Buldum Sanıp Kaybeden, O Ben’im

Büşra Yücedağ

Dedemin ölmeden önce anneme ettiği bir nasihatmişim ben. Adım Mehmed. O dönemde doğan bütün çocuklarınki gibi. Sultanın şehre girdiği günden beri hayranlığını dilinden düşürmeyen dedem, onun dünyadan gidişine öyle kederlenmiş ki anneme gitmeden fısıldamış adımı. Yanlışı yoksa şayet hüviyetimin de bildikleri var o güne dair. İnsanın doğduğu günü anımsayamayacak kadar zayıf bir hafızaya sahip olması hakikaten çok garip. Neyse, hüviyetim yetmiş altıda doğduğumu söylüyor. ٩ Rebiü’l-Evvel ٨٧٦. Dünyaya teşrif edeli tamı tamına yirmi sene oluyor bugün. Evin avlusunda oturup düşünüyorum yaşadığım yirmi seneyi. İlk on beş senesi hayal meyal, iyi hatırladığımı söylersem yalan olur. Ama on altı yaşımdan sonrasının tek bir anını bile unutmadığımı söyleyebilirim. Kasti bir çabayla oluyor bu üstelik. Maria’ yı gördüğüm gün. Onu mahallede gördüğüm günden ötesini aklıma mıh gibi çaktım. Ondan sonrasını unutmak, kendi zihnime ihanetmiş gibi geliyor. Hatırlıyorum, şu sokağın köşesini döndüğümde görmüştüm ilk kez. Kömür karası saçları, hafif çekik gözleri bugünkü gibi aklımda. Bu mahallede onun yaşadığını buraya gelmeden söylemiş olsalardı bu kadar direnmezdim bizimkilere de. En son hatırladığım, eniştemin kolumdan tutup sürüyerek köyümüzden beni kopardığı. Maria’nın büyüsünden söylemeyi unuttum lakin babam yok benim. Bu yüzden eniştemden, babamdan bahseder gibi sık sık bahsedeceğim. Babam diyeceğim yerlere, onu bilebilmem hiç mümkün olmadığı için birer ‘enişte’ koyacağım. Varın siz babam okuyun. Ama babam yok benim. Nice seferlere abdestiyle gönderip yolunu gözlemiş anam. Her seferin sonunda ahali meydana toplanıp dönenleri beklermiş. Bir keresinde babam dönmemiş. Arkalarından şöyle söylemişler “Kadın başlarına ortada kaldılar.” Ademin gamı da kendinden gayrısının gamını, gam bilmemesi olsun. Onların kadın başı dedikleri anam, nice başı alıp üst üste koyar halbuki. Ama köylünün ağzını büzemezsin ya. Onlara laf vermemek için bacımı, nicedir oğluna isteyen Kalaycı Abdo’ya verivermiş. Anamla ben, bacımlarla bir haneye doluştuk diye susmamışlar bu defa da. Eniştem de olanlara dayanamayıp payitahta sürmüş atını. Emmoğlunun geçim sağladığı dükkanda çalışmakmış niyeti. Bacıma niyetini açmış sonra. Bacımın gözlerindeki ışık, fikrini dil ile beyana lüzum bırakmamış. O gün bizi de bacımı da ardına katmış. Dersaadete yolumuz böylece düşmüş işte.

Mari’mden bahsediyordum, kendimi fena kaptırmışım. İşte, onu sokakta gördüğüm o gün bir leğenin içine yığılı üzümleri ezmekteydi. Öyle zannettim ki ben, dişlerimin arasında dahi onun ayağıyla ezebildiği kadar narin ve güzel ezemezdim üzümleri. O gün vuruldum ona. Onu gördüğüm günden sonrasını daima uyanık bir idrakle anımsayabilmek için zihnime hapsetmeye başladım. Atide izdivacımız mümkün olursa, ona “seni tanıdığım o günden itibaren şunları yaptım” demek istiyordum. Mari’ye karşı hislerim bu raddeye gelmişken doğduğum günü de müşerref kılayım diye anamın karşısına çıkacaktım. Kararlıydım. Önce enişteme ufaktan anlatmak istedim, yolumu açsın, melalimi anlatmama yardım etsin diye. Eniştem daha ağzımı açmama fırsat vermeden “Olmaz!” dedi.

