Skor

Cevher Nefise Yazıcı

“Anne hadi acele et yağmur bitmek üzere.” Ayşe hızlıca kırmızı ayakkabılarını giydi. Altı yaşındaydı. Kendisinin fikrine göre altı değil altı buçuk. Arada kocaman bir fark var. En büyük eğlencesi yağmurlu günlerdi. Annesi çiçekçilik yapıyordu. Ayşe zaman zaman annesinin çiçek toplamasına yardım ediyor onunla kırlara çıkıyordu. Evleri bir dağın yamacındaydı bu yüzden kısa ömrünün büyük çoğunluğu bu kırda geçiyordu. Birbirleri bitişik kerpiç evlerin olduğu ufak bir köydü burası. El değmemiş uçsuz bucaksız kırlar, heybetli bir dağın yamacı, durmadan kesilip duran elektrik, okulun bir türlü gelemeyen öğretmeni, sağlık ocağının olmayan doktoru. Hayat birkaç anlamda eşlik ediyordu güzele ve çirkine.

Sabah erken saatlerde çiçek topluyordu annesi. Sonra hazırlanıp şehre iniyor buket haline getirdiği çiçekleri satmaya çalışıyordu. Yağmurlu günlerin en önemli özelliği bu günlerde toplanan çiçeklerin Ayşe’ye kalmasıydı. Yağmurla birlikte çiçeklerin kokusu yoğunlaşıyor daha da güzel hâl alıyordu. Ayşe böyle zamanlarda annesi ile dışarı çıkıyor kendi küçük oyunları için çiçek topluyordu. Zaten yağmurlu günlerde satacak kadar çiçek toplamak da müşteri bulmak da zor oluyordu. Bu yüzden annesi beyhude bir çaba yerine küçük kızını mutlu etmeyi tercih ediyordu. “Haydi anneee bugün rengarenk çiçekli makarnalar yapacağım.” Dedi Ayşe. Hacer Hanım hareketlerini hızlandırdı. Ali ve Ahmet’i aradı gözleri. Çıkmışlardır diye düşündü. Sokak kapısının önüne geldi. Ayakkabıları yoktu. Mahmut’un ayakkabıları da yoktu. Çocukları yağmurda götürmeseydi keşke diye düşündü. “Geliyorum kızım çamura batma kirletme üstünü.” dedi.

Ali ve Ahmet babaları ile şehre varmışlardı. Fırına uğrayıp bugünkü simitleri aldılar. El arabasına yüklemek için babalarına yardım ettiler. Sonra hep birlikte sokağın başına kadar yürüdüler. Babaları Mahmut simit satıp geçimlerini sağlıyordu.

Kasketini düzeltti, çocukların saçlarını okşadı. Keşke okutabilseydim sizi diye düşündü. Belki Ayşe’yi okutabilirdi. Gelecek sene işler biraz düzelse. Derin bir nefes aldı. “Ahmet oğlum kardeşin sana emanet yağmur durmazsa varın gidin eve.” Dedi. Ahmet 11, kardeşi Ali ise 9 yaşındaydı. Öğrencilik hayatlarını okul sıralarında değil, şehrin sokaklarında boya sandıklarının arkasında geçiriyorlardı. “Meydana kadar yarııış.” diyerek koşmaya başladı Ali. Ahmet kardeşinin peşinden fırladı. Dünün intikamını alacaktı bu kez kesin kararlıydı. Aralarında birkaç gündür bir şaka yarışı sürüyordu. Ayşe, Ahmet, Ali. Üç kardeş her seferinde birbirlerini bu yarışta geçmeye çalışıyorlardı. Skor şimdilik Ali’den yanaydı. Dün Ahmet müşterisi gittikten hemen sonra boya takımlarını temizliyordu kardeşi Ali’ye seslenip fırçalardan birini atmasını istedi. Yüzünü Ali’ye dönmeden alışkanlıkla elini uzattı.

Ali’nin attığı boya fırçası değil de boyaların artığı olunca gün boyu eli yüzü kapkara gezmek zorunda kalmıştı. Bakkal Veysel abi bile dalga geçmişti o gün kendisi ile. Ali her ne kadar abi şaka yaptım ya ne olacak hani şaka yarışındaydık dese de Ahmet akşam annesinden güzel bir azar yemişti. Ulan Ali bekle sen yaktım çıranı diye içinden geçirdi.

Yağmur hızlanmaya başlayınca Ahmet kardeşine seslendi: “Ali topla takımlarını da bari Zeynep ablanın yanına gidelim.” Dedi. Toparlanıp evin yolunu tuttular. Küçük kardeşleri Ayşe ve anneleri Hacer çoktan eve varmıştı. Ayşe’nin bugünkü dersi çiçekli makarnalar hakkındaydı. Bir haftadır öğretmen olmak istediğini söylüyordu. Gerçi geçen hafta da bahçıvan olacaktı, ondan önceki hafta da tüm kurbağaları kurtaracak iyi kalpli prenses. Neyse bu hafta öğretmen olacaktı çaresiz boyun eğdiler. Maalesef Ayşe’nin her meslek hayaline evdekiler de dahil oluyordu. Bu hafta Ali ve Ahmet çiçekli makarna yapma dersinin yeni öğrencileriydiler. Annesi Hacer mutfakta yardım ettiği için öğrencilikten yardımcı öğretmenliğe yükselmişti. Ali bir anda “Allaaaah” diyerek sıçradı. “Arı, arı” diyerek ellerini sallayıp arıyı kovmaya çalıştı. Çiçekli makarna dersinin gönüllü bir öğrencisi vardı demek ki. “Arı bize şaka yapmış” diye kıkırdadı Ayşe.

Bir kaza bela olmadan yemek işini halleden çocuklar Zeynep’in evinin yolunu tuttular. Zeynep köydeki çocuklara okuma yazma öğretiyordu. Liseye kadar okumuş sonra da genç yaşta evlenmişti. Çocuklar işten Zeynep de evden fırsat buldukça ders yapıyorlardı.

Okula gidemeseler en azından okumayı öğrensinler diye düşünmüştü köyün sakinleri. Zeynep’e arada ufak tefek hediyeler veriyorlar böylece genç kızı da mutlu ediyorlardı.

Ahmet bugün skoru eşitlemek istiyordu. Ayşe ve onun küçük arısı bile Ali’ye şaka yapmayı başarmıştı. Zeynep’lerin evinde dersleri bitince kardeşine seslenip sen çık ben geliyorum dedi. Ulan Ali diye düşündü bakalım yumurtalar tepende patlayınca ne yapacaksın diye düşündü. Evden çıkarken aşırdığı birkaç yumurtayı yokladı.

Pencereden uygun bir açı buldu. Hızlıca yumurtaları Ali’ye fırlatmaya başladı. Bir, iki, üç. Üç? İlk iki yumurta Ali’ye isabet etmişti ama üçüncüsünün yumurta olduğundan emin değildi. Ali gülmeye başladı. Ahmet de şaşkınlığından sıyrılıp gülmeye başladı. Ali hızla koşmaya başladı. Elindekini sallayarak bağırıyordu: “Anneeee abim bana civciv attııı”