Hamak sallandıkça tahtalar gıcırdıyor, bu gıcırtılar doktoru çılgına döndürüyordu. Bu ses hayatının en büyük zulmü olmuş, kansız cansız tahtaların iyiden iyiye işkencesine uğruyordu. Zorla indi hamaktan. Titriyordu ve çok halsizdi. Tozlu aynaya yaklaştı. Önce ateşini ölçtü. 41 derece. Hala çok yüksekti. Hayvanlar üzerinde olumlu yanıt veren aşı kendisine tesir etmiyor, hastalığın seyrinde olumlu olumsuz herhangi bir etki yaratmıyordu. Canı sıkıldı. Yan tarafta monte edilmeyi bekleyen yatağa baktı, canı bir kez daha sıkıldı. Bir haftadır hamakta yatıyordu; bel ağrısına tutulmuştu; virüsün vücuduna hediye ettiği ağrılardan baskın gelen bu ağrıları sevmeli mi, ondan kurtulmalı mı karar veremiyordu. Dışarıdan siren sesleri geliyordu. Çalan kapıyla tüm ağrılarını, tüm titremelerini, alnından fışkıran 41 derece ateşi unutuverdi. Kapının sesi mi kalbinden gelen, talim yapan asker botlarının sesi mi daha yüksekti?
Evden söküp getirdiği, sığınağın kapısını ve arkada bulunan, aslında kendisinden başka, rahmetli kayınpederinin; o pimpirikli adamın; o, ömrünü 20 yılda 20 yıl daha törpüleyen paranoyağın bilmediği gizli kapıyı gören kameraya baktı. Görüntüde, içinde ceviz kadar beyin bulunduğuna yemin etse, yeminine zarar gelmeyecek; kafasına 2 beden büyük şapkasının tereğini burnuna kadar indirmiş, çirpi bacaklı “Covid-5” vardı. Suç ortağı bu buçuk insanı, bu saflıkla nasıl olup da tıp kazandığına inanmak için sınav sonuç belgesi, diploması ve sayfalarca yazdığı tek kelimesi intihal olmayan tezinin yanında 5 erkek 10 kadın şahit de getirmesi gereken “Cavit TEREKE’yi görünce rahat bir nefes aldı. Cavit getirdiklerini üzerinde “beni yıka” yazan masaya bıraktı. Hiçbir şey söylemeden yatağı monte etmeye başladı. Doktor, laboratuvardan yürütülmüş malzemeleri inceledi. İstediğinden fazlası buradaydı. Kimsenin güvenmediği, asistan değil de mousepad muamelesi gören bu çömezi kafaladığına bir kez daha sevindi. Derhal çalışmaya başladı, aklına masada bıraktığı, bilgisayarı henüz kurulmadığı için elle yazdığı formüllerin bulunduğu siyah kapaklı dosyası gelince birkaç damla daha terledi, endişesini belli etmeden dosyayı alıp görebileceği bir yere bıraktı.
“Ne var ne yok laboratuvarda?” diye sordu. Cavit anlatmaya başladı. Laboratuvardan son çıkışında sildiği formüller yüzünden ortalığın çok karışık olduğunu, herkesin hatırladığı kadarıyla aşının formüllerini nasıl tekrar oluşturmaya çalıştıklarını, virüs bulaştırılan hayvanların tek tek öldüğünü, yeni hastalananların ise üretilen aşılara olumlu yanıt vermediğini, bu arada devam eden gönül ilişkilerini, herkesin dost görünüp birbirinden nasıl kaçtığını, kafesteki tavşanın ortalığı çok karıştıracağını fakat kendisinden şüphe edeceklerini zannetmediğini, deneyler için at bulmakta zorlandıklarını, buldukları atları saklayacakları kadar geniş yerleri olmadığı için mecbur tavşanlarla devam etme kararı aldıklarını bir çırpıda anlattı. Bu arada yatağı monte etme işini de bitirmiş, ayaklarını uzatıp yatağın rahatlığını denemişti bile. Doktorun kendisine attığı sert bakışı fark edip kafasını kaşıyarak nevresimi falan da geçirdi. Yiyeceklerin olduğu çantayı alıp dolaba yerleştirdi. İlaçların olduğu dolabı açıp biraz göz gezdirdi. Bir şey sormak için hızla dönüp, hızla bu kararından vazgeçmesi doktorun gözünden kaçmamıştı. “Sen gidebilirsin, Cavit.” dedi doktor. Her ne kadar bu çocuğu sevse de şu işten kurtulana kadar onunla mesafeyi korumak istiyordu. Covid-5 kapıyı kapatıp çıktıktan sonra dolaba gidip virüs örneklerinden birini aldı, kendisine bir miktar daha enjekte etti. Kendisini daha kötü hissedecekti, o yüzden önce bir şeyler atıştırdı, sonra hazırladığı aşılardan tüplere farklı miktarlarda koyup ağızlarını sıkıca kapattıktan sonra dolaba yerleştirdi. Bastıran uykuya daha fazla dayanamayacağını bildiğinden, Covid-5 gelecek olursa diye her yeri dezenfekte edip yatağa uzandı. Kendisinden başkasının bu hastalığı kapması demek, virüsün yayılacak ortamı yeniden bulması ve insan kanından alınacak örnekle yeni bir virüs oluşturulabileceği anlamına geliyordu. Nitekim kendi laboratuvarı da dahil bir çok merdiven altı- merdiven üstü firma bunun için can atıyordu. Virüsün ortadan kalkması demek, tüm laboratuvarların ürettikleri aşıların ellerinde kalması demekti. Doktor aylar süren çalışması sonucunda oluşturduğu formülü aşıya çevirebilir ve kendisinde olumlu yanıt alabilirse, virüsü nasıl ve ne şekilde üretirlerse üretsinler, bir aşıyla insanlar hastalığa karşı bağışık olacaklardı. Bu da doktoru ilaç baronlarının hedefi haline getirmişti.
