Elma Ağacı Altında

Mevlüde Şahin

İki elma ağacı arasına kurulmuş hamakta, bir o yana bir bu yana gidişini umursamadan yukarıda salınan elmaları saymaya çalışıyordu. Kimi zaman hatmi çiçeklerine konan arıların vızıltılarıyla, kimi zaman da evin kedisi pamukla dağılıyordu dikkati. Ama inat etmişti işte. Kaç elma var bu ağaçta öğrenecekti.

İnadın yanı sıra bu hamağı, bahçeyi, esen rüzgarla hışırdayan erik ağacını, başına kuş pisleme ihtimalini bile seviyordu. Hamakta uyuyakaldığı günlerde, annesinin şefkatli kollarıyla kendisini kucaklayıp yatağına taşımasını da… Hatta çaktırmadan evden çıkıp hamakta uyuduğu gecelerde az değildi. Bu hamak sevdasının hayatının dönüm noktası olacağını nereden bilebilirdi?

Yine bir gece parmak uçlarına basarak çıktı odasından. Elinde uyku yoldaşı battaniyesi. Geniş ve bir o kadar görkemli salondan, değerli onlarca eşyaya değmeden bahçe kapısına varabildi. Rahat bir nefes alıp kendini hamağın huzuruna bıraktı.

Henüz ne kadar uyuduğundan habersiz evden gelen manasız seslerle uyandı. Manasız aynı zamanda korkunç seslerle. Yerinden doğrulmaya cesaret edemeden dinlemeye çalıştı sesleri. Babasının

"sizin hiç insafınız yok mu? " deyişini, annesinin feryat figan ağlayışını duyabildi. Korkmuştu. Girip neler olduğuna bakamayacak kadar korkmuş. Girip baksa belkide ne olduğunu anlamasına fırsat kalmayacaktı bile. Hemen yerinden fırlayıp bahçe duvarını aşarak yola attı kendini.

Bir yandan koşuyor, bir yandan ağlıyordu.Gecenin karanlığı korkusunu daha da körüklüyor du. Neyse ki köşe başında bir aydınlık dikkatini çekti. Kanayan ayaklarına aldırmadan aydınlığa yaklaştı. Küçük bir dükkandı burası ve gecenin bu saatinde açık olduğu için şanslıydı. İçeri girdi. Her taraf tahta parçalarıyla kaplı bir dükkanda buldu kendini. Tahtaların arasında gözlüğü üzerinden bakarak kendini süzen ihtiyarla göz göze geldi.

İhtiyar, garip bir şeyler olduğunu anlamışçasına Bilal'in yanına geldi. Üzerinde ki terden sırılsıklam olmuş pijamaya, yalın ve kanayan ayaklarına baktı.

Tahta parçalarına da bunun gibi olmasa da buna benzer bakışlar atardı. İşleyeceği, bir mana kazandıracağı tahtaya bir usta gözüyle bakar ne yapılması gerektiğini planlardı. Bu sefer onun değil yaradanın bir planı vardı.

Yavrucağın tüm ailesini o gece kaybettiğini öğrendiğinde, bir tahta parçasının bile ziyan olmasına el vermeyen yüreği onu yetimhaneye göndermeye razı olmadı.

"işte böyledir çırak Bilal ve ustasının hikayesi "

Buğulu gözlerle dinliyordu karşıdaki. Son korona hastasıydı Bilal bey. Bundan sebep hastanedeki doktorların bile ilgi odağıydı. Haftalardır hareketsiz yatan bedeninin başında iki doktorun konuşmasıydı bu. Uzun zamandır alışılagelmiş ölüm sayılarına rağmen - hoş, ölüm sayılarına asla alışamamışlardı- bu son vakanın hayatta kalmasını dilediler o an.

Bilal'in çizgilerle dolu, kan çanağına dönmüş gözleri yavaşça açıldı. Günlerdir boğazında duran soluk cihazının acısını tüm bedeninde hissetti. Gözlerini tekrar kapadı. Erik ağacının hışırtısı geldi kulaklarına. Hatmi çiçeğinin kokusu, pamuğun miyavlayışı. Oradaydı işte. Şimdi uykuya dalacak ve annesinin şefkatli kollarında bulacaktı kendini.