Denek

Büşra Baysal

İnsan başına gelecek felaketleri tahmin edemez. Yarın ne yapacağını planlarken hiçbir şey yapamaz hale gelir. Hayatın getirdiklerine alışkın değildir. Başına gelenlere hep şaşırır. Çünkü felaketleri düşünerek yaşamaz. Yaşayabilenler ise ya boş vermiştir ya da her şeyi başarmak için ant içmiştir. Ben ikisinin ortasında sürünenlerdenim ne her şeyi boş verecek kadar umursamazım ne de başarının peşinden koşacak kadar azimliyim. Ama bu felaketlerin benim başıma gelmeyeceğini göstermez.

2020 yılıydı, o yıl zaten daha başlarken bir farklıydı, dünya onlarca felakete gebeydi ve hepsi o yılda doğmuştu. Her biri bir yeri sarmış, zapt edilemeyen bebekler gibiydi. Gerçi bebekler onların yanında oldukça masum kalır ya. Ben sıradan, sıkıcı günlük hayatıma devam ediyordum. Bir şirkette sekreterlik yapıyordum ve her Allah’ın günü hayatımın sıra dışı bir hal alması için dua ediyordum. Evet, hayatım sıra dışı bir hal aldı ama sıradan hayatımı özlettirecek bir şekle büründü. Hatta sadece ben değil herkes sıradanlığı özler olmuştu. Haberlerde hep bir virüsten bahsediliyordu: Covid -19, yeni tip koronavirüs. Bu lanet virüs ilk önce Çin’in bir şehri olan Wuhan’da görüldü. Sonra da tüm dünyaya yayıldı. Sözde, virüsün yayılmasına insanların yarasa tüketimi neden olmuştu. Ama bununla ilgili çok değişik teoriler dolaşıyordu etrafta. Virüs Türkiye’yi es geçmedi “Türk ırkı bu virüse yakalanmıyormuş” sözlerinin tersine. Okullar tatil edildi, yürüyüş, balık tutma, park ve bahçelere gitme, piknik yapma yasaklandı; tiyatro ve sinemalar, alışveriş merkezleri, eğlence mekânları gibi birçok yer kapatıldı. Sokağa çıkma yasakları başladı. Yani hayat bir süreliğine durdu. Acil ihtiyaçlar dışında dışarıya çıkılmadı. Çıkarken maske, eldiven, sosyal mesafe gibi şeylere dikkat edildi. Alınan şeyler tek tek yıkandı, eller sürekli yıkanmaktan çatladı. Çünkü virüs her yerden bulaşabilir ve ölmemize sebep olabilirdi. Hayat değişti, önceliklerimiz değişti, hiç alışık olmadığımız kavramlar hayatımızın merkezine yerleşti. Yüz binlerce insan bu virüs yüzünden hayatını kaybetti. Yıllarca izlediğimiz bilim kurgu filmleri gerçek olmuştu. Zihinler korku ve endişenin egemenliği altındaydı. Ben uzun bir süre evden çıkmadım sadece markete gidip geliyordum o da bin bir zorlukla. Sırayla alınıyorduk marketlere, maskesiz girmek zaten yasaktı. Etrafımızla ve insanlarla ne kadar az temas edersek o kadar iyiydi. Herkes evlere tıkılıp kalmıştı, İstanbul’un en gözde yerlerinde in cin top oynuyordu, bir süre sonra onlar da sakinlikten sıkılmış toplarını da alıp kaybolmuşlardı.

Zamanla virüs bulaşan insan ve virüsten hayatını kaybeden insan sayısı azalmaya başladı. Kapatılan yerler yavaş yavaş açıldı ama hiçbir şey eskisi gibi olmadı. Yani hala maskelerle ve korkarak yaşıyorduk. Ben işe döndüm, patronumun egoist ve kibirli tavırlarını çekmeye tekrar mecbur kaldım. Ekmek parası kazanmak için benim gibiler çoğu şeye mecbur bırakılıyordu. Virüs sürecinde zaten maddi açıdan çoğumuz zora girdik. Hala bazılarının egosunu tatmin etmek ve onlar tarafından acizliğimizi unutmamak için ezilmeye devam ediliyorduk. Asıl aciz olan hangimizdik? Küçük dağları bırakıp büyük dağları bile kendilerinin yarattığını zannedenler bizden hangi bakımdan üstündü? Neyse asıl mesele bu değil o zamanlar buydu ama artık daha büyük meselelerim vardı.

