Cadde üzerinden yola koyulup hızlı adımlarla işe gidiyorum. Gördüğüm evler değişmese gitmiyorum derdim, gidiyorum. Birine muz götürüyorum, ama poşetten tutmuyorum. Yürüdükçe gölgesi gelmese götürmüyorum derdim, götürüyorum. Kararlıyım, karşıma biri çıkıp kutsal yürüyüşümün nedenini sormadıkça zihnimi olanca sebeple doldurmayacağım. Hem çıkmasa iyi olur, işe yetişmeliyim. Yani bir kutsiyet var içimde ve bunu muz taşımama bağlamalıyım diye tembihlenmiş hissediyorum. Yol ikiye ayrılıyor, sola dönüyorum ve Ethel Hala; ben de kimim! Görüşmeyeli, bir asırı beşe bölsen anca olmuştur diyorum, demesem hesap makinesinden yüzü beşe…
-”Merhaba Ethel Hala. Da, ben yani nasıl?”
-”Merhaba evlât, yirmi yıl olmuş, öyle diyor makine… Bu muzlar kim için. Eşinin diyetine ya da dişi maymun niyetine mi?”
-”…”
-”Aferin evlat, bu kutsal görevi senden başkası yapamazdı. Ben de geleyim seninle işe -muz teslimat törenine- olur mu?”
İşimin adını düşündüm de:
-”Gel, tabi Hala.”
Çok yavaş yürüyor halam, yirmi yıldan da yavaş yürüyor. İşe gidemezsem-muz teslimat törenine- biterim. Ayrıca ne töreni ya, zihnim bana oyun oynuyor.
-”Evlat, bak bir fil.”
-”Evet o bir fil. Hayır, bunun burada ne işi var? Bir tane daha mı vardı, Allah'ım! Ne oluyor burda? Hemen gitmeliyiz hala, işe geç kalacağım. Bu filler muzlarıma dokunmadan gidelim. Kime söylüyorsam…”
Kime söylüyordum. Rüya, tamam rüya. Derin bir nefes çektim. Şükür Ya Rabbi, sadece rüya. Kafamda ne var benim, çok garip. Ne yaparken uyuyakaldım da böyle bir rüya, Ethel Hala. Onu nasıl gördüm ben. Ölmüş müydü acaba?
-Evet saatlerimiz yediyi gösteriyor. Ana haber bültenimiz başlıyor…
Radyo açık kalmış. Saat yedi mi gerçekten, saatime baktım. Yedi on. On dakika ileriye ayarladığım aklıma gelmedi. Hemen duşa girdim. Ahh, radyoyu yine kapatmadım. Acele etmemeliydim. Bari bir şarkı açsaydım. Gerçi biraz cızırtılı geliyordu. Ama haber dinlemek sıkıcı.
-”Son dakika haberimizi tekrar aktarıyoruz. Bu sabah, beş sularında sirkten kaçan iki hayvan Manchester'ı birbirine kattı. Yayına yeni katılanlar için, bu sabah beş sularında…
Ney ney. İki hayvan da fil mi acaba?”
-”...Uzmanların görüşü iki filin bir sokağa sığamaması olsada belirlenen iki hayvan türü fil. Gelişmeleri yakından takip ediyoruz.”
Demek ben uykuya dalmadan... Duştan çıktım, filme uyarlansa dedim bir fil. Hemen kahvemi içip senaryoyu kabataslak yazayım. Mutfağa gittim. Masanın üzerinde stikırla sabitlenmiş bir not vardı, eşim. Çok sever filli stikırları. Notta, iş dönüşü muz almayı unutmamamı söylemiş. Mâlum diyet için. Bana çok sevdiğini söylese-muzu- bu kadar almam. Ama sağlık mühim mesele.
İş dönüşü yürüdüğüm cadde başındaki manavdan bir poşet muz aldım. O sıra telefonum çaldı, annem. Bu saatlerde aramazdı.