“Ne olmaz enişte, bir el uzat Allah, Peygamber aşkına. Anama nasıl anlatırım başka türlü. Bana yardım edebilecek bir sen varsın. Etme gözünü seveyim.”

Meğer daha evvel emmoğlundan duymuş bile Mari’ye olan sevdamı. Ona da Lalezar söylemiş. Lalezar, eniştemin emmoğlu Hasan emminin kerimesi. Nicedir bana sevdalı olduğunu bilirim lakin işi bu kadar çirkinleştirebileceği hiç aklıma gelmemişti.

“Oğlum. Bak, buraya geldiğimiz günden beri sana sevdalı bu kız. Diyelim ki sen ona sevdalı değilsin. Lakin sen onunla izdivaç etmeyecek olsan dahi sana Maria’yı istememiz mümkün değil ki. Örfümüze uyar mı hiç, sen düşün hele.”

“Ben seni babam bildim şimdiye kadar. Neden olmasın sen söyle. Benim gönlümün Lalezar’da olmadığını sen de bilirsin. Ben gözümü dünyaya Mari’yle açtım. Kendimi onunla bildim ben. Sen el uzatırsan anamı ikna etmenin de bir yolunu buluruz.”

“Oğlum, kız hristiyan. Anamın bir gavurun kızını gelin diye alacağına aklın erer mi senin? Olmaz o iş. Unut o kızı. Gönül yıkmaktan daha büyük günah yok, atalarımız bize bunu belletti hep. Lalezar’ın gönlünü yıkmana ne ben razı olurum ne de anan. Gayrı üstüne iki kelime daha etme. Gün batmazdan evvel hazırlıklarını tamamla. Yarın ilk iş Lalezar’ı istemeye gidiyoruz.”

Anladım ki eniştemin aklına çoktan yatmış bile bu Lalezar işi. Ok gerilmiş de hedefi vurmayı bekliyormuş zaten. Doğduğum günü kara gün belleyeceğim bundan gayrı. Gönlü sende olmayanla bir yastığa baş koymak iş değil ki. Ben her gece yatağa girdiğimde aklım Mari’mde olacak.

***

Gün döndü. Hazırlıklar tamamdı. Mari’min ceylan bakışları yüreğime hançer gibi saplanırken, eniştem Hasan emmilerin kapısını çoktan vurmuştu bile. Eşikte beklediğim bir dakika, payitahtta kaldığım dört yıl olmuş boğazıma dizilmişti sanki. Güç bela yanına gidip sevdiğimi söyleyebilmiştim ona. Ses etmemişti önce. Sonra bir mektup gönderdi. Henüz izdivaç aklında değilmiş. Müslüman olmamla ilgisi yokmuş. Belki anamı alıp kapısına gelirsem kabul edermiş. Ah Maria. Sen evet desen, anam kabul etmeyecek. Anam kabul etse, eniştem yoluma taş koyacak. Olacağı yok belli ama yine de unutma diye, dün gece kapının altından bir not bıraktım. Şunlar yazıyor içinde:

“Bağda gülden bahseden yanağını kasdeder

Serviden söz açanlar endamını kasdeder

Dilbere vasıl olmak dar-ı dünyadan murad

Aşık aşkın derdi ile dermanını kasdeder

Bu fani dünya için değmez kuru kavgaya

Ecel ki bu dünyanın ziyanını kasdeder

Yıldızlardan yücedir gözyaşı eşiğinde

Bu bulutlar ahımın dumanını kasdeder

Ey Avni beyti bozma bahsi ağyar eyleyip

Şiir o ki sadece cananını kasdeder”

Bu şiir adını aldığım atam Mehmed’den yadigar. Niyetim sana varabildiğim gün yüzüne karşı bu şiiri okuyabilmekti. Lakin nasip değilmiş. Bunu bir veda mektubu kabul et. Allahaısmarladık.