Yaşamak Telaşı Ya da Telaşsızlığı

Neslihan Şahin

“Yaşamak değil

Beni bu telaş öldürecek”

Recep Erilmez

“Yaşamak kötü bir şaka. Hem de öyle bir şaka ki gülmek zorundayız. Yaşamak da zorundayız. Biz bu “şaka” işlerini bıraktık diyemiyoruz. Demeye kalkıştığımızda da bedelini görüyor ve “şaka yaptık ya bırakır mıyız hiç?” diyerek bir şaka da biz yapıyoruz. Böyle böyle hayat bizi de kendine öğrenci yapıyor ve önce komik şakalara gülmeyi öğretiyor. Sonra da komik olmayan şakalar yapmayı. Bir bakıyoruz komik olmayan şakalar yapan, hayalleri olan ama hayallerinin peşinden gidecek cesareti olmayan, söz dinleyen öğrenciler olmuşuz. Hoyratça buduyorlar dallarımızı. Ailemiz, dostlarımız ve bizden olanlar. Bizden olmayanlara ve düşmanlarımıza o hakkı vermiyoruz. Ne haddinize bizden bir şey beklemek diyoruz ve kapı dışarı ediyoruz onları. Ama bizden olanlara kapımızı ve kendimizi ardına kadar açıyoruz. Beklentileri karşılamak için bütün benliğimizi ortaya koyuyor katlanmayı göze alıyoruz. Olsun bir kere katlanayım, iki olsun bir şey olmaz, üç biricik dostumu kıramam, dört ailemin beklentisi bu onları reddedemem, beş onun için katlanabilirim… Peki sonra ne oluyor. Kocaman bir “başkasının bizim adımıza sipariş ettiği hayat.” Farkına varıyoruz, çok geç oluyor. Depresyonlar, ataklar geçiriyoruz. Elimize tutuşturulan şeylerle tatmin olma hissinden vazgeçmemek için “sus” diyoruz kendimize, bedenimize ve gerçekten olduğumuz kişiye.

Bizim savaşımız yoklukla değil varlıkla. Yıllar önce bir dergide şöyle bir hikaye okumuştum; Afrika’da maymunlara yalnızca maymunun elinin içine girebileceği kadar deliği olan bir kabın içine tatlı koyarak tuzak kurarlarmış. Maymun elini o delikten sokar, tatlıyı avcunun içine alır ve elini geri çıkartamazmış. Böylelikle tuzağa düşer ve yakalanırmış. Ne çok benziyoruz istekleri uğruna tutsak olan bu maymunlara.”

Burcu bu satırları yazdıktan sonra kafasını yavaşça kaldırdı ve karşısında kocaman kollarını açmış, kendi halindeliğiyle güçlü ormanı gördü. Gözlerini yavaşça kapattı ve derin bir nefes aldı. Rüzgar yavaşça tenini okşadı ama öyle dizilerdeki gibi değil. Geçiyormuş da uğramış gibi. Defterini kapattı, ayaklarını yasladığı yerden indirdi ve yanında duran tüfeğini duvardaki çiviye astı. Bu eve ilk girdiğinde tüfek olduğunu görünce çok sevinmişti. Kullanmayı, içinin dolu ya da boş olduğunu, mermisinin nasıl takılacağı gibi ayrıntıları elbette bilmiyordu. Ama yine de tüfeğin oluşu ona güven vermişti. Bu eve geldiğinden beri hiç bu tüfeği kullanmamıştı ama yine de özellikle uyurken baş ucuna koyardı. Ve bir tehlike anında o tüfek ile kendini koruyacağını düşünürdü.

Bu eve taşınalı altı ay olmuştu. Bu eve taşınma fikri kafasına gireli ise iki sene. Önce babaannesinin öldüğünü sonra da Rize’deki evini ona bıraktığını öğrenmişti. Bu haberi öğrendikten bir süre sonra arkadaşlarıyla otururken kendi de inanmayarak “Çok canımı sıkarlarsa çeker giderim Rize’ye. Evim de var artık. Şehirden bunalıp köye kaçma furyasına ben de katılırım.” Demişti. Kendi de dahil olmak üzere herkes bütün akşam kahkahalarla bu sözlere gülmüşlerdi. Burcu eve döndüğünde bir ara “nasıl olur ki?” Diye düşündü ama kendi kendine bu fikri hemen unutturup uykuya daldı. Sonraki günlerde yaşadığı ufak tefek sorunlarda bile bu fikir arsızca aklına gelmeye devam etti. Burcu da durmadı arsızca kovmaya devam etti ama fikir Burcu’dan daha arsız olduğunu her fırsatta kanıtladı. Yavaş yavaş alışkanlıklarını sorgulamaya başladı. Her sabah o çok meşhur kahveciden kahve almasam da uyanabilir miyim? Bir bankada müdür olmak gerçekten böbürlenilecek bir şey mi? Ben ne için çabalıyorum? Acaba mutlu muyum? Bütün bu sorular aklına geldikçe Burcu inanılmaz derecede rahatsız oluyor ve bu soruları unutmaya çalışıyordu. En son kendini ikna etmek adına bir günlüğüne de olsa Rize’ye gidip orasının da kendi düzeninden farklı olmadığını kendine kanıtlamak istedi. Gitti fakat kendini ikna edemedi aksine daha da güçlü bir arsızlıkla gelmeye başladı düşünceler aklına. Bir gece ansızın karar verdi ve her şey değişti diyemeyiz elbette. Hayat bu kadar sert hamlelere müsaade etmez. Bir seneyi aşkın bir süre para biriktirdi. Son işler olarak da işinden istifa etti, evini sattı ve yalnızca iki bavulla kocaman şehri terk etti. İçinde kurtulma hissi olsa da korku da vardı. Geri dönmek zorunda kalmak korkusu ve daha önce hiç yaşamadığı bir hayatın içinde olma korkusu bu korkuların en büyük olanlardı.

