Helallik

Tuğba Uzunosmanoğlu

KELİMELER: Öğrenci, yağmur, şaka.

EK ZORLUK: Uygun fotoğraf ile destekleme.

HELALLİK

Güneş evin içine doğuyor resmen. O kadar aydınlık ve sıcak ki, ister istemez keyifleniyorum. Hem keyiflenmeyip ne yapacağım ki? İnsan değiştiremediği şeyleri kabullenirse daha rahat ediyor. Allah bir hayat nasip etti bana, iyisiyle kötüsüyle bu zamana kadar yaşadım. Sevdim, sevildim, güldüm, ağladım. Bana verilenlere şükrettim, verilmeyenlere isyan etmedim. Şimdi de aynı. Hastalığımı ilk duyduğumda şaşırıp, üzüntüye kapılsam da sonunda isyan etmeden rıza göstermeyi başarabildim. Herkes canını Yaradan’a teslim etmeyecek mi, benim biletim erken rezervasyon olmuş ne çıkar…

Çayın suyunu koydum, o kaynayana kadar balkona çıkayım dedim. Çiçeklerim baharın gelişiyle daha da güzelleştiler. Onların güzelliğini daha da ön plana çıkarmak için ben de biraz uğraş verdim tabi. Dergilerden ilham alarak balkonu yeniledim. Şimdi balkona çıktığımda dünyada cennetten bir ön gösterim sunmuşlar gibi geliyor bana. Güneşin ışıkları renk renk çiçeklerimin üzerine vurduğunda, onları izlemek içimde hiçbir üzüntüye yer bırakmıyor. Huzur doluyorum. Sularını verdim azar azar, yapraklarını sevdim güzellerimin. Kaynayan suyun sesiyle mutfağa döndüm. Çayı demledim, demini alırken, dün yaptığım kekten kestim bir dilim, tabağa koydum. Çayımı, kekimi alıp balkona geçtim. Mindere oturdum, keyifle çayımı yudumlamaya başladım. Büyük saksının kenarındaki kutu dikkatimi çekti. Benim eski fotoğrafları koyduğum kutu, ne arıyordu balkonda? Sonradan hatırladım, dün kızım uğramıştı sohbet etmiştik burada oturup. Eskilerden bahis açılınca çocukluk fotoğraflarına bakmak için gidip getirmişti kutuyu. Ne de tatlı bir çocuktu Nalanım. Kıvır kıvır kumral saçları, zeytin gözleri, noktacık burnuyla, herkese kendini sevdirirdi. Kutuyu aldım, eski zamanlara dalıp gitmek hep hoşuma gitmiştir. Benden de kızıma geçmiş belli ki. Anılar insana iyi geliyor bence, bu hayat yolculuğunu nasıl geçirdiğini gösteriyor. Güzel geçmiş olduğun yolları gülümseyerek, zor geçirdiğin yolları ise atlatmış olmanın rahatlığı ile hatırlıyorsun.

