‘’Buraya kadar boşuna gelmişsin dedi ejderha bana, kükremeye benzeyen kahkahasının ardından. ’’Nasıl yani diye geçirdim içimden öğrenci akbilim bile yoktu gelirken. Otobüsle üç aktarma yapmıştım. Hem de tam bilet basmıştım ve şimdi karşımdaki bu çirkin ve tiksindirici, kabuklu ejderha bana boşuna geldiğimi söylüyordu. Otobüs ücretlerinden ve metrobüsle yapılan yolculukların kaf dağına yapılan bir yolculuktan farkının olmadığı yüzyılımızda hem de. Ayrıca son bindiğim metrobüsün boyut değiştirirken ki sallantısı içimi allak bullak etmişti. ‘Hayır ! hayır! Buradan eli boş dönmeyeceğim. Ne olursa olsun ona işimi gördürmeliydim. Yüzüme yalancıktan bir tebessüm yerleştirip en tatlı sesimle ve gözlerimdeki masumiyetle istediğimi alamadığım olmamıştır. Neticede bir ejderha da olsa kalbi var değil mi? ‘Oooooffffff ! Bu bir şaka olmalı. Neden dünyamızdaki otobüs hatlarının işletmelerini bu ejderha yapıyor ki?
‘Sizi anlıyorum Bay Ejderha fakat buraya kadar gelmek için çektiğim zahmetlerin sonunda benim de bir kazanımımın olması gerekmez mi? ‘ ‘Kazanım !!!’ diyerek pençelerini kendine doğru çevirip tırnaklarının ucuna baktı baş pençesini diğer tırnaklarına sürterken. Onu tiksindirici bulmuştum ama şu anda bu hareketiyle bana çok zarif bir hanımefendi gibi göründü. ‘Bir dakika belki de bir kadındı? Demin ona Bay Ejderha diye seslenmiştim. ’Sonuçta ilk defa bir ejderhaya işim düşüyordu ve ejderhaların sesi kalındır ayrıca kükremeye benzer bir sesle konuşurlar. ‘Aman Allahım!!!’ yani onun bir kadın mı erkek mi olduğu konusunu sadece sesinden anlayamazdım değil mi? En basit kuralları unutmanın berbat laneti bu olmalıydı işte . ‘Basit kuralların ilki’ YENİ TANIŞTIĞIN KİŞİLERLE İLGİLİ UFAK BİLGİLERE SAHİP OLMAK İSTİYORSAN BİR TANIŞMA DİYALOGU KURMALISIN. ’ Başladığım noktaya hızla geri dönerken kendimin bir aptal ama beyni hızlı çalışan bir aptal olduğunu düşünmeyi de ihmal etmedim.‘Ejderhaya doğru hafifçe eğildim. ‘Merhaba aslında konuya hızlı bir giriş yapıp beni reddeden bir tavır sergileyince sizinle tanışma şerefinden kendimi mahrum bıraktığımı şu an fark ettim.’ Gülücüğü de uygun olduğunu düşündüğüm şekilde sonuna yerleştirdim. Masumiyetle bakmaya devam ettim. Hafifçe kafasını bana doğru çevirip kükremeyle karışık, benim tebessümüme dönüt yapmayı unutmadan dudaklarını yukarı doğru büzdürdü. İlk kez bir ejderha gülümsemesine şahit oldum, biraz ürkütücü olsa da nezaketin her dünyanın giriş kartı olduğunu anlamama kafi bir hareketti.
