HİŞT[1]
“Aman beee bir işinizi de bensiz hallediverin yahu. Buyurun Beyefendi sorun nedir? Haa anlıyorum fakat bu mevzuyla kasada çalışan arkadaşlar ilgili değil. Hayır Beyefendi, bir saniye bir sakin olur musunuz? Haydaaaa nedir bu öfkenizin sebebi Beyefendi? Tamam sileriz hemen orayı, yahu tamam sustururuz çocukları da….Tövbeler olsun çekilecek dert değil bu insanlar!
Şşş bakma sen de öyle toparlayın hadi şuraları. İndirin şu hamağı da hah kaldırın şu yerdeki tahta tabureleri de. Diğer park alanında oynasın çocuklar ne bu yahu her gün ayrı bir sebepten milletin dırdırını mı dinleyeceğiz”
Gemide işler yoğun. Herkes birbirine girmiş. Kimin kime çatacağı belli değil. Bu koca gemide kimin ne sebeple Bandırma’ya yol aldığını bilemiyoruz tabi üstüne bir de kalkıp kasadaki çocukcağıza “bu gemi nereye gidiyor?” diye soran hanım ablanın içsel sıkıntılarının dışa vurumuna bir gemi dolusu insanın şahitlik ediyor olması da cabası. Anlaşılan öyle dalgın ruhları toplamış bir limana atmanın derdinde ki bu gemi anlatsan anlatamazsın, yazsan kalemin hafif gelir, bağırsan “aman sus şimdi kafa ütüleme” söylenceleri yükselir. E doğal olarak kimin ne yana nasıl bir bilinçle savrulacağı önceden kestirilemiyor bu gemide .
Gece dörtte iş başı yapacak olmanın acı gayretiyle uykusuna ha daldı ha dalacak derken uykunun en tatlı, en işveli yerinde alarmın çirkin sesini işitir işitmez kabus görmüş gibi uyandı. Kendini toparlar toparlamaz işinin başına koştu. Çay kazanına kaynaması için su doldurdu, bardakları yıkayıverdi, kuruladı, itina ile tezgaha dizdi. Müşteriler yoğunlaşmadan işleri halletmeliydi. Bizimkinin işlerin yoğunluğuyla gecesi gündüzüne karıştığından yüzünde günlerdir küçük bir tebessüm mimiği bile oynamıyordu. “Amma da suratsız bu oğlan” lafları habire kulağında yankılanıyordu ancak bu onun umrunda bile değildi. Ah şu yaz bir bitseydi, ah şu gemideki insanların yüzünü bir daha ömür billah görmeseydi. Deli gibi çetele saydı, deli gibilikten terfi aldı, tam teşekküllü deli oluverdi.
Günün ilk meselesi başladı. Fokur fokur kaynayan kazandan doldurulan çaya “soğuk bu” deyip delikanlıya azar çeken beyaz yakalı okkalı bir tokadı çoktan hak etti. Ancak delikanlı şimdilik sakin. Tek derdi şu Allah’ın cezası gemiden kendini bir an evvel atmak. Haa yok denize değil yahu. O kadar cesur değil zaten. Öylece arkasında bütün yangınları bırakıp da bir başına kaçıp sadece kendini kurtarmanın neresinde yiğitlik, neresinde cesaret. Yapamaz zaten öylesini. Bu sebeple kuvvetle çalıştı, kuvvetle yoruldu, kuvvetle özledi de. Neyi özlediği kendi içinde. Her şeyi okunur onun ancak özlemleri okunmaz. Ruhu sır dolu bir mağaranın içi. El yazması rika. Bilenine bile çok zor. Kendisi açmadıktan sonra aman Yarabbi mümkünatı yok okuyamazsınız.
“Bunları da buraya adam diye koymuşlar işte. Biz bunların yaşlarında böyle miydik? Tuttu çekti kolumdan babam, “eşek gibi çalışacaksın bu tarlada, başlatma şehre gitmenden şimdi” deyip iki tokadı çekti suratıma. Bir gün olsun isyan etmedim. Bunlar gibi aklı bir karış havada dolaşmadım. Eşek gibi de çalıştım peehh bunlarda adam işte”
Hasbünallaaaahh! Delikanlının kulakları çok net işitiyor Efendi. Hem zaten bu lakırdıları da ara sıra yüzüne bakarak söylüyorsun. Olacak iş değil seninki de. Biri çıkıp “Bize ne senin babanın sana ettiklerinden kes çeneni be adam” deyiverse tamam olacak sanki her şey ancak onu diyecek başına dert almaya meraklı kimse de yok.
El mahkum sabır çeke çeke yolcu koltuklarında öylece fırlatılıp atılmış, sırf güvertede iki üç fotoğraf çekmek yahut öylesine oyalanıp durmuş olmak için alınan dergileri toparlamaya koyuldu. Her fikirden, her camiadan dergilerin bulunduğu bu koltuklar onun için ara sıra uğrayıp esnafına bir selam verip bir çayını içtiği, uğrak mekan, alelade bir dergi bayisi gibiydi.
Beş kuruş vermeden aldığı bu dergilerin içinde insanlara ezbere verdiği cevapların sonrasında kendi kendisiyle olan sohbetlerinin en güzel cümlelerini buluyordu. Toparladığı dergileri kucaklayıp dinlenme odasına geçerken çenesi bozuk müşterilerden biri yine saçma sapan bir meseleye laf ediyordu. Hiç aldırış etmeden usulca odaya ilerledi. Dergileri karıştırmak için de biraz temiz bir zihin gerekirdi. Dergileri masanın üstüne bırakıp şöyle yarım saat kestirmeyi tercih etti. Aman ne tatlı uyku. Etraftakilerin sesi beş dakika dursa belki bu mümkün olabilirdi. Ancak imkansızdı öylesi. Zihnini sadece denizin dalga sesine odakladı, bin bir türlü hayal ile birlikte belki de üç sezonluk dizi çekti. Yarım saatlik o uykuda tüm dünya durdu. Kuşlar havalandı. Tüm gemi boşaldı. İçinde bir kendisi kaldı. Gemi bambaşka diyarları gezdi. Bin bir türlü türküyü mırıldandı. Sevdiğine sarıldı belki de. İşte tam o vakit yüzünde hafif bir tebessüm belirdi. Deniz bir dalga vurdu her şey tekrar yerine geldi. Şef yine heyecanlı heyecanlı bağırmaya, müşteriler söylenmeye, çocuklar koşuşturmaya başladı. Gözlerini hafif araladı. Masanın üstündeki dergilere baktı. En üstte duranın ön kapağında “önce şairler konuşsun sonra herkes sussun” yazıyordu. Bizim delikanlı gözlerini tavana dikti, beş dakikalığına konuştu, sonra herkes sustu.
________________
[1] https://www.youtube.com/watch?v=cfEk_uc8FQE