Hepimiz hikâye anlatıcısıyız. En küçüklükten beri böyledir bu. Fiillerin mastar haliyle değil, emir kipiyle başlarız öğrenmeye. “Gel ba-ba, geeel, geeel, gel!” sonra sıra “gel-diii” demeye gelir. Genelde annemizdir, biri sorar: “kim geldi?” “Ba-baaa” diye cevaplayarak ilk hikâyemizi anlatmış oluruz.
Hepimiz hikâyelerle öğreniriz. Kalemle yazılanları okumanın evvelinde bize anlatılanlar zihnimize kazınır. “Sobaya dokunma yanarsın” ikazı, oraya dokunmuş çocukların başına gelen korkunç olayları dinlediğimiz vakit hayal dünyamızda bir gerçeklik kazanır. Sobaya dokunarak bu gerçekliği anlamak isteyenlere oranla, hikâyeye inanarak sobaya dokunmayanlar çoğunluğu teşkil eder.
Hayatımız hikâyelerle çevrilidir. Suyun kaynama derecesinden, Napolyon’un ordularıyla Moskova’ya ilerlemesine, babamızın annemize nasıl âşık olduğundan, son on yıllık Türkiye dış politikasına kadar her şey bir anlatı, en nihayetinde de hikâyedir.
Hikâyelerimiz hayatımızdır. Bu yüzden tutarlı olmasına özen gösteririz. Bir zincir gibi birbirine bağlı olayları sebep-sonuç ilişkisi içinde en çok kendimize açıklamak isteriz. Ve ilginçtir, aynı gerçeklik çok farklı biçimlerde hikâye edilebilir.
Onun hikâyesinin en güçlü tarafı kırık kalbiydi.
Ben onun zincirinin zayıf halkasıyım.
“Düştün diye ışığın daha az parlıyor değildir” hakikatini tecrübe edecekti.
Onu ilk önce ben gördüm.
Başlangıçlar ve karşılaşmaların önemli olduğunu düşünmeye başlaması çok çok sonraya denk gelecekti. Ama hala hatırlar, karşılaşmaları alelade ve sıradandı.
Çevresinde ben dolandım.
“Bir kere olan tesadüftür ancak iki kere olmuş olanın üçüncü kere olmaması için hiçbir sebep yoktur” sözünü henüz duymamıştı.
Ummadığı yerlerden, ummadığı zamanlarda karşısına ben çıktım.
Bu kadar tesadüfü açıklamak zordu ancak bu karşılaşmaların tesadüf olmadığını bilebilecek tecrübeden de yoksundu.
Güzelin aklında onun güzelliğini tasdik ederek kalamazdım, canını bu yüzden ben acıttım.
“Senin orada ne işin var?” demişti. Tek bir soruydu sorduğu. Yapıp ettiklerini, gelip gittiği yerleri değersizleştiren her sözünün başlangıcı.
Kendimi onun karşısına, açtığım yaralardan azadeymişim gibi ben koydum.
Özünde komik şeyler söylüyordu ancak kendisine gülünecek olsa bir daha toparlanmamak üzere dağılacak gibiydi. Sadece kendine değil etrafındakilere de zarar verebilecek ölçüde bir dağılma. Anlamak istedi. “Ben kendimi adadım” dediğinde kutsal bir amacı var sanmıştı.
İçim kocaman bir çöldü, serap göstermekte ustaydım.
Eylemlerinin anlaşılmazlığı arttıkça kutsallığı da artıyordu. Hiç ulaşılmayacak bir idealin mücessem haliydi.
Kendini onarabilecek mi diye seyretmek için yanından ben uzaklaştım.
Yalnızlık, olmak istediğin kimseye uzaklığınla ölçülüyordu. Tecrübe etti.
Uzaklaşmama sebep olarak sanki onları ben açmamışım gibi yaralarını gösterdim.
İdeal dediğin bedel ödetiyordu.
Onları onarabildiğini gördüğüm vakit yine karşısında ben belirdim.
İnsanların idealleri gerçekleştirebildiğini değil, gerçekleştirdiklerini idealize ettiklerini hala öğrenememişti.
İnce ince yaralarına o tuzları ben döktüm.
Yapamadığı her şeyden kendisini sorumlu tutuyordu.
Acı çektiğini görmeden yanından tekrar ben kaçtım.
Yapamadıklarından da yalnızlığından da kendisi sorumluydu.
Bunu kaç kere tekrar ettim bilmiyorum.
Hiç öğrenmiyordu.
Bildiğim içinde kocaman bir zayıflık olarak ben yer ettim.
Kaybetmişti.
Kayıp, bir hikâyenin kurucu unsuru olabilir. Bir zayıflığa bağlanmak yerine bir kaybı kabullenmek aynı sebeplerin başka sonuçları vermesine neden olabilir.
Sınırları belli bir zayıflık, zararı önlenmiş bir yara, çölleşmiş bir inanç bir insanın içinde ne kadar yer edinebilirse o kadar içinde kaldım.
Zincirin sahibi zayıf halkayı devre dışı bırakıp başka sebeplere tutunabiliyor.
Hikayenin zayıfıydım, öyle kaldım.
Esra Hanım Merhaba,
Diliniz denemeye çok yatkın. Yazıyor musunuz bilmiyorum. Bu giriş evet güzel bir giriş ama bir öykü girişi gibi değil.
Güzel bir giriş olmuş.
Manidar bir cümle. Sevdim
Çok güzel
"bir kere olan bir kere olur, iki kere olan her zaman olacaktır" bu versiyonu simyacı'daydı. (:
Ben de ilk defa duyuyorum ve kenara not ettim bile :)
Ben de :)
Kahramanın zihninden geçen bu cümleleri bu şekilde vermenizi çok sevdim.
Merhabalar. Deneme/eleştiri/öykü. Üçüne de yeteneğinizi hissettiren bir metin olmuş. Ama bir yazarın hakkında yazı gibi geldi. Aralarda verilen şekilli yazılar yazardan alıntı gibi geldi ve de. Bazı cümleler akışta durduyor, düşündürüyor. Eveet filan dedirtiyor. Bazı cümlelerde felsefi metinlere girecek derecede. Bilemedim, öykü olarak göremedim ama beğendim. Selâmlar.
çok güzel.
kötümser bir bakış açısı.
Emeğinize sağlık güzel bir kurgu olmuş ve akıcı da bir anlatım:)
Öykünüzü beğenerek okudum . Gereksiz betimlemelerden uzak duru ve akıcıydı. Okuru zorlamayan bir diliniz var (yanlışım varsa düzeltin) bu yapılması zor bir şey bana göre. Öyküde bahsettiğiniz şey "hikaye anlatmak " olunca insanın işi; her şey.hikayeleşebiliyor aslında. Önemli olan laf kalabalığı yapmamak. Tadı damağımda kaldı biraz daha uzun olabilirdi dedim. Kaleminize sağlık .
:) Elinize sağlık. Güzel olmuş.
öykü mü değil mi bilemem ama güzel bir yazı olmuş bence. Düşüncelerinizi sağlam ve düşündürücü buldum. Daha uzun olmasını diledim ben de. emeğinize sağlık.
aynı gerçekliği farklı şekillerde hikaye etmek için kullandığınız tekniği sevdim, öyküyü de. (:
kaleminize sağlık.
Altı çizilesi sözlerle dolu güzel bir metin olmuş. Kaleminize sağlık.