Yasakları Gizlice Çiğneme Çetesi

Neslihan Şahin

Anneannem genelde oturur ve boşluğa doğru bakardı. Nereye baktığının önemi olmadan bakardı ondan boşluğa doğru bakar diyorum. Nereye baktığını sorduğumda ise “insanın nereye baktığının ne önemi var ki? Görmek istediğini görür.” Gibi filozofça cevaplar verirdi. Benimle çok konuşurdu. Sanırım ona benzememi istediğinden. Annemler ne zaman konuşmaya başlasa onun yanına kaçardım. Annemlerin “bu sınav hayatının en önemli sınavı. İyi bir üniversitede okuman lazım. “ Naraları başlar başlamaz anneannemin yanına yaklaşırdım. “Aman kulak verme bunlara. Her şey olur biter. Sen kendine iyi bak. İnsana evvela kendi lazım” diyerek bütün kaygılarımı kısa süreliğine de olsa sustururdu. Annemin yüzü düşerdi kendine destek bulamadığı için. Akşam babam gelir kendi aralarında bana anneannemin yüz verdiğine karar verirlerdi. Ne anneannem ne de ben umursardık onları.

Anneannemin bu hayatta hiçbir şeyi yok gibi bir şeydi. Bunu ben söylemiyorum o söylüyordu. Hiç ev araba almamıştı kendine. Bütün parasını gezmeye ve annemin eğitimi için harcamıştı. Annem bazen anlatırdı gittiği tatilleri ve ne kadar güzel olduğunu. Çok güzel fotoğrafları da vardı. Ama benim onlara bakmam yasaktı. Küçükken bale yaparmış, piyano çalarmış. Piyanoyu ben küçükken de çalıyordu aslında hatırlıyorum ama sonra apartman sakinleri rahatsız oluyor diye çalmamaya başladı. Sonra da unuttuğunu söyleyip bir daha hiç çalmadı. Ben bunlardan hiçbirini yapamıyordum. Babam, anneannemin aksine hiç sevmezdi böyle şeyleri. Tatile de her sene Rize’deki köyüne gidiyorduk. Ev tamamen tahtaydı. Her yeri tahta hem de. İçeride bazen böcekler bile oluyordu. Zamanla annem ve ben senede birkaç ay burada yaşamaya alışmıştık. Şimdi burada anneannem olsaydı “insan alışır yavrum. Bir kutup ayısını getir buraya ölür gider. Bir deveyi getir buraya ölür gider. Ama insan öyle mi? İnsan alışır. Bir süre sonra öyle bir alışır ki bu alışkanlık hayatını mahvetse bile alışkanlıktan vazgeçmek yerine hayatının mahvoluyor oluşuna alışır.” Diye bilgece konuşurdu. Anneannem bilgece de konuşsa filozofça da konuşsa onu anlardım. Bazen kutup ayısı olamadığımda anlardım onun ne demek istediğini. Bazen de küçük hayatımda kimse soru sorma izni vermezken amansızca onu sorularımla köşeye sıkıştırmaya çalışırken.

Anneannem babamı sevmezdi. Hatta öyle ki sadece sevmemek değil bu düpedüz nefret. Onun hakkında genelde konuşmazdı. Konuştuğunda ise konuşmasa daha iyi derdim. Bir kere bana “bırak şunu. O ne biliyor da ne konuşuyor. Sana buyurduklarını kendi yapsaydı okusaydı iyi bir üniversitede adam gibi baksaydı size.” Demişti. Bu söz beni ilk başta rahatlatsa da aklıma hemen “şu” diye bahsedilenin babam olduğu gelmişti. Sonra anneannem de bu durumun farkına varmıştı ve her zamanki gibi bu konu hakkında söyleyecek çok şeyi olmasına rağmen susmuştu.

Annem ise hep arada kalan taraftı. Babamla evlenmenin hata olması fikrine uzun yıllar önce hak vermişti ama bir hata üzerine kurduğu hayatını pek değiştirmek istiyor gibi görünmüyordu. Üstelik anneannem bizimle yaşamaya başladıktan sonra tamamen çakılıp kalmıştı bu eve. Babamın söylediklerine genelde haklısın, tamam, evet doğru şeklinde cevap veriyor ve anneannemin oldukça haklı ama ayarsız sözlerinin bedelini her seferinde gizliden gizliye o ödüyordu.

Evde bunlar olurken babam daima yerinden emin bir padişah gibi hayatına devam ediyordu. Küçükken onun sabırlı olduğunu düşünürdüm fakat büyüyünce bu sessizliğin sabırdan ve hoşgörüden değil de evdeki sığıntıyı kale almamaktan geldiğini anladım.

