiyorum sebebini. Bilmiyorum benim de derdim ne. O kadar direttin şu derdi anlatmam için ama anlatamadım. Şimdi her gün bu ezberlediğim sözlerle geliyorum sana. Her gün bıkmadan usanmadan tekrar tekrar anlatıyorum olanları.Bıkarsın deme, bıkmam, inat ederim öldürseler de bıkmam. Duymam da deme. Duyarsın biliyorum. Ben duyuyorum senin verdiğin cevapları. Bak ötede söyleniyorsun yine bana. Kalkacağım birazdan zaten. Çok işim var. Şu senin gelinlik zamanından kalan saatini kurcalıyorum bu aralar. Zinciri paslanmış uğraşıyorum uğraşıyorum temizlenmiyor. Olsun. Uğraşma deme hiç ona da uğraşırım. Neyse ne çenem açıldı iyice. Yordum seni de. Şu oğlan ne zaman tepemin tasını attırsa koşarak geliyorum sana. Ne yapayım başka gidecek yerim kalmadı. O türkünün beni niye sinirlendiğini söyleyemem. Hiç öyle yan yan bakma bana. Billahi öldürseler demem. Ha unutmadan söyleyeyim. Havalar iyice çöl sıcağına döndü. Kusura bakma hanım, artık günde bir kere geleceğim.”

Ulan Hasan Ali. Kapat şu türküyü Allahın cezası herif. Kapat.”

Ah be Hasan Ali. Şu adamcağızın derdini bir bilsen, türküyü kapatır mısın yoksa son ses açıp dinlemeye devam mı edersin kimse bilemez ama ben yine de sen bildiğini oku derim. Türkünün sesi geliyor öteden yine. E Türkçe de değil. Ne diyor bu türkü Hasan Ali? Biraz kurcala bakayım belki anlarsın meseleyi.

“Aim mtazeda yornebi/ Budoben ar isliano/Ar samagxedav qalau/ Tolni ar daisliano”

“Bak o dağda akbabalar yaşar/Yuvasını bırakmıyorlar/Bakmayacağım sana güzel kız /Ama gözlerim bırakmıyorlar”