Aradan iki yıl geçti, yıl 2022. Virüsün bulaştığı hasta sayısı artık çok azdı. Bir gün boğazımda yanma hissetmeye başladım ama virüs çok azaldığı için bu durumu çok ciddiye almadım. Şirkete girerken ateşimizi ölçüyorlardı bu virüsün en önemli belirtilerinden biri yüksek ateşti. Ve boğazımda yanma hissettikten iki gün sonra şirkete girerken ateşim ölçüldü, yüksek çıktığı için içeriye alınmadım. Derhal test yaptırmam söylendi ben de boğaz ağrımı da hesaba katarak kendimden şüphelendim ve hastanede test yaptırdım. Sonuç pozitif, hayatım gün geçtikçe sıra dışı bir hal alıyordu gerçekten aferin bana çok güzel bir temennide bulunmuşum! Asıl hikâye bundan sonra başladı. Kimlere temas ettiğim, kimlerle yaşadığım gibi sorular soruldu. Evde tek yaşadığımı ama işe gidip gelirken illa birileriyle temas etmiş olabileceğimi söyledim. Aradan bir hafta geçti doktorlardan öğrendiğime göre benimle birlikte hasta olan sayısı üçmüş. Ben hastalığı çok ağır geçirmiyordum, çok hafif bir nefes darlığı ve boğaz ağrısının dışında. İki gün sonra bana diğer iki hastanın öldüğünü ve tek hastanın ben olduğumu söylediler. Sadece Türkiye’deki değil dünyadaki tek hasta benmişim. Gerçekten tam da şanssızlığımın şanına yakışır bir durum.

Beni özel bir odaya aldılar. Tek başımaydım, yemeklerim plastik tabaklarla kapımdan içeri bırakılıyordu. Sadece kontrol için geliyordu doktorlar yanıma, olağanüstü derecede korunaklı kıyafetleriyle. İki hafta olacaktı neredeyse hastanede olalı, hastalığımın hafif geçmesine rağmen virüsü hala atlatamamıştım. Düzenli olarak iğne yapılıyordu. Benimle ilgilenen doktora neden hala iğne yapıldığını, gayet iyi olduğumu, ne zaman taburcu edileceğimi sordum. “Ne zaman iyileşirsen o zaman taburcu edilirsin” dedi ve gitti. Burnum havada sürekli gezinen gizemin kokusunu alıyordu. Kesinlikle bilmediğim şeyler oluyordu. Sıkıntıdan patlıyordum çünkü burada tektim konuşacak kimse, uğraşacak hiçbir şey yoktu. Bembeyaz duvarlar, üzerimde mavi bir hastane elbisesi, bir yatak, bir komodin, komodinin üstünde sürahi ve bardak bir de ben ve karman çorman zihnim buradaydık. Odamın kapısı hep kilitliydi, olur da dışarı çıkar birine virüs bulaştırırım diye. Tabi o zamanlar ben öyle zannediyordum. Ta ki yatağımda yine sıkıntıdan patlarken dışarıda gittikçe artan tahta gıcırtısını duyana kadar. Sonra kapımın kendiliğinden aralandığını gördüm, kim o diye defalarca seslendim ama ses eden olmadı. Kalktım ve kapıdan dışarı çıktım. Aman Allah’ım kapının diğer yanı bambaşka bir yerdi. Odadayken pencereden gün ışığının girdiğine yemin edebilirdim. Ama burada geceydi, nasıl oluyordu bu? Etrafın büyüsüne kapılınca bunu sorgulamaktan vazgeçtim. Yıldızlar tüm ihtişamıyla gökyüzünde asılı duruyordu. Hava ılıktı ve tatlı bir yaz rüzgârı esiyordu. Ağaçlar, çiçekler, neşeyle ötüşen kuş sesleri vardı. Biraz ilerledim ve iki ağacın arasında asılı olan bir hamak gördüm. Uzun süre sonra böyle bir yeri görünce dayanamadım hamağa uzandım ve huzurun benliğimi ele geçirmesine izin verdim. Gözlerimi kapattım ve kendimi çok özlediğim tatlı bir uykunun kollarına bıraktım. Sonra yoğun tahta gıcırtısıyla uyandım ama o da ne? Hastane odasındaydım yani o gördüklerim gerçek değil miydi? Burada kala kala kafayı yemeye başladığımı düşündüm. Ama birkaç saat sonra yine tahta gıcırtısı duydum, kapı aralandı. Yine odaya gün ışıkları girdiği halde kapının diğer tarafında gece olmuştu. Ağaçlar, kuşlar, hamak her şey yerli yerindeydi. Hamağa uzandım ve istemsizce uyudum. Uyandığımda yine odadaydım. Yok yok kesin delirdim ben.

