tahta hamak gece ,son korona hastası
DÜĞÜMLÜ HAMAK
Son maske kargosu geldiğinde saat 19 civarıydı. Maskeyi aldı ve aplikasyona teslim edildiğini bildirdi. Tam 19.00’da, aynı aplikasyona bugün nasıl olduğunu haber vermesi ve günlük test sonuçlarını sisteme yüklemesi gerekiyordu. Artan bıkkınlığının çekiştirmelerine aldırmadan salona doğru ilerledi ve her zaman yaptığı gibi duvara yansıtılmış haberlere göz attı.
“son covid-19 hastası.. hastanede tedavi görmeyi reddeden C.Y.’ nin son durumu nasıl? Son covid hastası öldü mü? İstanbul’da yeni bir bulaş hastası mı var?
Samsun’un Atakum ilçesinde tedaviyi reddeden son covid-19 hastasının durumu nasıl? Tüm son dakika haberleri yazımızın devamında..
Yazının devamını okumak için iki kere el çırpın.
...”
Son covid hastası evdeydi, zaten hep evindeydi hatta bu habere bakıyordu. Hatta elinde bakanlığın gönderdiği son maske kutusu vardı. Hatta birazdan günlük testlerini sisteme yükleyecekti. Ve hayır, ölmüyordu ve yeni hasta yoktu çünkü kimseyle görüşmüyordu.
Test sonuçlarına göre bir buçuk hafta sonra iyileşmiş olacaktı. Bir buçuk hafta sonra yeni normalin üyesi olacaktı. Eski normal nasıldı? Bu, on üç yıl öncesi demekti. Hatırlamaya çalıştı. Covid-19 çıkmadan önceki dünyayı; dünyaya gerek yok ülkesini, hatta şehrini, ilçe bile yeterdi, aslında ailesini tam anlamıyla hatırlayabilse dünyalar onun olacaktı. Artık bunları daha fazla düşünmeli ve bir buçuk hafta sonraki “yeni normal”de kendini hazırlamalıydı.
Nefes almakta zorlandığından olsa gerek balkona geçmeye karar verdi. Balkondaki hamağa uzanmak iyi olabilirdi. Hem akşam da olmaya başlamıştı, gökyüzünü seyrederdi. Hamağın kenarındaki çeliğin soğukluğu onu rahatsız etti. Önceden hamaklar nasıldı? Içlerinde bir çok bakteri taşıdığı için tahtadan yapılan her şeyin yerini çelik, bor ve plastiğin almadığı zamanlar hamak nasıl yapılıyordu?
“Tahtadan kenarları vardı sanırım, tahtaların arasında doğal pamuktan yapılmış düğümlerce ipler. O zamanlar birbiriyle sıkı fıkı olan şeylerden korkmuyorduk. Sarılmak, sarmaş dolaş olmak, el ele tutuşmak her an yapabildiğimiz “don’t touch” felsefesinin olmadığı sıradan zamanlardı. Şimdi hatırlamaya çalıştıkça bir masal gibi geliyor. Çoğu şeyin daha zor olduğu ama samimiyetin olduğu bir dünya. Hatta bir masal mı yazsam? Belki duvara yansıtabilirim de çocuklar dinler. Thinkwrite’ı nereye koymuştum. Aa iyice dalgınlaştım. Alnımdaki şeyi arıyorum. Bir masal, benim masalım, masal benim...
Yıllar yıllar önce çocukların sokakta top oynadığı, anaların yavrularına doya doya sarıldığı zamanlarda bir çocuk yaşarmış. Adı Cevhermiş bu çocuğun. Bu oğlan, içinde koca bir hazine saklar gibi heyecanlı yerinde duramaz bir çocukmuş amma o gün bir farklı heyecanlıymış. Neden diye mi soruyorsunuz? Çünkü yılın ilk pikniğine gideceklermiş. Piknik dediysem bugünkü gibi çeşitli yıkanmış meyve ağaç maketlerinin olduğu, yapma çimlerin üstünde oturup hijyenik yemeklerin yendiği bir piknik değil bu. Hani her şehrin sonunda girilmesi yasak ormanlar var ya, gerçek bitkilerin, hayvanların olduğu bakteri ve virüslerin kol gezdiği ormanlar. Işte o zamanlar bu ormanlara girmek serbest, ağaçlara dokunmak normalmiş.
