Ben, Ben Miyim Her Zaman, Yazarken Bile

Büşra Yücedağ

Ben, Ben miyim Her Zaman, Yazarken Bile?

Not: Şu ilk başa hangi işaretin geleceğini bulamadım. Bilen varsa sonuna ekleyebilir.

“Önümde uzun bir yol var.” dedim Yasemin’e. Başta ya inanmadı ya da inanmak istemediği için kendini doğru olmasını umduğu şeye inandırdı. Fakat şunu atlıyordu. Yaşayacağımız her şey gerçekler yığınıydı. Bir gün inanmadıklarından yana döndüğünde büyük bir hayal kırıklığıyla karşılaşacaktı.

Onunla aynı üniversitede okuyorduk. Deli yıllarım tabii o zaman, katılmadığım etkinlik, dahil olmadığım öğrenci kulübü kalmamıştı. Hemen haftada iki etkinliğe katılıyordum bu yüzden. Onunla da yine böyle bir etkinlikte tanışmıştım. Ünlü bir yazarı okulumuza davet etmiştik. Bana da etkinlikte aktif bir görev vermişlerdi. Dik merdivenlerden yukarı doğru çıkarken kalbimin normalde olduğundan daha çok çarptığını fark ettim. Baharın etkisi diye düşündüm, çünkü ben ‘geldi bahar ayları, gevşer gönül yayları’ sözüne fazlasıyla inananlardandım. Daha evvel defalarca gevşediğinden çok kez tecrübe etme fırsatım olmuştu bunu. Durumu garipsemedim fakat sebep yine de önemliydi. Yukarı çıktığımda hazırlıklar başlamıştı bile. Bizden sorumlu olan hocamızı arıyordum etrafta.

- Kime bakmıştınız?

- Merhaba. Ben Yusuf. Etkinlikte görevliyim fakat hocayı bulamıyorum.

- Hoca şurada, dedi gözleriyle perdeyi işaret ederek.

Sahne arkasında hazırlık yaptığını düşündüğüm hocanın yanına giderken kalbimin çarpıntısının sebebini çoktan anlamıştım. Bu sene de kendime verdiğim, herkese gönül vermeme sözünü böylece çiğnemiş oldum. Nasıl oluyor da bu kadar çabuk tutuluyordum, anlamıyorum. Diğerlerinde de aynısını hissetmiştim. Aptalın tekiyim ben, diye düşündüm bilmem kaçıncı kez. İçimi rahatlatan şuydu, en ufak bir pürüzde gönül kaptırdığım kişiden gönlümü alabilecek kadar ustası olmuştum bu işin. Kulağa iğrenç geliyor olabilir ama böyle. Devam edeyim. O gün etkinlik bittiğinde saat akşam yedi olmuştu. Hava kapalıydı, birazdan yağmur yağacağından hiç şüphem yoktu. Bu şehir kendimi bildim bileli böyle. Kasvetli, dumanlı ama insanı kendisine çeken bir yanı da var bu haliyle.”

Bunların hepsinin bir senaryodan ibaret olduğunu nereden bilebilirsiniz ki? Bir senaristin geçmişinden kopardığı küçük parçalarla oluşturduğu bir kurgu sadece. Hayatım boyunca asla Yusuf gibi olmadım. Ne öğrencilik hayatımda bu kadar hoppaydım ne de şimdi. Yalnız bir adamım ben. Şu zamana kadar karşıma elbette çeşitli insanlar çıktı, yuva kurabileceğimi düşündüğüm. Ama olmadı. Bir gün bir arkadaşım bana ‘sen yalnızlığı seviyorsun bence’ demişti. Bu nasıl bir uydurmaca bilmiyorum. Ya şaka yaptığını sanıyor ya da kalbi, bu söylediklerinin birinin kalbini hakikaten kırabileceği gerçeğinden habersiz olacak kadar taşlaşmış. Benim de dileğim işimi kurar kurmaz kalbimin ısındığı birine içimi açmak, üzerinden çok zaman geçmeden onunla evlenmekti. Hayatta en çok istediklerimiz gerçekten olmuş olsaydı, benim hayatımda eminim bu yönde bir değişiklik olurdu. Fakat vaziyet ortada.

İnsanların yazdıklarının kendilerinin birer yansımaları olduğunu düşündüm hep. Bu öykü benim çeşitli yönlerden yansımalarım aslında. Ha bu arada, yukarıdaki hikâyede gerçeği en çok yansıtan figür Yasemin. Yalnızlıktan öyle sıkıldım ki geçen yıl bir çocuk esirgeme kurumuna başvurup, epey dil dökerek ve uğraş vererek de olsa bir evlat edindim, Yasemin işte o çocuk.

Kendisi Afgan asıllı. Durun size onun hikayesini anlatayım. Beş yıl önce bu yavrucak iki yaşındayken gencecik, henüz yirmi yaşında bir kız getirmiş onu oraya. Müdüre; annesiyle birlikte, Afganistan’dan orada bir türlü geçim sağlayamadıkları için yola düştüklerini, üç gün boyunca at üzerinde gidip Herat’ ta kendilerini bekleyen, onları Türkiye’ye götürecek aracı adamın yanına ulaştıklarını anlatmış. Üstelik geride daha henüz evlenmiş olduğu eşini bırakarak. Yolda kendilerine yardım eden adamın türlü ahlaksız tekliflerine maruz kaldığında aklına hep biricik eşi Rashid’i getirip gözyaşı dökmüş. Ne Rashid yanına gelebilmiş ne de bizim gelinlik kız geri dönebilmiş. Çünkü Rashid üç beş kuruş da olsa kazandığı bir işi olduğundan yanlarına daha sonra gelecekmiş. Zamanı belli değil ama biçare kız yol gözleyip duruyormuş yaşlı annesiyle. Ne çileli hayat.

Çocuk esirgemeden onu aldığımda kimliğinde Yasmin yazıyordu. Alışmakta güçlük çekmesin ve çok sorgulamasın diye ismini değiştirttim nüfustan. Sonrası malum. Şimdi on yaşında. Uzun zamandır bana eşlik ediyor. O olmasa benim iflah olacağım yok çünkü.

İşte benim esaslı hikayem bu. Ben bir senaristim. İsmim Münir bu arada. Sizinle tanıştığıma çok memnun oldum. Son olarak şunu da söylemiş olmak isterim. Çok para kazanan insanlar, aslında ışıltılı bir hayata sahipmiş gibi görünseler de, hatta kaba tabirle iyi para kırsalar da tahmin etmediğiniz gibi tıpkı sizler gibi üzülürler. Yani özetle; gamlı senaristler değil mi aslında kederle izlediğiniz o filmlerin sahibi?