14 saat sonra Rize’deki evdeydi. Ev tam da görmeyi beklediği gibiydi. Biraz virane ama bu haliyle bile biraz yaşanılabilirdi. Sonrasında ise Burcu’nun çok fazla bir şey yapmasına gerek kalmadı. Sonunda hayatı uzun ve yorgun yollardan gelip denize kavuşan bir su gibi sakinliğe kavuşmuştu.

Hayatı bu büyük değişiklikten sonra tamamen rahata kavuşmamıştı elbette ama artık kendini durmadan dönen büyük bir çarktan çıkardı. Çok fazla şey kaybetti, üstelik yerine aynı ölçüde bir şeyler kazanma telaşı olmadan. Evini, liseden beri sahip olmak için çabaladığı işini, kocaman düzenini kaybetmişti. Bunların yerine ise eski ahşap bir ev, bahçedeki kocaman ağacın altında duran bir bank, yağmur yağarken oturup izleyebileceği bir pencere ve canı istediği gibi yaşama özgürlüğünü kazanmıştı.

Daha da önemlisi hayattan bir miktar kurtulup kötü bir öğrenci olmuştu. “Bırakıyorum bu işleri” demişti. Üstelik peşine de “şaka yaptım” diye eklememişti. Hayatla kavgaya tutuşmadan yaptı bunu. Sonrası ise yine kendiliğinden ve kendinden geldi. Ortaokulda günlüğünü annesinin bulmasıyla son bulan yazma işine kendiliğinden tekrar başladı. Televizyondan sıkılmanın verdiği o bıkkınlıkla evine hiç televizyon almadı ve radyo dinlemeye başladı. Öyle ki bazı geceler sırf sevdiği programı dinlemek için geç saatlere kadar bekliyordu. Sağlıklı beslenme işini avokado ve tuzsuz yemeğin dışına çıkarmıştı üstelik ağzına tıkıştırmaktan öte geçirmişti yemek yeme alışkanlığını. Amansız migren ağrıları da yavaş yavaş geçmeye başlamıştı. En azından bu evde sessiz ve ışıksız bir ortam oluşturmak çok daha kolaydı. Bu sessizliğin kötü yanları da vardı elbette ve buraya geldiğinde bu kötü yanlar Burcu’yu biraz köşeye sıkıştırmıştı. Geceleri araba sesi duymadan uyumaya alışması zor olmuştu. Sessizlikte silahlanıp kendine doğru gelen düşüncelerinden de elbette ki tüfekle korunamamıştı. Bir süre sonra düşünceleriyle yüzleşmeye de araba sesi olmadan uyumaya da alıştı. Bu Burcu’ya hayatın sözünü dinlemeyen, öğretmenin verdiği formülle değil de kendi bulduğu formülle çözüme ulaşan başarılı bir öğrenci gibi hissettirmişti. Diğer sorunlarla karşılaştığında yine anladı kendi formülünün her problemde işlemediği ama pes etmedi formülüne istisnalar eklemek konusunda.

Eski hayatındaki uğraşlarıyla şimdiki hayatındaki uğraşları tamamen birbirinden ayrılıyordu. Eskiden sanki hızla giden bir kamyona yetişmeye çalışır gibi yaşıyordu. Şimdi ise kendi halinde bisikletle bir tatil beldesini turlar gibi. Herhangi bir yere yetişme ve en iyisini yapma telaşı olmadan. Bankada çalışırken tuttuğu raporların üstünden defalarca geçer, yaptığı işlerin mükemmel olması için çalışırdı. Şimdi hayatında ise yaptığı tek iş roman yazmaya çalışmak. Şimdiye kadar yazılmışların en iyisi olmasa da, hatalar olsa da, kendine verdiği her gün yazacağım sözünü bazen tutamasa da yalnızca yazmak, yazmaya çalışmak…