Doktor gelince ona olanları anlattım beni pek takmadı. Artık buradan çıkmak istediğimi söyledim.

“Daha iyileşmedin.”

“Size artık inanmıyorum, ben gayet iyiyim” dedim ve kapıya yöneldim. Doktor önüme geçti ve beni kolumdan tuttu.

“Hiçbir yere gidemezsin hala hastasın ve başkalarına bulaştırma riskin var.”

“ Tek hasta benim kaldığımı söylediğinizden beri telefonumu da elimden aldınız, neden olduğunu da söylemediniz, sürekli bir iğne vurup duruyorsunuz ve artık gerçek mi değil mi bilmediğim şeyler görmeye başladım.” “Beni burada daha ne kadar tutacaksınız, yeter artık” dedim ve aralık olan kapıdan dışarı fırladım ama burası normal bir koridordu. Doktor da peşimden koşuyordu, birden önümde biri belirdi. İkisi birlikte beni tutup zorla odaya geri götürdüler. Ne kadar çırpındıysam ellerinden kurtulamadım. Ve beni yatağa kelepçeledi doktor zannettiğim kişi. Karşıma oturup büyük bir sinirle konuşmaya başladı;

“ Artık o geri zekânla bir şeyleri anlamaya başladığına göre işler değişti, biz seni burada virüsten kurtul diye tutmuyoruz. Aksine virüsten kurtulma diye tutuyoruz.”

“N-n-nasıl?”

“Bu virüs yarasalardan falan bulaşmadı, gizli bir örgüt tarafından yayıldı. Nasıl olduysa kontrol altına almayı başardı bunu dünya.”

“Bana ne yapacaksınız?”

“Sen dünya üzerindeki son covid-19 hastasısın, bu yüzden bizim deneğimizsin artık.”

“O iğnelerle bana ne yaptınız Allah’ın belaları!”

“Senin hem ölmemeni hem de hasta kalmanı sağladık. Yani virüsü sende yaşatıyoruz, vakti geldiğinde senin sayende virüs tekrar yayılacak.”

“Peki, tahta gıcırtısından sonra kapının aralanması, bu tarafta gündüzken orada gece olması, hamakta uyuyup burada uyanmam nasıl oldu?”

“Onlar da deneyin bir parçası.”

Ortalıkta dolaşan teoriler çok da basite alınmamalıymış aslında. Yeryüzünde hangi delikte hangi şeytanın yaşadığını kimse bilemez. Ve bilmediğiniz çok şey dönüyor yerin altına ve üstünde. Siz sadece bu oyunun ufak birer parçalarısınız kendinizi çok bir şey zannetmeyin. Ya da zannedin siz olmasanız kedilerin oynayacağı fareler de olmazdı.

Merhaba,

Yaklaşımınızı beğendim :)

kalırdı ya

buraya bir ''ise'' gelse nasıl olurdu sizce ?

:) çok güzel.

Özletecek daha hoş olabilir mi sizce de? Bir kaç kere tekrarladım kulağıma daha hoş geldi. Belki düşünmek istersiniz.

hep bir yerine bir tek sizce nasıl olurdu ?

