Ay Yüzlüm Kadife Esvaplım

Emine Genç

AY YÜZLÜM, AL ESVAPLIM

“Kızım hadii gel etrafta in cin top oynuyor, otobüsü kaçırmayalım”

...

“Firuzee akşam oldu kızım, haydin eve. Akşam vakti avluya cinler doluşur. Gel hele de yemek yiyelim.”

Üstümdeki toz toprağa aldırmadan sofranın başına geçmiş yemekten bir vuka almıştım bile. Bir yandan da nineme bakıp ellerimdeki çamuru farketmese diyordum. Ah bi farketse beni sofradan kaldırır üstümü başımı temizlemeden geri oturtmazdı. Bununla da kalsa iyi, bir de şu meşhur hikayesini anlatmaya başladı mı daha da yemeğe başlayamazdım. Gerçi ninemin tüm hikayeleri meşhurdu ya neyse. Allah’tan fark etmedi de güzelce karnımı doyurdum.Tarhanayı içip bulgur aşını kaşıkladıktan sonra annemin “sus kızım, dur yavrum”ları arasında kilimin üstünde tekirle oynamaya koyuldum.

“Ana bir durmuyor senin şu torunun, ayağımın altında bi o yana bi bu yana... Tasları yıkamama bile fırsat vermiyor.”

“Gel bakam dizimin dibine ay kızım, gül yüzlüm”

Böyle sevmeler başladı mı masal geliyor demektir. Ben ninemin yanına, tekir camın kenarına sığındık.

“Nine derenin kenarında ev yapan oduncuyla sıpasını anlatma, valla ezberimde. Anlat de bana, anlatırım he”

“Eyy gidi koca kız, büyüdün de hekayelerimi beğenmiyon öyle mi? Dur bakem, o vakit sana hiç bilmediğin bi hekaye anlatayım, ama dikkatli dinle, sonra sen anlatacan bu ihtiyar nenene.”

Ninem böyleydi işte, vaktiyle çok çalışmış, durmak ne bilmemiş; kocadı mı da iki adım atmaya gücü olmayan haline aldırmadan, anlattığı masallarla her alemi gezer, gezdirirdi. Parmaklarım kilimin kenarındaki ipleri örmeye çalışırken kulağımı ninenme emanet etmiştim.

“Çook eski vakitlerde suyun tertemiz olduğu, bu yaman evlerin olmadığı yörelerin birinde balalar at üstünde erlik ederken, kızçeler dereden su getirirmiş. Obalar kurulur, çadırlar sökülürmüş. Böyle bereketli yerlerde zaman su gibi akıp giderken oğlanlar dört nala günleri kovalarmış.

Yine balaların erlik peşinde koştuğu vakitlerin birinde obanın Alpbaşı Zeyrek Bey, balaları yamacına toplamış erlik vaktinin geldiğini, er olanların nişane olarak bir av yakalaması icap ettiğini salık vermiş. Bunu duyan oğlanlar tüm okları sivrileştirmiş, atlarını eğerlemiş.

Bakma ufak oğlan olduklarına ay kızım, her okun ucunu aha da şu çuvaldızdan ince olmuş. Atlar desen bir kanatları eksik, erlik yarışına dünden hazırlar. Ee oğlanların içi havalanıyor zaten seher vaktini zor etmişler. Hele bir oğlan var ki Osman, anası zor ikna etmiş sabahı beklemesini. Seher vakti gelip güneş başını uzattı mı, tüm oğlanlar Zeyrek Beyin peşinde yola koyulmuş. Herkes şanına yaraşır bir nişane ararken Osman da düşlerinde gördüğü geyiği okuyla buluşturmaya gayret ediyormuş. Tam ok yaydan çıkacağı vakit az ötede olan amcaoğlu İrecebin ayağı tökezlemiş. Avazı çıktığı kadar bağrınca bizim Osman oğlanın erlik hayalleri de akpak suları boylamış. Eee hal böyle olunca bizimkinin yüzünden düşen bin parça, atlamış atına, ben diyeyim bizim kasabaya sen de şehre kadar durmadan dört nala gitmiş. Derken birden rahmet yağmaya başlamış ama ne rahmet sular seller gibi mübarek. Osman bağlamış atını ağaca, geçmiş bir dalın altına rahmetin dinmesini beklemiş. O öyle bekleyip dururken ötelerden bir ses duymuş. Önce beyaz bir at görmüş amma daha önce böylesini görmemiş. Bu kadar heybetli, yelesi sanki altından öyle parlak, bir adım attı mı sanki yer yerinden oynayacak. At yakınlaştıkça bir de ne görsün bir kız, kız değil ay parçası..”