-”Merhaba anne, önemli bir şey mi var?”
-”Oğlum, Ethel Hala'nı hatırlıyorsun değil mi?”
-”Biraz, yaklaşık yirmi yıldır görüşmüyoruz. Neden?”
-”Ethel Hala'n biliyorsun yaşlıydı. Muz korkusu vardı, ayrıca çok rahatsızdı da. Birkaç hafta önce konuşmuştum ben de. Çok üzüldüm haberi duyunca. Biri buna muz göstermiş. Bu da korkudan…”
Dııt, dıt dıt dıııııt.
Birini öldürmenin manevi olarak içimde oluşturduğu boşlukla ve hâlâ içimden tam atamadığım işe geç kalmamın endişesiyle yürüdüm. Rüya, gerçek, akis. Biri rüyama ayna tutsa müebbet ceza yerdim. Yavaşlattım adımlarımı. Hah, iyi mi. Sıcakta asfalta yapışmış şekerden de nasibimizi aldık… Saat altı on. İşe geç kalınmaz bu saatte. En erken giden bile olurum bu saatte. Ben işe gittim, döndüm, annemle konuştum. Birini öldürdüm. Ceza yedim... Saat altı.
Tekrar uyandım. Yok ben gerçekten gideyim doktora. Şuan rüya bitti değil mi?Kendime çimdik attım. Acısını hissettim, rüyada hisler olmazdı. Radyodan ses gelmiyordu, saate baktım. Altı buçuk. Mutfakta kaşık sesleri, eşim evde.
-”Aldığım muzlar yeter mi?”
-”He! Ne diyorsun Can?”
-”Diyettesin ya hani. “
-”Ne diyeti Can, diyete senin ihtiyacın var. Hem ben senin gibi şişman mıyım ki?”
-”Hayır tabii de... Haberlerdeki fili duydun mu peki?”
-”Fil, ne fili?”
-”Ya işte sirkten kaçmışlar.”
-”Manchester'da sirk mı var Allah aşkına. Sen iyi misin? Biraz ara ver çalışmalarına, evdesin, fil yok, muz yok. Sakin ol, tamam mı?”
-”Evet, haklısın. Annemle konuştum bugün, altı buçukta.”
- “Ya, mühim bir şey yok ya?”
-”Yok, yok.”
-”...”
Biraz daha sakindim. Fark etti.
-”Ben işe gideyim, görüşürüz o zaman.”
-”Az dinlenseydin ya…”
Kapıdan çıkar çıkmaz telefona sarılıp annemi aradım.
-”Alo, anne.”
-”Alo, Can, bir şey yok ya oğlum. Bu saatte?”
-”Ethel Hala, iyi değil mi?”
-”Ona ben de ulaşamıyorum yirmi yıldır…”
-”Niye?”
-”Bilmem, hem bu saatte neden sordun sen?Sesin de iyi değil gibi.”
-”...”
-”Alo, orda mısın oğlum, Can…”
Endişemi belli edince kapattım telefonu. Aradığımı bulamadım.
---------
Çay demini almıştı. Yatağa dönmek istemesem de döndüm. Eşimin telkinlerine sonunda boyun eğdim. Sakinleştim de. Patronu aradım hemen.
-”Bugün iyi değilim, yeni projenin üretiminde çok bunaldım. Biraz ara istiyorum.”
- “Hımm, hakkın tabii. Proje harcanmasa bari. Yeni fikir bizi baya heyecanlandırdı çünkü. Büyükşehirde sirkten kaçan iki fil. Radyoaktif bozunmalardan muzlar üreten bir manav ve gizemin düğümü yapışkan şekerler…”
-”Sağolasın patron. Peki Ethel Halaya ne oluyor?”
Dııt, dıt dıt. Dııııııt.
Belki üçüncü kez, ben sayamadım. Ama tesbihim var, sayabilirim belki, umutluyum.