Annesi piknik için sarmaları elleriyle dolaptan aldığı kaba dizerken, Cevher de marketten aldığı (o zamanlarda markete gitmek normalmiş, sipariş pek de yaygın değilmiş) içecekleri arabaya koyuyor, bir yandan da aldığı çikolatayı yemeye çalışıyormuş. Ee bir koltukta iki karpuz taşınmaz, Cevher yediği çikolatayı arabanın içine düşürmüş. Sonra hemen almış güzelce üflemiş ve afiyetle yemeye devam etmiş. Derken Aysun hanım gelmiş.
“Hadi oğlum şu çöpü konteynıra at da gidelim artık, daha yoldan karpuz alacaz.”
“anne hamakla, topu da aldın mı?”
“aldım aldım, arabanın anahtarı sende mi? Erhaan, gel artık gidelim, arabayı da sen sür, benim hiç süresim yok.”
Ee tabi o zamanlar arabaları insanlar sürüyormuş, babası geçmiş sol koltuğa, çevirmiş kontağı, vitesi almış ikiye, basmış gaza, varmış piknik yerine.
Piknik yeri cıvıl cıvılmış. Etrafta koşuşan çocuklar, yakalamacılık oynayan kızlar, kaydıraklardan kayan bebeler. Cevher de tüm heyecanıyla koşacakken elinde annesinin verdiği sepeti bulmuş ama bu Cevher’i durdurmazmış. Elinde sepet aklında oyun, koşmaya başlamış. Giderken çamura basmış, yoluna çıkanlara çarpmış en sonunda da yere kapaklanmış. Ama sepet dökülmemiş ya sorun yokmuş. Ilk dakikadan pikniğin imzasını yakasına, etraftaki pisliği üzerine takmış.
“Babaa hadi hamağı takalım, şu iki ağacın arasına takalım.”
Erik ağacıyla kiraz ağacıymış bunlar. Yemyeşil koca koca erikler varmış, thinkwrite’ın iki katı kadar varın siz düşünün büyüklüklerini. Kirazlarınsa hepsi tam olgunlaşmasalar da tepelerde kırmızı kırmızı salınanlar insanın ağzını sulandırmaya yetermiş. Ee hal böyle olunca hamağı astıktan sonra Erhan Bey, kiraz ağacına tırmanmaya başlamış. Cevher sabırsız çocuk, babasını bekleyememiş, koşmuş gitmiş çocukların yanına.
Bir sağa bir sola koşmuş, topları kaleye kondurmuş yorulmuş da yorulmuş. Aklına kirazlar düşünce sofranın yanına konmuş. Kirazlar mideye ulaşmaya başlarken annesi seslenmiş.
“Cevher! Kirazlar yıkandı mı da yiyorsun oğlum?”
“ Aysun hanım, ağaçtan topladık onları bir şey olmaz yesin”
“Olmaz öyle, hadi oğlum git de şu çeşmede yıkayıver kirazları. Hem elin yüzün de bir su görmüş olur.”
Cevher uflaya puflaya gitmiş çeşmenin yanına ama musluğa ağzını dayayıp bir güzel su içmeyi de ihmal etmemiş.
Cevher içini serinletedursun Erhan Bey twitter’da takılmaya başlamış.
@zaytunghaber: ingiltere piknik yapmayı önlemek için, hamak üretimini yasakladığını duyurdu.
@netflixtürkiye: black mirror yeni sezon yayında, beraber izleyeceğin arkadaşını etiketle.
“Erhan, bırak şu telefonu, bir pazarımız var zaten birlikte vakit geçirelim.”
Erhan Bey, kapatmış telefonu, dondurma kutusundan bir sarma almış, oh ne de güzelmiş vallahi parmaklarını bile yalamış, kilime uzanmış. Tam o anda Cevher..”
“ding ding” thinkwrite’dan uyarı geldi.
“Sayın Cevher Yazıcı, yazmakta olduğunuz masal, anti-hijyenik ögeler taşımakta ve sosyal mesafeyi ihlal edici örnekler bulundurmaktadır. Çocukların ahlakını ve toplum düzenini bozma tehlikeleri barındırdığı için bu yazının kaydedilmesi ve yayınlanması Anayasanın 137. kanunun 25. maddesince yasaklanmıştır.
Hijyenik günler dileriz.”
“..Cevher koşarak babasının kucağına atlamış ve yanağına kocaman bir öpücük kondurmuştu.”
Cevher şimdi hamağında uzanıyor, hatırladığı geçmişini düşünüyordu. Artık ne annesi ne de babası vardı. Hoş olsalar bile öyle sarılmak öpmek gibi cahilce davranışlar yapamazlardı. Ama olsun beraber salonda oturup onlara koruma perdelerinin ardından bakmaya bile razıydı.