Aradan yıllar geçti. Artık anneannemle aynı evde yaşamıyorum. Artık anneannem yaşamıyor. Yaklaşık yirmi sene önce öldü. Anneannemden bahsederken “hiçbir şeyi yok gibi bir şeydi” demiştim. Hiçbir şeyi olmayan biri haline gelmesini engelleyen birkaç şeyi de bana kalmıştı. Ben küçükken odasında duran o sandığı bana bırakmıştı. O sandığın içinde nelerin olduğunu küçükken evde çıkan kavgalardan biliyordum. Annemle anneannemin oldukça güzel fotoğrafları vardı. Küçükken bu fotoğraflara bakmayı çok severdim. Anneannem babam evde yokken gösterirdi. Birkaç kez babama yakalanmıştık. Babam annemin de içinde bulunduğu kendi tabiriyle “açık saçık” fotoğrafların kimseye gösterilmemesini hatta yok edilmesini istiyordu. En son annem bu fotoğrafları babamın göremeyeceği bir yere saklamayı düşünmüş ve anneannemle birlikte sandığın içine saklamışlardı. Ben çok yalvardığımda anneannem hala bana o fotoğrafları gizlice gösteriyordu. Sandığın içindeki bir diğer şey ise anneannemin açıp baktığı kitaplardı. Onlar da yasaktı bana. Babam başka hayatlara özeniyor olmam ve onun çizgisinden çıkmayı isteyecek olmam korkusuyla anneannemin kitaplarını da sandığa mahkum etmişti. Fakat anneannem ve ben yasakları gizlice çiğneme çetesi olarak bu yasağı da elbette ki çiğniyorduk. Kitaplar her açıp baktığımızda daha da hamur haline gelmiş oluyordu. Anneannem benden kendi evim olduğunda bunları kitaplığıma koyma sözünü daha o zamanlardan almıştı. Nitekim ona verdiğim sözü o hayattayken tutamasam da kendi evim ve kendi kitaplığım olduğunda onun anısına kitaplığımın ilk iki rafı her zaman ona ve birlikte gizlice okuduğumuz kitaplara ait olmuştu. Ve bundan sonra da öyle olacak. Odamın bir duvarında ise kocaman fotoğrafı var. Babamın görmek istemediği fotoğraflardan. Annem ve anneannemin annem daha on yedi yaşındayken gittiği Muğla tatilinden. Büyük bir hamağın içinde birlikte yatıyorlar. Anneannem her zamanki gibi güçlü kollarıyla annemi sarmış, annem ise sanki dünyanın en güzel yerindeymiş gibi gülümsüyor. Anneannemin üstünde kısa bir elbise var. Saçları sapsarı. Küçükken bana anlattığı hikayelerdeki güneşler gibi. Annemin ise üstünde kısa bir şort ve ince neredeyse yok gibi bir bluz var. Mutlular. Annemin yüzünde o mecburiyetin kederi yok. Anneannemin gözünde o dünyayı bitirme hüznü yok.

Küçükken bazı geceler korktuğumda anneannemin yanında uyurdum. Şimdi bazı geceler anneannemin yokluğunu hissettiğimde kafamı yastıktan kaldırıp karşıya bakıyorum. Anneannemin gülen yüzü öyle iyi geliyor ki bana. İçimden bir yerlerden anneannem konuşuyor; “Üzülme yavrum. Bir zamanlar vardım. Sayende hala da yaşıyorum. Bir parçam kitapların içinde yaşıyor, bir parçam bu fotoğraf karesinde. En büyük parçam ise sende, kalbinde.” Bu sözleri hissediyorum ve uyumak için tekrar kafamı yastığa koyduğumda anneannemin büyük bir parçasının hala kalbimde yaşadığını hissederek uyuyorum.

Annem ve babam, babamın ısrarları neticesinde Rize’ye taşındılar. Artık o tahta evde yaşıyorlar. Babam hala aynı. Hala bütün istekleri olsun isteyen biri. Fakat artık o kadar ısrarcı davranamıyor. Yaşlandı, kimsesiz kalma korkusu var. Üstelik onun torunu ile kurduğu bir çete de yok. Kitapları da yok, güzel anıları da yok. Düz yaşayıp gidiyor işte. Anneannem olsaydı şimdi kesin “Salak bu adam yahu! Evine arabasına sarılıyordur köyünde. Mal mülk ona göre çok önemli mevzular. Onları mezara da götürmek isterse şaşırmayın. “ Derdi. Üstelik arabasını yirmi yılda borçla da olsa altı kez değiştirdiğini görse fikri daha da pekişirdi. Annem de aynı yirmi yıl öncesiyle. Hala babamın önce arada bırakıp sonra kendisini seçmesini söylediği biri. Üstelik bunu kabul eden biri.

Ben ise babamın istekleri doğrultusunda üniversitede iktisat okudum. Yedi senede bitirdim. Hiçbir şey öğrenemedim. Sonrasında iş de bulamadım zaten. Madem okumayı yazmayı seviyorum gazete dergi işlerine gireyim dedim. Babamın tepkisi tam da tahmin ettiğim gibi oldu ama hayatımda ikinci kez bir hata yapıp bunu annem gibi kabullenip oturacak değildim. Bunun için kavgalar ettim ve bu kavgaların galibi olamasam da istediğimi yaptım. Şimdi bir dergide genel yayın yönetmeniyim. Çalışıyorum, yalnız yaşıyorum, kimseye tutunamıyorum, anneannemi çok özlüyorum. İçimde hala yaşayan anneanneme sarılıyorum. Bu kadarım işte. Ha bir de hala yasakları gizlice çiğneme çetesinin bir üyesiyim.