Özgür Ruhlara

Sena Dilber

‘’Farklı olanı tutmazlar, sıradan olacaksın evvela. Onların dediğinden, istediğinden olmalısın. Gel hiç gözükmeden dön geri. İyi adamsın belli. Okumuş adamın yeri, işi yok burda. ‘He’ de Muallim Bey geri getireyim seni.’’ Elimde iki bavulla çıktığım bu yolda bu sözlerin beni geri döndüreceğini zannetmesi buruk bırakmıştı beni. Eski bir dama dizilmiş güvercin sürüsü kalabalığı gibiydiler. Ama onlar kadar özgür değillerdi. Hayreti ve şehveti gözlerinden okunan bu gözleri bırakıp dönmek kolay mı zannediyorlardı? Buraya gelenler bu kadar kolay mı pes ediyordu? Vazgeçmek bu kadar ucuz muydu onlara göre? Şimdi ahbabı olduğum bu topraklara o zamanlar manasızca geldiğimi mi zannetmişti? Bu seslere, nefeslere, düşüncelere yabancı kalacaktım. Artık tanıyorum, onlar biziz.

Eski muhtarın sözleriydi bunlar. Köy yerinde okuyacak adam olmazmış, hepsinin işi bağ da bahçedeymiş. Şimdi bu bir sınıf dolusu öğrenciyi bağ bahçe işi öğretmeye mi topladım ben buraya. Evet topladım ama umudu öğretmek için topladım. Yirmi sekiz tane güvercinim var; özgürlüğe kanat çırpacak, hayatlara dokunacak on iki Aybüke’m, on altı da Necmettin’im var benim. Farklı hayatlara dokunacak olan hayatları bizler yetiştirecektik. Aybüke’nin babası Sadık amcanın sözleri aklımdan çıkmıyor. ‘Onların çıktığı bu yolda bir adım atmak da size düşüyor.’

Yıllar önce sınava bu sözlerle hazırlanmış üç arkadaştık biz. İdealleri için kalpleri gibi kapılarına da kilit vurmuş üç arkadaş. Oturur; kitaplar, hayatlar, yaşantılar ve yaşanmışlıklar adına konuşurduk. Küçük bir yerimiz vardı. Duvarlarında asmaların yanı sıra hayallerimizin de yeşerdiği ufak bir yer. Üstünü kapatmamış, yağan her yağmur zerresinde tenimize değecek olan ruhları hissetmek istemiştik. Yağmurun sadece damlalarda ibaret olmadığına inanıyorduk. Yağmur ruhlardı ya da insanlığa acıyan ruhların göz yaşları. Bu yola onlarla beraber çıkmış ama şimdi yalnız kalmıştım. O yağmurlara ihtiyacım var.

Aklı tutsak adamlar ve aklı tutsak adamların özgür ruhlu kadınları olmasınlar diye uğraşıyorum. Uçacaklar. Eşsiz bir süzülüşle bölecekler semalardaki bulutları. Dağıtacaklar karanlıkları. İnanıyorum. Ruhsuz insanların ruhlarını bulacak, ruhlarına haykıracak insanlar olacaklar. Güveniyorum.

İşte burası bir kır bahçesi. Tepeler, düzlükler, yeşillikler arasında ufacık çiçekler. Ortasında otlar bitmiş yollar. Ruhlara dokunacak insanların yolu burası.

İnanıyorum... Hayatın acı kokan mısralarında yaşam mücadelesi verirken ülkülerini asla bırakmayacaklar . Ellerinden , kalplerinden , zihinlerinden ... Bir akşam karanlık bir sokağın yalnız lambasına selam verirken bulacaklar kendilerini . Başka bir akşam karanlık bir zihnin en vahşice anlarına şahit olacaklar... Acı , acı ama güzel bir acı . İşte bu sayede hayatı tanıyacaklar . İnanıyorum... Çoğu kez zihnimin köhne duvarlarında akis uyandıran bir sözü vardır Oğuz Atay'ın . Hayata dayanamadığımız için şaka yapıyoruz ... "Mizah ,kendini koruma savaşında ruhun bir başka silahıydı.’’ diyor bir başka yazar . İnanıyorum , onlar kendilerini bu kirlenmiş hayattan koruyacaklar . Hayatın şaka kaldırımlarında sek sek oynayacaklar ...

