ATÖLYE 9.HAFTA
KELİMELER: ÇÖL, KALEM, ZİNCİR
BİR ZAMANLAR
HERGÜN
BİRGÜN
BU SEBEPLE/ BU SAYEDE/ BU YÜZDEN
SONRA ŞÖYLE OLDU/SONRA ŞUNLAR OLDU
EN SONUNDA
KALEMİN SEÇTİĞİ
Bir zamanlar güneşin ışıklarıyla parıldayan kum tepelerinin olduğu bu çölde artık hiçbir şey aynı değildi. Kalem başka ellere geçmişti. Kullanıcısı, elleri zincirli bir şekilde hapsedilmişti. Çöl, serapları her zaman içinde barındırsa da, bu bir serap değildi. Wahiba, Umman’ın en büyük çölüydü. Çölü ve çöl hayatını bilen Kays, babasının ona öğrettiklerini çok iyi öğrenmişti. Rehberliği, babasına dedesi öğretmişti. Dedesine de onun babası. Anlatılanlara göre tüm dedeleri rehberdi. Bu yüzden o da bir rehber olmuştu. Çölde yapılacak başka bir iş yoktu zaten. Bir renk paletini andıran kum tepeleri arasında kaybolmak. Kaybolduğunu sanarken, yolunu bulmakla sonuçlanan kaybolmaklar vardı. Bunların hepsi kalem sayesinde oluyordu. Kays çocukluğundan beri babasıyla yolculuk yapmak için can atardı. Zamanı gelince kendisinin de rehber olacağını bildiği için, ne kadar erken başlarsa o kadar iyiydi. Tüm bu yolculuklar onun çocuk zihninde oyun ve maceradan ibaretti. O, öyle zannediyordu. Ama kalem onu seçtiği için, öyle olması gerekiyordu. Çöl tehlikeli, gizemli ve bilinmezdi. Kays’ı iştahlandıran, çöldeki gizemin ta kendisiydi, seçilmiş olduğundan habersiz.
Hergün Wahiba çölünde, onlarca turiste çölü ve bedevilerin yaşantısını anlatıyordu. Wahiba çölü Umman’ın kuzeyinde yer alıyordu. Gece çıkan kum fırtınaları, bir gün önce geçtiğin yerden tekrar geçerken farklı bir noktadan gidiyormuşsun hissi veriyordu. Kaybolmak kaçınılmazdı. Çoğu zaman yerlisi olanlar bile çölün işaretlerini okumayı başaramıyordu. Kays kalemini bu yüzden yanından hiç ayırmıyor, adeta bir uzvu gibi taşıyordu. Kalem atalarından ona kalmıştı. Belki de ondan oğullarına kalacaktı. Çöle gelenler için burası koordinatsız bir coğrafyaydı. Bir kaybolma mekanı.
Birgün korktuğunun başına geleceğinden emindi. Bu coğrafyada düşündüğünün başına gelme olasılığı diye birşey yoktu. Aklına gelen, günü gelince insanın başına gelirdi. Kardeşlerinin kıskançlıklarını görüyordu. Sonuçlarının neler olabileceğini bildiği için, kalemi kaybetme korkusu onda paranoyaya sebep olmuştu. Eve geldiğinde, evden çıktığında, yeleğinin cebindeki gizli bölmede kalemi hissetmeden rahat edemiyordu. Uyuyup uyandığında aynı halleri devam ediyordu. Sürekli kuşkucu ve şüpheliydi. Kardeşleri kalemin tılsımının onu seçtiğini bildikleri halde, babalarının onu kayırdığını düşünüp Kays’ın elinden bu kıymetli kalemi almak için fırsat kolluyorlardı. Nesillerdir yaşadıkları bu coğrafyada yaşamalarını ve coğrafyaya hakim olmalarını sağlıyordu kalem. Haliyle gücü elinde tutuyordu Kays. Bu da gün geçtikçe kardeşlerinin onu daha çok kıskanmalarına sebebiyet veriyordu. Bakıldığında hiçbir özelliği olmayan kamıştan yontulmuş bu kalem. Bir koordinattan diğerine geçerken, ışık yüzeyleri üzerinde seyahat ettiriyordu kişiyi.
Bu yüzden fırtınalar nedeniyle sık sık değişen kum tepelerinde, bildiği on geçit üzerinde geçişler yapıyordu kaybolmadan ve kimseyi kaybetmeden. Kalem olmadan çölün içlerine girmeyi göze alamıyordu. Çünkü Wahiba acımasızdı. Alınan tüm tedbirlere rağmen çölün doğası insanı her defasında yeniyordu. Kalem bu çölün anahtarıydı. Bunun için tek yapması gereken, kalemle çöl kumuna bir geçit yolu çizmesiydi. Kumun üzerine çizilen bu çizgilerin anlamlarını o da bilmiyordu. Bunlar bir çeşit çivi yazısına benzer şekillerdi. Hiçbir zaman bu harfleri öğrenmemişti. Tüm bedeviler gibi o da okuma yazma bilmiyordu.
Sonra şöyle oldu... kendisini seçen kalem onunla konuşmaya başladı. Konuşurken onun dilinde konuşuyor, hal hatır bile soruyordu. Çölde kaybolduğu vakitlerde, kalemi eline alıp kendi kendisine bu şekilleri çizmeye başlıyordu. Zaman içerisinde şekillere aşina olmuştu. Fakat anlamlarını bilmiyordu. Tek bildiği, çölün on geçitinin olduğuydu. Kaybolduklarını anladığında, yolu bulmak için, yanındakileri içine alan bir daire çizip, dairenin başlangıç ve bitiş kısımlarına bilemediği bu şekilleri çizebiliyordu. Yanındakiler hiçbir zaman bunun farkına varmıyorlardı. Kaybolduklarından bihaber çölün gizeminin tadını çıkarıyorlardı.
En sonunda Kays’ın aklına gelen başına geldi. Kardeşler, ihtiraslarına yenik düşüp kalemi kullandı. Kalemde bu ihtiraslı ellerin sahiplerini yok etti. Wahiba çölünde çizilen son daire, çölde çok büyük bir kum fırtınasının çıkmasına sebep oldu. Günlerce süren fırtına, tepelerin yer değiştirmesinin dışında, büyük bir felakete dönüştü. Çölde bulunan insanları canından etti. Dünya kurulduğundan beri, her çölün bir anahtarı ve her anahtarın da seçtiği bir sahibi vardı. Kalem, kendisinin seçtiği kişinin dışında, ölümü ve felaketi simgeliyordu. Bu olanlardan sonra, nasıl olduysa elleri sıkı sıkıya zincirlenmiş vaziyette tutulan Kays’ın, cebine kalem geri dönmüştü.