Beyaz duvarlara açtım gözümü yine. Sınırlı eşyalarla dizayn edilmiş bu bembeyaz odada kaçıncı günümdü? Pencereye ilerledim. Pencere olmazsa beni tutamazsınız burada demiştim. Tutarlardı. Neyse ki kırmadılar beni, bir pencerem vardı. Uzun zamandır yeşili görebildiğim tek yer. Bir de zaman zaman bahçeye çıkmama izin vardı. Bağışıklığım düştüğü an o da yasaktı. Bahçede bir hamak vardı. Üzerine yatmaya cesaret edemedim hiç bu zamana kadar. Oysa ne çok severdim. Özellikle geceleri gökyüzünü görebileceğim bir şekilde, yanımda sevdiceğimle. Kokusu burnumda. O kadar ilaç kokusuna maruz kaldım ama hiçbiri unutturamadı onun kokusunu. Hele bir kurtulayım şu illetten yine eskisi gibi koşup sarılacağım. Başımı boynuna yaslayıp kokusunu çekeceğim içime, korkmadan. Zor bir savaştan galip ayrılmanın gururuyla. Sahi ne zaman bitecek bu günler?
Kapı sesiyle daldığım hayalden uyandım. Buruk kalmıştım. Yine. Doktorum "Bugün nasılsın?" dedi her zamanki enerji vermeye çalışır sesiyle. Gülümsüyor muydu? Bilmiyorum. Bunu göremeyeceğim kadar uzakta ve maskeliydi. Ben iyileştikten sonra dışarda karşılaşsak tanımam diye düşünüp güldüm kendi kendime.
"Seni bile gömerim Kemal."
Kahkaha attı sesli bir şekilde. Gülümsedim ben de. Dışarda görsem tanımayacağım doktoruma adıyla hitap edip şaka yapabiliyordum. O da bana takılırdı. İyileştiğinde benim hayattaki en büyük başarım olacaksın, derdi. İyileşeyim de altın madalya yaptıracağım sana derdim ben de. Rutin kontrolleri yaptıktan sonra kapıya yöneldi.
"Fikret aradı mı?"
Birkaç saniye duraksayıp döndü.
"Birazdan yeniden geleceğim."
Bu soruma uygun bir cevap değildi ama gitmesine izin verdim. Beklerdim ben. Tabi. Dünyadaki her insanın yenip de benim yenemediğim bu hastalık beni beklemeye mahkum etmişti. ‘Mr. Nobody’ filmi geldi aklıma. Yaşayan son insanın hikayesi. Benim de filmim çekilebilir aslında, yaşayan son korona hastası. Filmin sonunda iyileşen son korona hastası olmayı umuyordum. Son sahnede bir gece vakti hamakta yıldızları izliyoruz. Yanımda Fikret. Sevgilim, eşim, yoldaşım. Parmağımdaki alyansa bakıp avucumda sıktım. Güç alıyordum bu şekilde. Seni bir daha ne zaman göreceğim?
Bir saat kadar sonra doktorum yeniden geldi. Ben yine pencerenin kenarındaydım. Bugün iyi hissediyordum, izin verirse bahçeye çıkacaktım. Ama içimde kötü bir his vardı. Yüzünü göremediğim doktorumun gözlerinden bir sorun olduğunu hissediyordum. Sormaya çekindim, bakışlarımı yeniden pencereye çevirdim. Avucumu sıktım, alyansımdan güç almaya çalışırcasına.
"Buket, seninle konuşmam gereken şeyler var."
Bakışlarımı pencereden çevirmeden yanıtladım.
"Dinliyorum."
Birkaç saniye ağzında bir şeyler geveledikten sonra konuşmaya başladı.
"Bu virüsü taşıyan son kişi sensin. 2 yıldır senin üzerinde denediğimiz hiçbir tedavi tamamen işe yaramadı. Kısmen iyileşir gibi olduğun durumlarda virüsün bambaşka etkileriyle karşılaştık. Biz virüsün olduğu hali için çare ararken hep dönüştü ve bizim tedavilerimiz sonuçsuz kaldı. Bu sırada bağışıklığın oldukça düştü tabi ve elektronik eşyalarla iletişimini fazlasıyla sınırladık. Çünkü onlar da seni çok etkilemeye başlamıştı. Sen çok güçlü bir kadınsın. Bu zamana kadar bu şartlarda savaşman bizi ve dünyayı çok etkiledi."
Çok güçlü bir kadınmışım. Gücüm inancımdan. Ben yalnızca inanmaya devam ediyordum. Yapabileceğim tek şey buydu. Tahta çerçevedeki fotoğrafımıza kaydı bakışlarım. Uzun süredir yalnızca bununla avunuyordum. Teknoloji çağında ama teknolojiden uzak bir yaşam sürmek zorundaydım. Her acı çekişimde, her nefes alamayışımda bu fotoğrafa bakıyordum. Bir gün yeniden öyle olabilmeyi umuyordum. Bir damla gözyaşı süzüldü o an.
"Buket lütfen güçlü olmaya devam et. Birazdan söyleyeceklerim zor gelebilir ama sen savaşmaya devam edeceksin. Anlaştık mı?"
Geldiğinden beri ikinci defa bakıyordum, maskeli yüzüne. Dışarda görsem tanımam dediğim yüzüne.
"Ben yalnızca kendim için değil, Fikret için de savaşıyorum. Hayır bırakmayacağım."
Yüzünü yere eğdi. Alyansımı tuttum. İçimde tarifsiz bir hüzün vardı. Bakışlarımı yeniden tahta çerçeveye çevirdim. Elimi uzattım ve fotoğrafa dokundum. Şimdi yüzün olmalıydı karşımda.
"Virüs bu seferki dönüşümünde zihnini etkilemiş gibi görünüyor. Daha detaylı konuşabilmemiz için test yapmalıyız yeniden. Bu kez fotoğraflar ve anılarla ilgili de test yapacağız."
"Zihnimi etkilediğini nerden anladınız?"
"Fikret. Bu hastalığa birlikte yakalandınız. Onu kaybettik ve sen bunu biliyorsun ilk günden beri. Bugün ilk defa..."
Pencereden baktım. Hamak hala orada. Güneş batmak üzere. Hava serinlemiştir. Bahçeye çıkmama izin vermezler sanırım. Avucumu sıktım. Alyansım hala benimle.
Testler yapıldı. Kan testleri ve doktorun bahsettiği anılarla ilgili olan. Anılarımın yarısı yanlıştı. Virüsün ele geçiremeyeceği tek yerin anılarım olduğunu sanıyordum. Yanılmışım. Uykum ağır bastı, uyumak istiyordum ve belki uyanmamak. Yatağıma gittim. Sonrası boşluk.
Kötü bir rüyanın etkisiyle uyandığımda gece olmuştu. Rüyamda Fikret'i görmüştüm, ben yakınlaşmaya çalıştıkça o uzaklaşıyordu. Gitme diyordum, sen benim bu dünyada kalan tek ailemsin. Pencereye geldim, bahçenin kırılan lambası tamir edilmişti. Hamak oradaydı. Üzerine yatmaya cesaret edemedim hiç bu zamana kadar. Oysa ne çok severdim. Özellikle geceleri gökyüzünü görebileceğim bir şekilde, yanımda sevdiceğimle. Şimdi çok güzel olurdu. Tek eksiğim diyerek tahta çerçeveyi aldım elime. Göğsüme bastırdım. Ben iyileştiğim zaman Fikret'e nasıl sarılacağımı hayal ettim. Gülümsedim. Yakında her şey yoluna girecek. İyileştiğimde...
İrem İlayda Doğan