Dün Nalan’ın çocukluk resimlerine bakarken de aklımdaydı. Kendi çocukluk albümümü alıp, açtım. Bebeklikten itibaren az ama öz de olsa fotoğrafım var. Fotoğraflar ilkokulda ailemin fotoğraf makinasını kullanmama izin vermesiyle artıyor tabi. Bir hevesle arkadaşlarımı, okulumu, hatta oyuncaklarımı bile çekmişim. Her baktığımda gülümsetir beni. Mahalledeki arkadaşlarla çekilmiş bir fotoğrafa denk geliyorum. Seval hariç diğerleri ile okuldan da arkadaştık. Fotoğrafın çekildiği gün dünmüş gibi canlanıyor gözümde. Okul sonrası dışarıda buluşmuş oynuyorduk. Annem kızmıştı yine “Ne biçim öğrencisiniz siz böyle? Ödevlerinizi yapmadan sokağa fırlıyorsunuz.” İp atlıyorduk, ilk turdaydık daha hafiften bir yağmur başladı. Apartmanlar arasında kalan tek katlı müstakil evin girişine sığındık. Ama yağmur git gide hızlandı. Seval’in anne babası çalışıyordu. “Hadi bizim eve gidelim” diyince hepimiz onaylayıp iki üç apartman buyunca koşarak Sevallerin apartmana ıslanmış olarak ulaştık. Eve çıkınca bize kendi kıyafetlerinden vermişti. Tabi o kıyafet faslı bir oyuna dönüşmüş, defile yaparmış gibi yürüyüşler hareketler hepimizi kahkahalara boğmuştu. Yanımdan ayırmadığım çantamdan yine yanımdan ayırmadığım fotoğraf makinamı çıkardım. Filmi az kaldığı için kızların hepsini bir araya getirdim. Herkes mankenmiş gibi poz veriyordu ve onlar ‘Peyniiir’ derken, ben flaşı patlatıvermiştim. Defilemiz bitince karnımız acıktığı için mutfağa gittik. Seval dolaptan salçayı çıkardı, ekmeğe sürüp yedik. O lezzetli tat hala damağımdadır. Oturma odasına geçip sohbet etmeye başladık. Nasıl oldu, kim demişti hatırlamıyorum ama biri telefon şakası yapalım dedi, yani telefondan bilinmedik bir numara arayıp işletecektik. O zaman nasıl bir tepki verdim bilmiyorum ama herkes heyecanlanmıştı. Büyük bir macera yaşayacaktık sanki, ben de o atmosfere kaptırmıştım kendimi. Farklı farklı numaralar arıyorduk, kimini açan olmuyordu. Kimi ‘Alo alo’ diye defalarca sesleniyor, kimi kızıp kapatıyordu. Onları bunaltana kadar aramaya devam ediyorduk. Dinleyip dinleyip telefonu kapattıktan sonra da kahkahayı basıyorduk. Bir numara daha çevirdik. Kadının biri telaşlı telaşlı ‘Alo, kimsiniz’ diyordu. Ses vermeyip dinlemeye devam ettik. Sonra kapattık. Sonra tekrar tekrar aradık aynı numarayı, kadının sesi her seferinde daha telaşlı çıkıyor, bu da bizim komiğimize gidiyordu. Son aradığımızda kadın telefonu açtı ve dedi ki: “Evladım, benim asker oğlum var, her arayışınızda ondan bir haber olabilir diye telaşa kapılıyorum, yapmayın evladım, böyle şaka olmaz, Allah rızası için yapmayın!” dedi ve telefonu kapattı. Telefonun ahizesine dayalı kulaklarımız utançtan kızarmıştı sanki. Birbirimizin yüzüne bakamıyorduk. Bir süre kaldık öylece. Yaptığımız yanlış içimize taş olup çökmüştü sanki. Sessizliği ben bozmuştum, vicdanı en rahatsız olan ben olduğum için mi, yoksa yapılması gereken benim aklıma geldiği için mi bilmiyorum. “Kadını arayıp şaka yaptığımızı söyleyip özür dileyelim” dedim. Kızlar bu yüzleşmeden haklı olarak çekinseler de en doğrusunun bu olduğuna karar verdik. Aradık kadını, fikir benden çıktığı için konuşan da ben oldum. Hangi kelimelerle nasıl özür diledim emin değilim, kelimeler ağzımdan çıkarken engebeli vadileri aşıyordu sanki. Teyze -herhangi bir kadın değildi artık- korktuğumuzun aksine mahzun bir şekilde bir daha yapmamamızı tembihleyerek telefonu kapattı. Kızsa bağırsa daha kolay atlatırdık belki, ama onun sesindeki hüzün, affedişi bizi daha da ezmişti. Keyfimiz falan kalmamıştı. Dışarıda yağmur dinmişti, bizim yüreğimizde ise fırtınalar kopuyordu. Kuruyan kıyafetlerimizi giyip Sevallerden çıktık ve sessizce evlerimize dağıldık. O günden sonra bir daha asla telefon şakası yapmadım. Ne o arkadaşlarımla ne de daha sonrakilerle. Nasıl bir hakka girdiğimizi sonradan anladım. Tek avuntum, çocuktuk ve o çocuk halimizle yaptığımız yanlışı fark edip telafi etmeye çalışmıştık. O teyze bizi affetmişti, belki diliyle belki yürekten, hiç bilemicez. Ya diğer aradıklarımız, onlar da affeder mi o zamanki çocukluğumuzu… Ne çok hak var üzerimde, alacağım ne çok helallik. Kimisini almam mümkün değil tabi, alabileceklerimi ise bir an önce halletmeliyim. Vaktim az, güneş batmak üzere, çiçekler Rabbimden hediye...