Kuşların ötüşleri doluşuyor kulağıma. Var mıdır daha güzeli diye düşünüyorum. Varsa da sensindir diye bir ses geçiyor içimden. Sen derken kimi kastediyorum anlamıyorum ama en çok annemi yakıştırıyorum bu sen’e.
Gökyüzüyle aramda kalan ağaçlardan sızıyor gökyüzü, maviliği çok berrak. Sanıyorum ki kuş sesleri de bu sızıntı yerlerinden gökyüzüne ulaşıyor. Gülümsüyorum. Şükür diyorum. Derin bir nefesle ciğerlerimi sevindiriyorum. Ne zamandır böyle derin nefes çekememiştim içime diye düşünüyorum. İstemsizce parmaklarım hareket ediyor, saymaya çalışıyorum geçen günleri. Olmuyor, beceremiyorum. Düşündükçe, geçirdiğim o günleri düşündükçe hamak yavaşlıyor ve gökyüzü durgun bir mavilik olarak karşımda duruyor. Kuşlar cıvıldamalarını sürdürürken bir sayı beliriyor önümde; 8. Demek ki diyorum, sekiz günün şükrünü sekiz sene yapmam lazım. Belki de seksen sene ya da sekiz yüz sene. O sekiz günde yaşadığım anlar geliyor aklıma. Bir yardım olmaksızın alamadığım onca nefes. Derin bir nefes daha çekiyorum içime. Bu düşünceler beni bir köşeye sıkıştırdığında yattığım yer tahta gibi sert bir şeyin dürtüsüyle rahatsız ediyordu beni. Şu an olduğu gibi. Yattığım yeri toprak olarak hayal ediyordum; ölüme çok yaklaştın diyordum kendime. Annem geliyordu aklıma, çok üzülüyordum. En çok da geceleri. Geceler bitmiyordu çünkü. Sabah, gecenin kardeşidir dediklerine inanmıyordum; kardeş kardeşten bu denli uzak olamaz diyordum. Tabii içimden diyordum bunu. Ama işte. Burada diyecek bir şeyim kalmadı. Anlarsınız ya, insanlar böyle zamanlarda biraz şey olur. Adını siz koyun.
Tekrar sağa sola gidiyorum, gökyüzü sızıyor ağaçlardan içeri. Sağıma bakıyorum; annem gülümsüyor bana. Bakışlarında neler gördüğümü anlatamam. Ama göz pınarlarım çağlayanmış gibi doluyor, hissediyorum. Hamak sallandıkça gökyüzü mavileşiyor, gülümsemem yüzüme yayılıyor.
Size o günlerden bahsetmek istemem ama sevindirici olan bir şeyi söyleyeyim. Son vakaymışım. Bunu söylediğinde doktor, bunu pek umursayamadım. Resmi kayıtlara böyle geçtim: covid-19’un son vakası. Bu ne demekti biliyor musunuz? Babamın, annemin ve üç kardeşimin vefatına sebep olan, onlar defnedilirken bile yanlarına gidemeyip uzaktan seyrettiğim bir şey. Başkasına sorsanız virüsün son vakasıydım. Bana sorarsanız ise kaybettiklerimin mezarlarına koyulan tahtaları sayan kişiydim. Onlarca insanın son vaka olarak hastaneden taburcu edilişime sevindiğine kıyasla buruk bir sevinçti benim hissettiklerim. Gece olduğunda, her yatışımda, saydığım tahtalar üzerindeymişim gibi, sabahlara kadar rahat edemiyorum. Kaskatı kesilen vücudumun bedenimde bıraktığı his asla bırakmıyor beni.
Kuşların cıvıltısı bölüyordu arada düşüncelerimi, şimdi olduğu gibi. Hamağım yavaşladı. Anneme baktım, gülümsedim. O da güldü. Yattığım yer pamuktan bir tarlaya döndü o gülümsediğinde. İkindi güneşi sızdı ağaçların arasından, annemin gözbebeklerinde toplanmış sanki. Akşam olmasına az kalmıştı. Sonra gece. O ikindi güneşi annemin gözlerini parıldattığında ona söyledim, var mıdır güzeli. Yok dedim kendime.
Gözlerimi açtım. Hamaktaydım, hareketsizce uzanıyordum. Ağaçlar arasından görünen birkaç yıldız parıldıyordu; tıpkı ikindi güneşinin annemin gözbebeklerinde toplanması gibiydi. Sağıma baktım aniden, annemi göremedim. Bir umut sola baktım, göremedim. Pamuktan tarla olan hamağım sert mi sert tahtalarla döşenmiş gibiydi. Bu düşünceyle beraber vücudumu ağrı sarmaladı. Ağladım. Islandı şakaklarım, gecenin hafif yeli kuruttu yaşımı, şakaklarımdaki kuruluk kötü hissettirdi. Yutkunamadım. O saydığım tahtaların üzerinde yatıyormuşum gibi hissettim. Acı çektim. Sabah olmayacak diye korktum. Olmadı da. Bu yüzden geceleri sevmedim. Geceler haindir dedim. Aslında öyle değildi ama işte.
O gece sabah olmadı. Saatler yıl kadar uzadı. Yıldızlar hiç sönmedi ve ay olduğu yerden kıpırdamadı. Saçlarım beyazladı belki de diye düşündüm. Keşke uyanmasaydım dedim. Ağladım. Yine keşke dedim. Keşke dememeliydim ama dedim işte. Öyle de kaldım, ne diyeceğimi unuttum, yutkunamadım. Ağladım sadece. Saatlerce. Başım ağrıdı. Sabah olmadı. Ne bir yıldızla ne de ayla konuştum. Belki annemi görürüm diye gözlerimi kapattım. Ama sabah olmadı. Issız bir köymüş, yıllardır uğrayanı yokmuş gibi bir geceyle yıllar geçirdim, sabah hiç olmadı.