“Ay parçası mı benim gibi mi yani?”

“He ya aynı senin gibi. Upuzun siyah saçları, ay gibi yüzü atı sürüyormuş. Bir de kadifeden al bir elbisesi varmış. Bizim Osman kızı görür görmez abayı yakmış. Tam iki kelam etmek için ağzını açmış ki ortalıkta ne bir at ne bir kız kalmış, ara ki bulasın. Osman, yağmurun altında öylece kalakalmış. Giden gitmiş ama gönle düşen ateşi ne yağmur söndürebilirmiş ne de başka bir şey. Çaresiz obaya dönmüş. Ne anasının suallerine iki kelam etmiş ne de gözlerini başka bir kızçeye çevirmiş, öylece kalakalmış. Gece oldu mu aya bakar sevdiğinin yüzünü görür, yıldızlarla saçlarını süslermiş. Her ateş kıvılcımı al elbisenin bir ilmeğini, bizim ay parçası tastamam olurmuş...”

“Ee nene sonra nolmuş geldim mi yani... ay parçası gelmiş mi obaya?”

“Obada su taşıyan kızlar büyümüş ana olmuş, sular gitmiş denizleri bulmuş, bizim osman kocamış dede olmuş ama ay parçası bir daha görünmez olmuş. Osman çaresiz akşam oldu mu aya bakar hasretini bir parça olsun gidermeye çalışırmış.

Anlayacağın benim ay parçam, osman erlik nişanesi için bir ceylan gözlü araken nasibine bir ay yüzlü düşmüş.”

...

“kızım hadi gel etrafta in cin top oynuyor, otobüsü kaçırmayalım.”

Şehirlerarası bir otobüsteyim. Daha doğrusu Bolu dinlenme tesislerindeyim(idim). İki koltuk önümde oturan ekose elbiseli kadın, kapıdan kızına seslenene kadar.

“Kızım hadi gel etrafta in cin top oynuyor, otobüsü kaçırmayalım.”

Bu seslenişle birden dört beş yaşlarında evin önünde oyun oynayışım geliyor aklıma. Sonra annemin sesi. “akşam ezanından sonra avluya cinler doluşur.” sonra ninemin hikayeleri “ erlik için at binen oğlanlar, ay yüzlü, al kadife elbiseli kızlar..” yani ben.

Nenem hikaye anlatmayı çok severdi, onun hikayeleri olmasa bugün neye tutunurdum bilmiyorum. Anlattığı her hikayede kendime tutunacak bir şeyler bulurdum ya bir hikayede neden bilmem kendimi buldum. Yağmurla gelen kız, kırmızı kadife elbiseli..

Bu hikayeden mi yoksa annem “doğduğun gün çok yağmur yağmıştı, ben daha öylesini görmedim” derdi ondan mı bilmem yağmurun yeri benim için hep çok farklı oldu. Bir yerden ziyade bir inanıştı benim için. Evet evet inanış, yağmur yağdığı zamanlarda ne işim olsa bırakır yağmurda az da olsa ıslanmaya çıkardım. Çıkamadım mı o zaman ne o işimde ne de o günümde hayır olurdu. Neyse ki otobüs biletimi hava durumuna bakıp aldım da bugün içim rahat, İstanbul’a varıncaya kadar güzelce uyuyabilirim, en iyisi kulaklığımı takayım.