Yatağa uzandı; bu hastalık yüzünden kaybettiği eşini düşünmeye başladı. Kayınpederi, o kendini insanlığa hizmete adamış bunak, bunun için kızını ve damadını denek olarak kullanmaktan çekinmeyen psikopat, ortalıkta fare kalmamış gibi aşıları kendisine enjekte eden bu sadist adam karısının yüzünün önüne gelip oturdu. Kızıyla evlenmesi için doktorla yaptığı konuşmayı hatırladı, “Sende kendimi görüyorum, damadım olursan birlikte ve birbirimize daha çok güvenerek çok iyi işler başarabiliriz.” demişti. Laboratuvarda çalışan herkesin can atarak kabul edeceğinden emin olduğu bu teklifi o da can atarak ama nazlanıyormuş gibi yaparak kabul etmişti. En az babası kadar hırslı bu kadınla evliliği bildiğimiz evliliklerden çok farklı olarak sürüp gitmiş, sırf genlerinde taşıdıkları zekanın ve yeteneğin toprak olup gitmemesi için 2 çocuk yapmışlar, bu çocukları en az 2 yabancı dili anadili gibi kullanan bakıcılar büyütmüş, özel okullara kayıtları yapılmış fakat bir gün dahi okula gitmeden, tutulan özel hocalarla, diplomaları para ile satın alınarak eğitilmişler, en son yurt dışına eğitime yollanmışlardı. Bu çocukların annelerinden ve dedelerinden daha zeki, daha hırslı, hedefe giden yolda daha acımasız olduklarını canı yanarak izlemişti doktor. Gözlerini kapadı. Eşinin ölümüne sebep olan aşıyı kendi elleri ile yaptığını hatırladı. Her hatırlamasında uykusu kaçıyor duvardan duvara hızlı adımlarla volta atıyor, bazen duvarı yumrukluyor, bir tekme atıyor ya da tam kafasını vuracakken kendini tutuyor, kafasının içindekilere bir şey olmasından korkarak geri çekiliyordu. Bu defa aynı şeyleri tekrarlamamak için açmadı gözlerini. Karısının ölümüne sebep olan aşıyı hazırlayıp yapması için kendisine veren kayınpederinin, kızına soğuk vedasından sonra bir aşı da kendisi için hazırlayışını izlemişti, o aşıyı da doktorun yapmasını istemiş fakat doktorun aşıyı elindeki diğer şırınga ile değiştirdiğini fark etmemişti. Nasılsa kalan işleri tek başına halledebilecekti. Kayınpederinin ölmesi onun için çok dokunaklı bir ayrılık olmamıştı o yüzden. Onun formülleri ile çalışan iki kişi daha vardı. Onlarla iletişim kurmaya çalışması demek yerinin tespit edilmesi demek olacaktı bu yüzden, aşı için hangi aşamada olduklarını çok merak ediyor olsa da doğru formülü bulana kadar çocuklarını aramayacaktı.
“Hazırım!” dedi geceye dönüp, “Tüm kabuslarını sal üzerime; Karakoncolos sen de gel; karım, ölüm iksirini ellerimle içirdiğim yol arkadaşım sen de; babasının, o ölüsü bile bana bu dünyada huzur vermeyen ihtiyar bunağın, o her parmağı içi zehir dolu şırıngalarla dolu kıllı zombinin hayaleti sen de gel…” Yine de sağına döndü; korkulu rüyalarından belki bir nebze kurtulabilirdi.
Uyudu mu, rüyada mıydı, gördükleri gerçek miydi hala kestirebilmiş değil, kapı sesi ile yataktan fırladı. Kameraya baktı alışkanlıktan, kapıda “Covid-5” duruyordu. Bazen önemli bir gelişmeyi haber vermeye, bazen unuttuğu bir şeyi almaya ya da bırakmaya geliyordu, telaşlanmadan açtı bu yüzden kapıyı. Cavit doktora hınzır bakışlar atıyordu, sonra sağından ve solundan iki oğlu birer adım atıp görünür hale geldiler. Gülümsedi doktor çocuklarını görünce, çocuklardan biri elindeki şırınganın içindeki havayı boşaltıyordu, diğeri elinde bir dosyaya bakıyordu. Dosyadaki değerleri görünce bunların kendine yaptığı son testin sonuçları ile aynı olduğunu gördü. Sonra kayınpederinin, o ileri görüşlü sinsi telefon direğinin, bu sığınağı yaptırırken planladığı, yurt dışındaki laboratuvara sürekli canlı bağlantı yapacağından bahsettiği kameralı sistemi hatırladı. Bu boncuk gözlü kameralar demek ki her şeyi, açık kalsa burnunu dibine kadar sokmadan okunmayacak küçüklükte yazdığı formüllere kadar iletmişti kaçıp geldiği laboratuvarın ikizi gibi hazırlanıp donatılmış olan o uzak diyara. Eden bulacaktı. Çocuklarına sarılmak istedi ama elinde annelerinin ve dedelerinin; o zekasını, aklını, tüm yeteneklerini ve tabii ki kinini miras aldıkları uzaylı artığı adamın kanı vardı. Kardeşlerden biri doktorun uzattığı koluna, gece nöbetine kalmış da acile gelen hastaya içinden küfürler eden hemşire edası ile iğne yaparken, diğeri formüllerin yazılı olduğu dosyayı alıp dürdü, ceketinin yan cebine koydu. ..
Sığınağın yeni bekçisi Cavit, yatağa uzandı. “Gel!” dedi geceye. “Tüm korkularını sal üzerime…”