Zihnimin tavan arasından bir kare geliyor gözlerimin önüne. Kasvetli bir akşam. Sahildeyim. Bir rüzgar esiyor içinde matem kokan anılarla. Rüzgarın şiddetiyle akşamın kasvetine daha çok sarılıyorum üşümeyeyim diye. Ceplerimden birer birer umutlarım dökülüyor denize. Yirmi sekiz tane umudum. On iki Aybüke’m on altı Necmettin’im... İşte şimdi yanlızım. Ruhumun söküklerinden birer birer yaşanmışlıklar fışkırıyor... Yalnızlığıma eşlik eden bir sokak lambası, ışığı, yağmur… Hiç kimse ve ben… O lambanın altında aydınlığa hasret tenim ve hiçliğe hasret ben… Bir parça ışığın altında isyana karşı kıvranan bir bedene değen yağmur damlaları. Ve o damlaların dünyaya olan isyanı. ‘’

‘’Ömrümün son kuşlarını saldım gökyüzüne sizlere ulaşsın diye.’’*

Öncelikle Sena hikayenin çok güzel bir havası var . İnsanı içine çeken , insanın içini ısıtan . Ayrıca okurken Yedi Güzel

Adam'ı anımsamadım değil :) Fotoğrafları da çok beğendim . Tam bilemedim ama sanki hikaye biraz daha uzun olsa , biraz daha ayrıntı olsa daha çok içime sinecekti . Baş karakterden biraz daha ayrıntı olsun isterdim .Baş karakterin o hem umutlu hem de hüzünlü havasını tam algılayamadım galiba .Tam gaz devam :)

:)

Merhabalar. Çok güzel bir metin. Tutarlı bir kere. Giriş muazzam. İçe dair burkulmalar çok hoşuma gitti. Keşke "eski dama dizilmiş güvercin sürüsü" olsaydı resimlerde dedim. Resim canlandı ama görmek istedim. Çok beğendim ben. Emeğinize sağlık. Her şeyiyle tamam bir metin değil elbette. Öyle olsaydı değerli olmazdı. Gözden kaçan birkaç hata var. Birkaçına denk geldim ama öykünün hissi unutturdu. Öyle ki benimde gözümden kaçtı. Meseleyi hikaye edişiniz de hoş. Klişelerden uzak durmanız ve yağmura farklı anlamlar yüklemek... ve en önemli detay Oğuz Atay... Yazıyla ve muhabbetle...

Güzel,şiirsel bir anlatımınız var. Bende de öyküden ziyade deneme tadı bıraktı. Emeğinize sağlık.

Anlatılmak istenileni çok sevdim. Yazdıklarını aynı zamanda bir öğretmen olarak da değerlendiriyorum. Süreçte bazı noktalarda ilk başta olduğumuz kadar iyimser olamıyoruz ama senin de bahsettiğin bazı noktaları arada hatırlamak gerektiğini fark ettim. Buna vesile olduğun için de teşekkür ederim. :) Birkaç eski anıya dönüyor evet ama okurken hep öğrencilerle ilgili bir anı ya da kurgu bekledim. Zaman zaman öykü değil de deneme yazısı okuyorum hissine kapıldım. Bunlar benim düşüncem tabi. Okumak keyifliydi. Kalemine sağlık. :)

sena bu çok güzel bir hikaye. ne kadar kırılgan ve güçlü hislerin, sözlerin ve düşüncelerin var. hayran kalmamak elde değil. sanki bir romanın birkaç sayfasını okumuş ve bırakmak zorunda kalmış hissettim. daha uzun yazılarını okumaya gelirim hatta pılımı pırtımı toplayıp oraya yerleşirim inşallah. yolun açık olsun. başarılar.