Babazula- bir sana bir de bana

Bir sarsıntıyla uyanıyorum, gözümü bir açıyorum İstanbul’dayım. Karşımda ıslak camlar allah’ım ben ne yaptım? Yolcular otobüsten iniyorlar, ben de hızlıca çantamı alıp dışarı çıkıyorum. Ama nasıl olur yerler kuru, yoksa daha geride mi yağmur yağmış. Biraz sakinleyince anlıyorum. Muavin camları yıkıyordu herhalde. Kendi halime gülerken bir yandan da yurdun yolunu tutuyorum.

***

Yurda vardığımda eşyalarımı düzenleyip yarın için hazırlık yapıyorum. Okuldu, öğrencilikti bunlar aklıma bile gelmiyor. Yarın yaşayacaklarım aklımı başımdan alıyor. Kaç ay sonra ilk defa.. Beni gördüğünde yüzünün alacağı şekli hayal edemiyorum. Herkesin içinde boynuma atlamasa bari. Neyse şimdi uyuyayım ki yarın erkenden kalkayım. Artık yeni bir uzvum sayabileceğim kulaklığımı takıyorum.

Sonunu düşünmeden, duygular sarınca beni..

Sabah gözümü açtığımda karşımda akşamdan dolabın kapağına astığım kırmızı, beyaz puantiyeli elbisemi görüyorum. Perdeyi araladığımda güneş kirpiklerimle şakalaşıyor. Bu şakalaşma faslını kısa kesmeli, hemen hazırlanıp iskeleye gitmeliyim.

Yurttan çıktığımda kahvaltı etmediğimi farkediyorum. Neyse ki yokuştaki simitçi amcaya rastlıyorum da hem heyecanımı hem açlığımı bastıracak bir simit alıyorum.

İskele henüz sakin, ilk vapurun gelmesine daha kırk dakika var biraz daha müzik dinleyeyim.

Çiçeklerin kokusu, dalgaların şarkısı

Rüzgarın fısıltısı, bir sana bir de bana

İskele gittikçe kalabalıklaşıyor. Çiçekçi de geldi. Ahh acaba bana da bir demet çiçek alır mı? Iki ayda unutmamıştır herhalde papatyaları ne kadar sevdiğimi. Saate bakayım, evet artık gelmesi gerekiyor. Iskeleye biraz daha yaklaşayım. Yüzüme gelen şey ne? yağmur çiseliyor. Sonbahar yağmuru ne de güzel kokacak ortalık.

Evet vapur iyice yaklaştı. Dur bakayım şu öndeki mavi şapkalı mı? Evet evet o, ne kadar da yakışmış. Bana mı bakıyor yoksa, içim içime sığmıyor.

Gözlerin fısıldadı ah, mutluluğu yavaşça..

Evet iniyorlar, hadi güzel amcam çabuk ilerle de sevdiceğim görsün beni. Çocuk, sen de geç bakalım annenin yanına, engel olmayın vuslatıma. Beyaz takım elbise ne kadar yakışmış.

Herkes kaçışmaya başladı, yağmur tüm hızıyla yağıyor ve ben sırılsıklam oldum. Evet şimdi iskelede sanki sadece osman, ben ve yağmur var.

Yağmurun narin sesi, şimdi bir anlamı var..

Osman bana hiç bakmıyor, çiçekçiye doğru gidiyor. Papatya alacak sanırım. Bir adım arkasında bir kadın var, normalde hemen sırasını verirdi ama şimdi bana kavuşmaya can atıyor ya hiç oralı olmuyor. Kadın gülümsüyor. Bizim aşkımızı mı hissetti acaba, hadi Osman gel artık.

Osman! Osman ben buradayım neden arkanı dönüyorsun bak sağ çaprazındayım. Kadın. Çiçek. Kadın çiçeği aldı. Gidiyorlar.

Yağmur yağıyor ve ben olanca aşkımla sırılsıklamım. Içim yanıyor. Nene hani ben ay yüzlüydüm?

Aşk nasıl da kırılgan, sus dedim ama olmadı

Kalbimden ismin geçti ah, kimseler duymadı..