Bu kısımda, bu durumun aslında tüm gerçekliğini her okuyucu yaşadığı için anlatım bunları yaşamamış insanlar için yani marslılar için mesela daha anlamlı olabilirdi. Dolayısıyla burada detaylı bir şekilde süreçten söz edildiği için biraz denemeye doğru yol almış diyebiliriz. Özetle anlatım fazla geldi bana.

:))

:)) Çok hoş.

buraya bir '' tabi'' sıkıştırsak :) olur mu ?

Buradaki kelimelerde 'K' lar sık bulunuyor ya tekrar yerine ''yine '' desek nasıl olur sizce ?

bu kelime fazlalık. Çünkü hikayedeki kurgu açısından nerede yaptırdığı önem içermiyorsa yani başka bir yere bağlanmayacaksa fazlalık olarak kalır kelime. Zaten hastanelerde yaptırırız ya hani. Bu gibi detaylara dikkat ederseniz, öykünün hakimiyetini daha kolay sağlarsınız diye düşünüyorum :)

:))

Kesinlikle kelimesi kahramana da cümleye de çok yakışmış. :)

Takmadı deriz ama kaba bir kelimedir. Buradaki kahraman kaba bir insan izlenimi oluşturmadı bende. Takmadı yerine ''tınlamadı'' desek sizce nasıl olurdu ?

Büyük sinir yerine belki öfkeyle diyebilirsiniz. Büyük, siniri pek nitelemiyor sanki? Çok sinirli deriz ama büyük sinirli demiyoruz pek?

Harika. Tam olarak insanı yaşatan şey. :)

Daha iyi bir son olabilirdi. Burada yazarın ruh halinin ve düşünce dünyasının biraz öyküye girdiğini düşünüyorum :) Öykümüzdeki kahramanları kendimizden uzak tutmalıyız. Bunu biliyoruz ama hangimiz ne kadar başarabiliyoruz bilmiyorum. Elinize sağlık :)

Zaten öyküleri kendi düşünce dünyamızla yazmıyor muyuz? Uzak tutarsak yazmanın kaynağı ne olacak? Teşekkür ederim 😊

:) Elbette kendi dünyamızla yazıyoruz. Kendimiz için yazıyoruz. Bundan ronra da öyle olacak. Yine kendimiz'den yazmaya devam edeceğiz. Ama kendimizin dışında kendimizi değil de kendimizden parçalar koyarak başka bir dünya inşa etmek zorundayız. Yani aslında öykü cümle bana ait değil tam hatırlamıyorum ama yazmak başkalarının hayatlarını anlatmaktır aslında. Bu başkaları da biz olmayan ama bize bazı bazı benzeyen başkaları :) Rica ederim.

Binlerce insanın öldüğü bir hastalığı insanların yapmış olması ne kadar korkunç bir şey gerçekten. Gerçi insan neler yapıyor ki düşününce. Yine binlerce insan her şekilde öldürülüyor. Emeğinize kaleminize sağlık. :)

Teşekkür ederim😊

Sonu biraz ürküttü beni açıkçası. Cok fazla söylenti, çok fazla teori var etrafta ve ne yazık ki hikâyenin sonundaki gibi bir kurgu gerçek olabilir mi günün birinde diye düşünmeden edemedim. Kahramanimiz ışığı görünce hamağı falan ben ölecek sandım sonrasi sürpriz oldu. Biraz hızlı bitti ama genel anlamda begendim. Elinize saglik :)

Her şey olabilir😊 Teşekkür ederim .

Elinize sağlık. Gayet güzel gidiyordu tam geliştiği esnada bitti. Devamı var da ben mi göremiyorum diye bir kaç kere baktım aşağıya :) Yani, son italik paragrafla da konuşanın kim olduğunu pek anlayamadım. Anlatıcı mı, kahraman mı, doktor mu :)) Neden italik? Böyle sorular var aklımda :) Erken bir son oldu :(

Son paragrafta konuşan anlatıcı. Hoca anlatıcıyı konuşturduğunda yazıyı italik yap demişti o yüzden italik yaptım. Bu erken bitirme olayını genellikle yapıyorum. Bazen isteyerek bazen istemeyerek. Yorumunuz için teşekkür ederim 😊