Kıymetli küçüğüm, yıllar yılı yanımdan ayrılmayan yoldaşım,
Bu yolun başındayken, yani ki senden at aldığım gün işlerin bu raddeye varacağını hayal bile edemezdim. Zavallı atı bir fersah yol yürüttüm, neden inleyip durduğunu anlayamadım. Durdum saman verdim. Durdum su verdim. Meğer nalına yanlış çivi çakılmış. Durumu farkedince peşimden koşa koşa geldin, atımın nalını yeniledin. Atın yürüyüşünün düzelip düzelmediğini görmek için bir müddet bize eşlik ettin. O esnada sonsuzluk yolculuğu üstadının çırağı olmaya istidatlı olduğunu farkettim. O günden beri hem talebemsin, hem yarenimsin, hem de yardımcım.
Beraber birçok badireler atlattık. Karanlık Dere’de gece yarısı zorla oturtulduğumuz bir kahvaltı sofrasında, beldenin ihtiyar reisi zannettikleri 7 yaşındaki veledin yönetime dair sudan sebeplerle aldığı kararlara müdahale ettiğim için hapsedildik. Zamanı yitirmiş bu insanlarla mücadele edip hapisten kaçtık. Mercanköşk Vadisi’ndeki sarhoş insanlar bizi hiç varolmamış akrabaları, sevdikleri zannedip öpmeye, sarılmaya hatta alıkoymaya kalkınca vadiyi birbirimizin gölgesinde süzülerek geçtik. Aynalı Dağlar’dan sırt sırta yürüdük. Burayı aklını kaybetmeden geçen ilk yolcular biz olabiliriz. Zira arkamı sen kolladın, ardımdaki aynanın heyulaya dönüşüp önümü kesmesine sen mani oldun. (Yazara Not: Bre muzır yazar, aklına nereden geliyor böyle hinlikler? Karakterlerinin havsalasına fazla güvenmiyor musun? Ya her şey kontrolünden çıkıp canımıza kastetse? Merhamet etmiyor musun bize?)
İşte şimdi evladım, Şakalar Nahiyesi’ne girmek üzereyiz. Aynalı Dağlar’da gördüğümüz mâzîden ve âtîden yansımalar gerçekleşirse; ki atımın nalını yenilediğin beraber geçirdiğimiz o ilk günü gördük, Karanlık Dere’yi gördük, Mercanköşk Vadisi’ni gördük, ayna içre ayna Aynalı Dağlar’ı gördük ve yolumuz üzerindeki henüz varmadığımız diğer beldeleri gördük. Fakat ilk olarak Şakalar Nahiyesi. İnsanları afyonlanmış mı desek, efsunlanmış mı desek. İnan akıl sır erdiremiyorum. Nahiyenin girişine konuşlanmış bir grup insan, ilkel silahlarıyla bir tür Rus ruleti oynuyor. Yanlarına yığdıkları baruttan silahlarına dolduruyorlar. Nahiyeye her giren yolcunun üstünde sırayla deniyorlar. Bazen patlıyor silah, bazen patlamıyor. (Yazara Not: Bu kadarına da pes doğrusu! Bana acımıyorsun bari sana gönderdiğim şu sabiye acı. Bana, bir sonsuzluk yolcusuna, bir üstada gazalarda maceralarda değil de, bir şakalı beldede ölümü reva görüyorsan sana diyecek tek bir sözüm dahi yok!)
Ayna’da kendimizi, öykümüzün giderek daha çılgınca yerlere varacağını görünce yeter artık dedim. Bu böyle gitmez. Kendini bilmez yazara haddini bildirmek lazım gelir. Bu satırları okuduğuna göre Fildişi Kule’nin önünde olmalısın. Evladım, var git o yazara de ki; “Benim ustam zamansız bir bilgeliğe sahiptir, senin aşırılıklarına artık müdahale etmenin vakti geldi. Gittiğin yol yol değil, peşinden bizi de sürüklüyorsun, böylesi hiç makul değil.” Söyle ona, ya yağmur yağdırsın, barutlar ıslansın ya da silsin bizi baştan yazsın. (Yazara Not: Daha fazla tahammül edemem senin haytalığına. Belli, sen bir büyüğünden terbiye almamışsın, edeb erkan öğrenmemişsin. Bir üstada değil zulmetmek, onun önünde el pençe divan durmayı dahi bilmiyorsun.)
Bunları de oğlum. Tez vakitte yanıma geri dön. Seni Şakalar Nahiyesi’ne bir fersah kala, bir söğüt ağacının altında bekliyorum. Bakalım bunca vakit benden öğrendiklerin bir işine yarayacak mı. Senin kadar ben de heyecanlıyım, talebemin bu badireyi atlatmasını bekliyorum. Duam bu yönde. (Yazara Not: Bak evladım. -Evladım diyorum çünkü ne kadar yazarsan yaz, bir sonsuzluk yolcusundan daha ihtiyar olman muhtemel değil.- Özünde iyi birine benziyorsun. Gel vazgeç bu yazı çizi hevesinden. Eğer çırağım olmayı dilersen sana da kapım açık. Bu fırsatı kac r ma der v. Kusura bakma, yağmur çiselemeye başladı, mürekkep dağılıyor. Sözüme kulak ver, bir üstada bende olmak cümle öyküden âlâdır evladım.)
Kahraman