Tanışmak mı? dedi. Hayretle . ‘Evet. Şeeyyy aslında tanıştırılmadık daha doğrusu bizi tanıştıracak bir ortamımız da olmadı. Öyle değil mi sizce de?’ diyerek konuşmayı ilerletmeyi başarıyordum. ’Olabilir, tanışmaktan zarar gelmez.’ dedi. Sonra ayağa kalkıp insan boyundan on metre uzun ejderhanın boyundan ise sadece iki metre uzun olan fransız pencereye doğru bir adım attı ve pencereyi ardına kadar açtı. ‘Bir yandan konuşurken diğer yandan içinde olduğum bu binayı gözlerimle tarıyordum. Gri karanlık duvarlarda çeşitli ejdarha tabloları asılıydı. Düşünceme göre bunlar onun dedeleri olmalıydı. Adınız nedir? Demeye kalmadan. ‘Birazdan yağmur yağacak.’ dedi. Lafı henüz bitmişti ki gök gürlemeye ve şimşekler çakmaya, peşinden de bir sağanak ipek sicim gibi inmeye başladı. Derin bir nefes aldı. Bu nefesle olduğum yerde sarsıldım. ’Petrichor kokusuna bayılırım.' dedi. tekrar bir nefes daha çekti. Bu kez temkinli davranıp ayaklarımı yere sağlam bastığımdan daha az sarsıldım. Az sonra "tanışmak için birbirimize isimlerimizi söylememiz gerekir değil mi ?" diyerek arkasını döndü ve bana doğru yaklaştı. Cevap vermeme fırsat tanımadan adının Krizantem olduğunu söyledi. Krizantem mi? Diye şaşkınlıkla yüzüne baktım. ‘Evet… Krizantem dedi.’ Gözlerimin içine baktı ve tebessümü yapıştırdı. Aynı silahlarla oynuyor gibiydik. Adının Krizantem olması onun bir kadın olduğunu düşündürmese de ayna nöronlarını kullanmadaki yeteneği ve gülümserkenki alaycı tavrıyla onun bir kadın olduğunu anlamış oldum.’ İsminiz kadar güzelsiniz diyerek tebessümü kondurdum. Karşılığında yine o alaycı gülümsemeyle adımı sorması bir oldu. Şaşkınlıkla Adım… adım … diyerek tekrarlarken. ‘Ne o adını mı unuttun yoksa?' dedi ve kahkahayı bastı. Onunla beraber gülmekten geri durmadım. Birazdan toparlanıp efendim adım Gamze dedim. Hımm… Gamze diye tekrarladı. Anlamı nedir? Beklemediğim bir anda sordu. Bir ejderhanın allasen bir insanın isminin anlamıyla ne işi olabilirdi ki? Yine de şey aslında bunu nasıl anlatmalıyım bilemiyorum deyip cebimden telefonumu çıkardım. ‘Netice de buraya kadar navigasyonsuz gelemezdim öyle garip garip gülmeyin.’ ‘ Google ‘ı açıp gamze ne demek ?’ Yazdım ve sonucu olduğu gibi Krizantem Hanım’a okudum. ‘Gamze, kimi insanların yanaklarında, çenelerinde doğal olarak bulunan ya da güldükleri zaman ortaya çıkan çukur. ’dur bir dakika demin ona Krizantem Hanım mı dedim?’ Allah’ım içimdeki kahkaha tufanını kışkırtmamam için daha az düşünmemi sağlasan olmaz mı? İçimin tufanını süpürürken yüzümdeki sevimli ifadeyi sürdürmeye devam ettim. Ardından beklemediğini anladığım o anda, peki Krizantem ne demek diye sordum. Tastamam vücudunu bana doğru dönerek ve hafifçe göz seviyeme eğilerek konuşmaya başladı. Cebinden ya da pelerininden bir cep telefonu çıkaracağını düşünüyordum ki bilgece ve şefkatle dudaklarından döküldü. ‘Krizantem, papatyagillerden bir çiçek türüdür. Asya ve Avrupa da yetişir, sonsuz aşk ve ölümsüzlüğü simgeler.’ deyiverdi bir çırpıda. Daha şaşkınlığımı üzerimden atamamışken bir de büyülenmiştim. İsimlerimiz kapışamazdı ama ilk kural tam olarak eyleme dökülmüştü bence . Elimi tokalaşmak için uzattığımda pençeye benzeyen elini şaşkın olduğunu kestirdiğim bir tavırla bana doğru uzattı ve bunun ne demek olduğunu anlatmamı istedi. ’Ona insanların tanıştıklarında birbirleriyle böyle selamlaştıklarını bunun adının tokalaşma olduğunu, ellerdeki kimya ile birbirlerine zarar vermeyeceklerini anlatmaya çalıştıklarını ve bunun bir tanışma hareketi olduğunu söyledim. Ayrıca bunu telefona bakmadan söyleyebildiğim için kendimi bir bilge gibi hissettim fakat bilgelerin asla bir şeyi bildiği için böyle içten içe böbürlenmeyeceği aklıma gelince çocukça kibirim elime patlamış oldu. O hala anlamaya ve öğrenmeye çalışan bakışıyla küçücük elimi acıtmadan nasıl sıkması gerektiğini kestirmeye çalışıyordu ki elimi hızlı bir manevrayla pençesinin içerisine sokup hafif hafif aşağı yukarı sallamaya başlamıştım bile, tabi tebessümü mü ihmal etmeden. ‘Gözlerini kocaman açıp çok cesur bir kızsın deyiverdi.’ ‘Bunu düşündüren şeyin ne olduğunu sormanın mantıksız olduğunu bildiğim için cesaretimi yine kendi içimdeki tufanla kutlayıp ifademi bozmadan nazikçe teşekkür ettim. ‘Siz de çok garip bir ejderhasınız diye çıkıverdi ağzımdan sözcükler.’ ‘Neden garip olduğumu düşündün?' dedi. ' Şey aslında bizim dünyamızdaki kitaplarda dizilerde ve filmlerde pek öyle hoş varlıklar olarak tanıtılmıyorsunuz. Korkunç ürkütücü ve insan neslinin başına bela olmuş olarak tanıtılıyorsunuz birazcık.’ Bir kahkaha patlattı. ' Hahahahahhh' yeminle de bizim whatsapptan birbirimize yazdığımız gibiydi bu hahahahhhh, tabi birazcık kükremsi.’ Yeniden onunla beraber gülmeye devam ettim. Bir müddet sonra ‘ cık cık cık ‘ diye sesler çıkarmaya başladı aynı bizim bir şeyi yanlış anlayıp da doğrusunu anladığımızda çıkardığımız o ses tonuyla. ‘ Ejderhalarla ilgili başka nasıl hikayeler var diye sordu?’ ‘ Şey aslına bakarsanız? (Ejderhaya saygı mı duymaya başlamıştım yoksa bizim dünyadaki korkunç ejderha hikayeleri yüzünden mi –sınız , -siniz ,-sünüz ,-sunuz eklerini kullanıyordum? İçimde bunu hızlıca çek-in ederken vardığım karar, adı Krizantem olan bir ejderhadan korkmadığım, bana yaklaşımı nedeniyle ona gerçekten saygı duymaya başlamış olduğumdu.) ‘Şöyle ki diye söze başladım. Ejderhalar büyük, korkunç, insanların düşmanı gibiler, bu yüzden de insanlar onlarla savaşıyorlar ve onları öldürüyorlar. Kitapların, filmlerin sonu ya da başlangıcı böyle oluyor. Genelde. ‘Nasıl yani diye? ‘yüzüme öyle bir baktı ki. 'Lanet insanların önyargıları demekten kendimi alamadım. ’ Yüzüme dikkatlice bakmaya devam ederken sormak istediği soruyu daha o sormadan anlamıştım. Türüme ihanetvari bir şeyler yapıyordum, ama amaca giden yolda bunu yapmam gerekiyorsa yapmalıydım. İkimiz de birbirimize öylece bakakaldık bir müddet. Tam o esnada korkunç bir ses kulaklarımı delmeye başladı. Ellerimle kulaklarımı kapattım. Bu ses dünyadaki, yani bizim dünyamızdaki hiçbir sesle kıyas edilemeyecek derecede yüksekti. Ejderha sakin olmamı söyleyerek gülümsedi. Biraz rahatlamıştım ki önemli bir şey değil yemek saati dedi. Aklım yerinden çıktı. Neeeee!!! Yemek saati mi? Yoksaaa ? Filmler, senaryolar, Aman Allah’ım bu gerçek olamaz. Ejderha odadan çıkmıştı bile. Tedirginlikten bir şey düşünemiyor, korkan insan tepkisi teorisine göre sağda solda gizlenebilecek bir yer olup olmadığını kontrol ediyordum ki ejderha pençesinde mutfak havlusuyla içeriye girdi.(Onun mutfak havlusu olduğunu nereden anladın diye soracak olursanız kenarındaki fincan ve çaydanlık figürlü desenlerinden) Korktuğumu anlamış olacak ki ‘o ses fırının zamanlayıcısıydı.’ dedi. Davetkar bir ses tonuyla akşam için fırında sebze yapmıştım, yemeğe kalmak ister misin ? diye sordu. Deminki düşüncelerimden utandım ve size zahmet olmazsa çok isterim dedim. Zaten bu saatte metrobüs çok dolu oluyor. Krizantem hanım yine ne zahmeti bu gece misafirim olursan çok memnun olurum. Senin ve dünyanızdaki insanların bizim hakkımızda nasıl önyargıları olduğunu öğrenirken eğleniyorum, yüzyıllardır burada yaşıyorum ama bir insanla nezaketle konuşmam ilk kez oluyor, sofrayı kurarken yardım etmek ister misin?" diye sordu. Şaşkınlıkla kafamı aşağı yukarı doğru sallarken bu sizin dünyanızda ‘Evet. ‘ anlamına geliyor sanırım diyerek güldü. Arkasını dönüp mutfağa doğru yürürken ‘hem senin şu meseleyi de yemekte konuşuruz’ dedi. Doğru, buraya gelme sebebim öğrenci akbilimi ölene kadar öğrenci olarak kullanmamdı. Bunun ön şartı da ejderhaya öğrenci belgemi imzalatmaktı. Tanışmak faslındaki başarımı yemekte de devam ettirirsem bu iş tamamdı. Ölümsüz bir öğrenci akbili bu dünyadaki tüm fakirlerin hayalleri arasındadır sanırım. Fakir olduğumu söylediğime göre kaybedecek bir şeyimin olmadığını anlamışsınızdır. İçeriden tekrar seslendi. Sesi artık çok da kükremsi gelmiyordu ayrıca pelerininden çıkan kuyruğu çok sevimliydi ve önyargılarımı silecek gibiydi.
‘’Gerçekten de çabuk öğreniyor bizim dünyamızı, yemek olmayacağım için mutluyum umarım sonunda tatlı da olmam ve şu akbil işini de halledersem…” Ardından mutfağa doğru yürüdüm. İnşallah bergamotlu çayı vardır diye düşünerek eşiği geçtim.Gerçekten de etrafı bergamotlu çay kokusu sarmıştı.