İnsansız

Ahmet Can Altun

Güneşin ışığı içime değince uyandım. Siz bilmezsiniz güneş benim içime değer. Sizin kadar kapalı değilim ben. Hem benim içime bir sürü şey sığar. Bir de içim dışımdan farklıdır benim. Yani dışarıdan da güzelimdir. İçimde yaşayanlar da beni severler. Hatta “Onun gibisi yok.” derler çoğu zaman. Yani derlerdi. Yıllardır kimse demiyor. Çünkü yıllardır kimse yaşamıyor içimde. En son Ayşe teyze yaşamıştı.

Ayşe teyze. Dört yıl bende yaşadı. Kimsesi kalmamış tek başına yaşayan bir teyzeydi. Çiçekleri, kedileri çok severdi. Kapı önünde bir sürü çiçeğimiz vardı. Hâlâ var. Ama içinde otlar bitmiş. Kimisi kurumuş. Kimse sulamadı, toprağını havalandırmadı ki kurur tabii. Birkaç tane kedisi vardı. İçeri girmezlerdi ama kapının önünden de gitmezlerdi. Hâlâ ara ara gelirler kapı önüne. Çiçekler de kediler de severdi Ayşe teyzeyi. Öyle bir teyzeydi işte. Kendi halinde yaşardı. Eşinden kalma bir emekli maaşıyla geçiniyordu.

Bir akşamüzeri dışarıdaki çiçekleri suladı. Sarmaşığı yukarı doğru uzasın diye koyduğu tahtayı düzeltti. Yeşil bir kovaya ektiği dut fidanını suladı. Bahçeye dikmek istiyordu ama bahçe biraz dar olduğu için kararsızdı. Şimdilik o yeşil kovada suluyordu bu yüzden. Dışarıya bir sandalye koymuştu. Oraya oturdu. “Ahh. Şöyle geniş bir bahçeli bir evim olsaydı. Bir sürü çiçeğim, sebzem, ağacım olurdu. Belki bir hamağım da olurdu veya büyükçe bir salıncak. Belki türlü türlü hayvanlar da beslerdim.” Yoldan geçenleri seyrediyordu hayalleri kurarken. Kucağına bir kedi geldi. Onunla oynadı, onu sevdi. Böyle geceye kadar oturdu. O sırada çayını içti, çekirdeğini çitledi. Bir ara bir titreme geldi. Saat ilerledikçe hava soğumuştu. Çok üşümüştü. Sonra içeri girdi. Biraz ısındı ama titremesi devam ediyordu. Yatağına gidip battaniyenin altına girdi. Sonra da uyuya kaldı.

Sabah kalktı. Perdeleri dürdü. Çok iyi görünmüyordu. Halsizdi. Pencereyi açtıktan sonra koltuğa oturdu nefeslendi. Sonra mutfağa gitti. Çay koydu. Kahvaltılıkları çıkarıp salondaki orta sehpanın üzerine koydu. Mutfağa döndü. “Bir yumurta haşlayayım kendime. Çay demlenene kadar o da olur.” dedi. Bir yumurta çıkarıp cezveye koydu. Dolaptan sütü aldı. Kapıya doğru ağır ağır gitti. Kedileri hemen kapının önünde bekliyordu. Kapıyı açar açmaz miyavlamaya başladılar. Sütü kedilerin yemek kabına doldurdu. Biraz sevdi onları. Sonra tekrar içeri girdi. Mutfağa geçti. Çay kaynıyordu. Altını kıstı. Yumurtası da olmak üzereydi. Ekmekliğe baktı. “Vıyy ekmeğim de kalmamış” dedi. Sonra odasına gidip üstüne bir şeyler giydi. Cüzdanını aldı. Mutfağa gidip çayın ve yumurtanın altını kapattı. Ekmek almaya gitti. Bir süre geçti. Gelmedi. Birkaç saat, birkaç gün, birkaç hafta geçti gelmedi. Ayşe teyze ekmek almaya gittikten sonra bir daha gelmedi.

O gittikten bir ay kadar sonra daha önce görmediğim kişiler geldi. Bozulmuş yiyecekleri çöpe attılar. İşe yarar eşyaları kamyona yüklediler. Kapıya asma kilit vurup gittiler. Ondan sonra da başka kimse gelmedi.

Aylar, yıllar geçti. Kediler ilk zamanlar kapının önüne gelmeye devam etti sonra onlar da gelmez oldu. Yeşil kovadaki dut fidanı büyüdü. Numaram on üçten on bire döndü. Çiçekler kurudu. Sarmaşığı tutan tahtalar devrildi.Yüzeyimde yabani otlar çıktı, çatlaklıklar oluştu. Perdeler dürülü kaldı. Dışarıya açılan gözlerimi koruyan demirler paslandı. Bazı gözlerim açık kaldı. Ayşe teyzenin sandalyesi çürümeye yüz tuttu…

İçimde mutluluklar, kavgalar, üzülmeler, sevinçler yaşandı. Ama içim artık çok boş. Daha soğuk oluyor artık geceler. Ben de kimsesiz kaldım. İnsansız kaldım. Sizin bensiz kaldığınız gibi ben de sizsiz kaldım. İnsansız kaldım. Bilir misiniz bizim de kaderimiz var.

Bazen önümde insanlar duruyor. Bir şeyler konuşup fotoğrafımı çekiyorlar. Kim bilir neler konuşuyorlar. Belki bir gün birileri beni anlatır birilerine. Kim bilir?

Ahmet Can

Not: Bu evin fotoğrafını çekerken hikayesini yazmak istemiştim. Buraya kısmetmiş:)